Ahmed Kalkan
Hizb-ut Tahrir Üyesi Müslümanlara Yapılan Zulmü Şiddetle Kınıyorum!
Halkı yapay gündemlerle meşgul edenler, saman altından nasıl su yürütüyor! Halk, yılbaşı gibi bize ait olmayan şeylerle meşgul olurken; dünya Müslümanlarına yapılan zulümler devam ediyor. Diğer ülkelerdeki zulümlere duyarlı Müslümanların bu ülkedeki zulümleri görmezden geldiklerine ise, üzülerek şahit oluyoruz. Yargıtay’da bekleyen Hizbut Tahrir üyesi Müslümanların dosyaları neticelendi. 61 kişiye 307,5 yıl hapis cezası verildi. Bu Müslümanların suçu ne idi? Ve Kur’an’a göre esas suçlulara nasıl muâmele yapılıyor? Müslümanca yaşamak istedikleri ve insanlığın dünyadaki huzurunun ve âhirette nimetlere erişmesinin yolunun; başında râşidî bir halife bulunan İslâmî devletten geçtiğini haykıran, silahlı hiçbir eyleme katılmadığı halde suçlanan Hizbut-Tahrir üyesi kardeşlerimize uygun görülen zulmü şiddetle kınıyorum. Bazı görüşlerine katılmadığım ve o cemaatten olmadığım halde, o kardeşlerimize reva görülen zulmü kendime yapılmış kabul ediyorum. Hangi cemaate mensup olursa olsun, diğer Müslümanların da kendi cemaatinden olmadığı gerekçesiyle, zulüm gören Müslümanlara sessiz kalıp, sahip çıkmayışlarını ve haksızlık karşısında susmalarını da Allah’a şikâyet ediyorum.
Yeryüzündeki her çeşit zulme ve her tipteki zâlimlere karşı çıkmak, İslam Dini’nin en önemli emirlerinden biridir. İslam’ın hâkim olması için de tüm zâlimlere isyan edilmesi şarttır. Zulüm denilince çoğumuzun aklına sadece haksızlık, eziyet, işkence ve benzeri fizikî yaptırımlar gelir. Dinimizde ve dilimizde bu kelimenin esas anlamı: “Bir şeyi (veya bir hakkı) kendi yerinden başka bir yere koymaktır.” Yani, hak edenin hakkını vermemek, haksıza hak etmediği bir şeyi vermektir. Allah’ın koyduğu sınırı, haddi tecavüz etmek, tayin ettiği sınırın dışına taşmak zulümdür. Zulüm, hakkı terk etmek demektir. Bir şeyi, meşrû olan yerinden başka bir yere koymaktır. Zulüm, hak edene hak ettiğini hak ettiği ölçüde vermemektir. Kimin neyi hak ettiğini, yani hakları ve görevleri bir adı da Hak olan Cenâb-ı HAK Kitabında belirlemiştir. Zulüm, haktan sapma ve haddi aşma esasına dayanır. Yolun üzerinde dosdoğru gitmemek de zulümdür. Bir eşyayı veya olayı, şer’î hükmünden başka bir şekilde değerlendirmeye zulüm denir. Zulüm, başkasının mülkünde, onun izni olmaksızın tasarruf etmektir. Zulüm, yerli yerine koymamak, sapkınlıkta bulunmak, akıntısındaki hakkı saptırmak anlamlarına da gelir. Zulmün dayandığı temel, “nur”dan yoksun olmaktır. Aslında zulüm sözlükte, bir şeyi ait olduğu yerin dışında bir yere koymaktır. Yukarıda geçen anlamların hepsinde de bu tanımın işaretlerini görmek mümkündür.
İslâm’a göre zâlimin tanımı gayet açıktır: Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyen, o hükümleri uygulamak yerine; kendi kafasından veya başka insanların hevâları tarafından ortaya atılmış beşerî kanunları Allah’ın kanuna tercih edip onları uygulayan yöneticiler en büyük zalimlerdir. Bir insana eziyet eden, o kişinin sadece dünyevî rahatına zarar verirken, bu yöneticiler insanları âhiretlerini mahvetmektedirler. Eziyet veren birkaç kişiye zarar verirken, tâğutlar bütün topluma zarar vermektedirler.
Müslümanlara, hayatın bütün alanlarındaki zulme karşı, ellerindeki tüm imkânlarla mücadele etmeyi Kur’an emretmektedir (2/Bakara, 29; 31/Lokman, 20; 10/Yûnus, 55, 66). Bu mücadele, mü’minlerin toplu eylem gerektiren görevleridir. O yüzden mü’minler cemaat ve ümmet olmaya doğru gitmeli, her çeşit zulme karşı tek vücut ve saf halinde bir araya gelip yardımlaşabilmelidir. Kur’an’a inananlar, Kitab’ın insanlar arasında Allah’ın gösterdiği gibi hüküm vermek ve yaşanmak, topluma hâkim olmak üzere indiğinin bilincinde olmalıdırlar. Bir yönetim ilkesi olarak adâlet, iki kişi ve bireyle toplum arasındaki ilişkilerde ilâhî yasalara uygun davranmak, haklıya hakkını tam olarak ödemek; suçluya cezasını vermede gevşeklik yapmamak demektir. İnsanın yaratıldığı günden bu yana kesintisiz olan tek mücadele, tevhidle şirk arasındadır. Bu, aslında adâletle zulüm arasındaki mücadeleden ibarettir. Çünkü bu mücadelede müşriklerin safı hep zulüm ve zâlimlerin yanıdır. Taşıdıkları şirk ve küfür hastalığının sonucu olarak, müşrikler ve kâfirler, adâlet çağrısı yapan peygamberler ve onların yolunu takip edenlerden rahatsız olmuşlardır.
Zulme rıza göstermek, tepki göstermemek de zulümdür. Ümmeti helâke ve cehenneme sürükleyen şey, sadece zulmü işlemek değil; aynı zamanda zulüm işleyenlere az da olsa meyletmektir: "Sakın zulmedenlere en ufak bir meyil duymayın, sonra size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostunuz yoktur. Sonra (Allah tarafından da) size yardım edilmez." (11/Hûd, 113). Zemahşerî, bu âyetin tefsirinde şöyle der: "Meyl etmenin yasaklığı; zâlimlerin arzularına boyun eğmeyi, onlarla beraber olmayı, sohbetlerine katılmayı, ziyaretlerinde bulunmayı, dalkavukluk etmeyi, yaptıklarına rızâ göstermeyi, onlara benzemeyi, şekilleriyle şekillenmeyi, övgüyü andıran ifadeler kullanmayı ve tasvip anlamı taşıyacağı için onların süs ve giyimlerine özenip en küçük bakışı bile kapsamaktadır. Rükûn, az bir meyil demektir.”
İslâmî ölçüler içinde köklü değişim amacıyla Nebevî usûl ile hareket etmeye çalışan ve silahlı mücadeleye karşı olan ve hiçbir terör eylemini tasvip etmeyen Hizb-ut Tahrir üyesi kardeşlere yapılanları tekrar ve şiddetle kınıyorum. Biz Müslümanlar olarak inanırız ki; “Mazlum olarak ölmek, zâlimce yaşamaktan daha hayırlıdır.” Esas, zâlimler düşünsün âkıbetlerini. Kur’an’ın zalimler hakkında tehdit edici bir uyarısı şöyle: “Zulmedenler nasıl bir inkılâpla devrileceklerini (yakında) bileceklerdir!” (26/Şuarâ, 227)
Hizb-ut Tahrir mensubu kardeşlerin yanındayız, bu emri veren ve uygulayan zalimlerden berîyiz. Eski haksızlığa boyun eğmekle bir yenisini dâvet edersin. Ey Müslüman susma! Susarsan ve eğer Müslümansan, unutma sıra sana da gelecek!
Ahmed KALKAN
Bu yazı toplam 3621 defa okunmuştur