İslamofobi Kavramının Kökeni

İslamofobi Kavramının Kökeni

İslamofobi iyileştirilmesi gereken psikolojik bir hastalıktır.


İslamofobi olarak adlandırılan bu İslam karşıtlığı, İslam kelimesine phobia kelimesi eklenerek türetilmiştir. Yunan mitolojisinde dehşet ve korku tanrısı olarak bilinen “phobos” kelimesinden türetilen fobi (phobie veya phobia) genel olarak korkuyu ifade etmekte ve eklendiği kelimelere korku anlamı yüklemektedir. Fobi veya fobia, normal koşullarda korkulmayacak belli bir durum ya da nesne karşısında ortaya çıkan olağan dışı korku halini anlatmaktadır. Örneğin kapalı alan korkusunu
ifade eden klostrofabia (clostrophobia) bu şekilde oluşturulmuştur. Burada anlatılan korkunun semptomları psikolojik sıkıntının işareti olarak kabul edilmektedir. Genel olarak çocuklarda ve yetişkinlerde yaşanabilen bir dizi farklı psikolojik sıkıntıyı ifade eden kavram endişe ve histeri ile bağlantılı bir şekilde ele alınmaktadır. Endişe bozukluklarının en yaygın biçimleri olarak ele alınan fobiler, genel olarak irrasyonel bir korku ile karakterize edilmektedir. Korku düzeyinin kişinin kontrolünden çıkarak rahatsızlık vermesi ve endişeye dönüşmesi ile korkular fobiye dönüşebilmekte ve bazen panik atağa yol açabilmektedir. Dolayısıyla fobi tedavi edilmesi gereken bir tür hastalık olarak görülmektedir. O halde “İslamofobi” de iyileştirilmesi gereken bir rahatsızlık olarak tanımlanabilir.
Diğer yandan fobi veya fobia ayrıca eklendiği kelimelere korkunun yanı sıra kelimenin anlattığı olgu, nesne veya duruma karşı bir tür kin ve nefret besleme anlamı da yükler. Yabancı düşmanlığı anlamına gelen zenofobi (xenophobia) buna örnek gösterilebilir. Dolayısıyla İslamofobi genel olarak: İslam ve/veya Müslümanlara karşı kin, nefret veya düşmanlık besleme veya onlara güvenmeme, onlardan şüphe duyma, İslam’dan korkma şeklinde tanımlanabilir. Aslında yapay olan, yani Kentel’in söylemiyle Batı’da “inşa edilmiş” bir korku olarak ortaya çıkan “İslamofobi” yeni zamanların ürünü olsa da, öncelikle, İslam korkusunun aslında pek yeni ve özel bir durum olmadığını belirtmek gerekmektedir. Kuşkusuz Batı’da, Arapların İspanya’yı fethinden beri ya da Osmanlı’nın Avrupa içlerine ilerleyişinden bu yana İslam’a veya Müslümanlara dair bir korkudan söz etmek mümkün olsa da, öncelikle burada “İslamofobi” kelimesinin içindeki “fobi” kısmına dikkat çekmekte yarar vardır. “Fobi” somut bir durum karşısında duyulan “korku” olmaktan ya da yani bir “gerçekliğe” tekabül etmekten ziyade, hayatı sürekli etkileyen ve bir “takıntıya”, bir “hayale” işaret eden bir duygu haline tekabül etmektedir. “İslam” ve “fobi” kelimelerinin yan yana gelmesi ise aslında İslam’ın yaratmadığı, İslam’dan kaynaklanmayan bir korkuya, başka bir deyişle, “yaratılmış” ya da “icat edilmiş” bir korkuya işaret etmektedir. Genellikle İslam dairesinin dışında kalan insanların, İslam hakkında duydukları icat edilmiş bu korkunun temelinde ise çok daha basit ve temel bir “öteki” korkusunun yeniden ve yeni biçimler altında üretilmiş olması yatmaktadır.
İslam ve Müslümanlara duyulan korku anlamında kullanılan İslamofobi kavramının sık sık İslam karşıtlığı ile eş anlamlı olarak da kullanıldığına tanık olunmaktadır. Literatürde her ne kadar İslamofobi ile anti-İslamizm kavramları eş anlamlı ve geçirgen olarak kullanılıyor olsa da, Kadir Canatan, bu iki kavramın tekabül ettiği olgular alanının birbirinden ayrılması ve dolayısıyla farklı anlamlarda kullanılması gerektiğini ifade etmektedir. Ona göre İslamofobi daha sosyolojik bir kavram olarak, Batılı toplumların İslam karşısındaki korku, nefret, kınama, küçümseme gibi tutumlarını dile getirmektedir. Bu duyguların temelinde aile, sosyal çevre, eğitim ve medya gibi kurumlar aracılığıyla aktarılan ve yeniden üretilen
tarihsel ve kültürel önyargılar yatmaktadır. Bu durumda İslamofobinin iki boyutunu birbirinden ayırt etmek mümkündür: Tutum, kanaat ve davranışlarda görünür hale gelen “güncel” boyutu (ki bu güncel İslamofobi olarak adlandırılabilir) ve bu görünür olguları besleyen tarihsel ve kültürel kaynaklar yönü (bu boyut ön yargılar ve basmakalıp yargılar olarak adlandırılabilir)
İlgili literatür içerisinde akademisyenler tarafından kaleme alınan bilimsel yayınlar ve araştırma merkezleri tarafından hazırlanan raporlar incelendiğinde, İslamofobi’nin daha çok “önyargı” (prejudice), “ayrımcılık” (discrimination), “dışlanma” (exclusion), “şiddet” (violence) gibi kavramlara atfen tanımlandığı görülür. “Önyargı” ile Batı medyasında ve Batılıların gündelik hayatında Müslümanlar aleyhine sergilenen tutum ve tavırlar kastedilir. “Ayrımcılık” kavramı Müslümanların iş ve çalışma hayatında, eğitim ve sağlık hizmetleri alımında karşılaştıkları farklı uygulamaları, zorluk ve sıkıntıları ifade eder. “Dışlanma” ile anlatılan ise Müslümanların yönetim mekanizmalarına dâhil edilmemeleri, siyasi ve demokratik haklarını kullanmaktan yoksun bırakılmaları durumudur. Müslümanlar tarafından yapılan sözlü sataşmalar ile fiziki saldırılar da “şiddet” kavramı içerisinde değerlendirilmektedir. İslamofobi ile ilgili yapılan tanımlamalar da “ırkçılık” (racism), “yabancı düşmanlığı” (xenophobia), “Yahudi düşmanlığı” (anti-semitizm) ve “İslam düşmanlığı” kavramları da kaçınılmaz olarak gündeme gelmektedir. Aslında aralarında oldukça yakın anlam ilişkisi olan bu kavramların ve olguların birbiriyle karıştırılmaması, birbirinden ayırt edilmesi önem arz etmektedir. Bilindiği gibi, İslamofobi kavramıyla sıkça zikredilen ırkçılık ve yabancı düşmanlığı batı ülkelerinde yaşayan daha geniş bir kitleyi ilgilendirmektedir.
İslamofobi kavramının iyileştirilmesi gereken bir tür ruh hastalığını ifade etmesi ve ırkçılığı çağrıştıran xenofobiyi (yabancı düşmanlığını) hatırlatması nedeniyle, bu kelimenin kullanılmasından rahatsız olan bazı Avrupalı yazar ve akademisyenler ise bu kavramın aslında 1970’li yılların sonunda İranlı İslamcılar tarafından üretildiğini ve İslam’ı eleştiren Amerikalı feministlerin İslam’ı eleştirmelerini engellemek için kullanıldığını savunmaktadırlar. Bu görüşü savunan yazarlar; bu nedenle bu kavramın günümüzde yaygın olarak kullanıldığı şekli ile İslam karşıtlığını ifade edemeyeceğini ileri sürmektedirler. Örneğin Fransız yazar ve akademisyenler Caroline Fourest ile Fiammetta Venner’e göre İslamofobi kelimesinin bir tarihi vardır ve bu kelimeyi “hafif bir şekilde” kullanmadan önce bu tarihi bilmek gerekmektedir. Bu “kavramın ilk olarak 1979’da İran devriminden sonra, İranlı İslamcılar tarafından kapanmayı reddeden kadınları “kötü Müslümanlar” olarak tanımlamak amacıyla” kullanıldığını savunan bu yazarlar; bu kadınların ‘İslamofob’ olarak suçlandıklarını yazmaktadırlar. Ardından Salman Rüşdü olayı ile beraber 1989’da medyaya yansıyan kitap yakma olayları ile bu kavramın tekrar gündeme getirildiğini yazan Fourest ve Venner’in iddialarına göre, İslamofobi kavramı bu kez Londra’daki El Muhacirun ve Islamic Human Rights Commission gibi İslamcı dernekler tarafından gündeme getirilmiştir.Yazarların bu görüşlerine yer veren İslamophobia kitabının yazarı Cristopher Allen de kitabında, Chahdort Djavann ve Carla Amina Baghajati gibi yazarların da bu görüşleri savunduğunu yazmaktadır.
Özellikle Türkçe’deki birçok kaynak bu kavramın ilk defa İngiliz Düşünce Kuruluşu Runnymede Trust’ın 1997’de yayımlanan Islamophobia: A Challenge for Us All (İslamofobi: Hepimiz İçin Bir Meydan Okuma) adlı raporunda kullanıldığını yazsa da, yukarıdaki İngilizce ve Fransızca kaynaklarımız bu kavramın 1997’den çok daha önce kullanıldığını doğrulamaktadır. Ancak Runnymede Trust’un 1997’de yayımladığı raporun İslamofobi kavramının duyurulmasında önemli rol oynadığı belirtilebilir. Dinsel önyargıların nedenlerinin araştırıldığı ve Müslümanların karşılaştığı sorunları ele alan Runnymede Trust’un raporu büyük yankı uyandırmıştır. Müslümanlarla ilgili yürütülen tartışmalarda ve Müslümanların karşılaştığı sorunlarda İslam karşıtı bir önyargının hâkim olduğunu ifade eden rapor, bu önyargının iş ve eğitim alanında Müslümanlara yönelik ayrımcılığı, onlardan nefret edilmesini, onların medyada ve günlük yaşamda yanlış karakterize edilmesini körüklediğini dile getirmektedir
İslamofobiyi kendinden olmayanı dışlamanın ifadelerinden biri ve ırkçılığın yeni biçimi olarak tanımlayanlar da bulunmaktadır. Özellikle İslam’ın radikal olaylarla ilişkilendirilerek bu dine mensup olanlara karşı önyargı, korku ve endişe dolu tavırların ifadesine dönüşen biçimiyle İslamofobi, tüm dünyadaki özellikle de Avrupa’daki Müslüman göçmenler aleyhine ırkçı bir zemin oluşturmaktadır. Irkçılığın kişileri kategorize etme özelliğinden yola çıkarak Müslüman olanların siyasi, etnik, kültürel referanslarla ortaya çıkan farklılıkları da tek bir kategoriye yani İslam’a indirgenerek tanımlanmaktadır. Küreselleşme ve Avrupa Birliği’nin oluşması ile göç olgusunun beraberinde getirdiği kültürel, sosyal ve dini çeşitlilik, farklılıkları görünür kılarken; farklı dil, din ve ırklarla ortak ve birlikte yaşam sürme konusunda zengin bir deneyime sahip olmayan Avrupa’nın geçmişten beri yabancı olduğu bir din etrafında bu farklılıkları toplayarak kategorize etmesi, Avrupa kimliğinin bir parçası olan ‘öteki’ için de kolaycı bir zemin sağlamaktadır.


Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi
Murat Aktaş