Heyyy Aydın Bey... Ya yalandan vazgeçin, ya da buyrun Taksim’e!

Ne diyor Aydın Doğan?..

“Gazetelerimi, kendi şahsi çıkarlarım için kullanmadım!”

Ne diyor Aydın Doğan?..

“Hükümetleri ben kurar, ben yıkarım şeklindeki iddialara gelince; ben hiç kimseye öyle bir şey demedim... Asla böyle bir şey söylemem.”

Aydın Bey’in nasıl bir “yalan” söylediğini, dün belgeleriyle ortaya koyduk...

Ne dediyse, tersini yapmış!..

Bırakın son yılları, Aydın Doğan; 2 Kasım 2001 tarihli, yani taaa 14 yıl önceki Yenişafak’ta kullanmış o ifadeleri;

“Hükümeti ben kurar,

Ben yıkarım!”

Kime söylemiş bu sözleri?..

O günlerde görüştüğü “Albayrak A.Ş. yöneticileri”ne!..

Peki, bu sözleri bugüne kadar yalanlamış mı?..

Hayır!..

O halde; “kıvırma”nın, “kıvranma”nın ve “ıkınıpsıkınma”nın alemi yok!..

Ne demiş atalarımız;

“Akşamdan yenilen hurmalar,

Sabahleyin mideyi tırmalar!”

Ya o sözleri söylemeyeceksin, ya da eleştirilere tahammül edeceksin!..

GÖZÜ ÇANKAYA’DA İDİ!

Şimdi kalkmış, diyor ki;

“Demedim!.. Söylemedim!”

Bırak tıraşı Aydın Bey!..

Hepsini söyledin!..

Dahasını da söyledin!..

Dahasını da yaptın!..

Çünkü, o günlerde sen bir “imparator”dun!.. Kendini,“Cumhurbaşkanlığı’na aday” olacak güçte görüyordun!..

Çankaya Köşkü’ne çıkmayı ciddi ciddi düşünüyordun!..

Burnun o kadar büyük ve o kadar “kibirli”ydin ki;

“Küçük dağları ben yarattım!.. Büyükleri de babamdan miras kaldı”havalarındaydın!..

Ama şimdi!?!..

“Başbakan’ları pijama ile karşıladığın” günler geride kaldı!..

Gücünü kaybettin!..

Hele hele;

Sırtında, “Kâğıt Üçkâğıdı” gibi bir “kambur” var ki, onun kararı bir yazılırsa var ya, işin bitik!..

Onun içindir ki;

“Kuyruğu dik tutmaya” çalışsan da; “Demedim!.. Söylemedim!” diyerek Erdoğan’a şirin görünmeye çalışıyorsun!..

Öyle ya;

“Pijamalı günler” geride kaldı!..

Bugün, “o başbakanlar” yok!..

PİJAMA... CEKET... KRAVAT!

“Pijamalı günler” dedim de, 15 yıl önceki olay geldi aklıma!..

l Tarih 29 Haziran 1997...

Demirel’den “Hükümeti kurma” görevini alan Mesut Yılmaz, yanındaBirkan Erdal olduğu halde, doğruca Aydın Doğan’ın Çamlıca’daki“malikane”sine gelir!..

Aydın Doğan, “pijamalı”dır!..

Pardon “eşofmanlı”dır!..

Böyle karşılar Mesut Yılmaz’ı!..

Aksini iddia etseler de;

“Kabine”yi görüşürler!..

Her neyse...

Aradan “5 yıl” geçer...

Tarih, 12 Haziran 2002’dir...

Aydın Doğan, TBMM Medya Sorunlarını Araştırma Komisyonu üyelerinin karşısındadır...

ANAP İstanbul Milletvekili Aydın Ayaydın’ın başkanlık ettiği komisyonda, MHP İzmir Milletvekili Yusuf Kırkpınar, SP Hatay Milletvekili Süleyman Metin Kalkan ve MHP İstanbul Milletvekili Nazif Okumuş vardır...

Kimi milletvekili “Aydın Doğan-Turgut Yılmaz ortaklığı”nı, kimi, Aydın Doğan’ın aldığı “teşvik ve ihale”leri, kimi “Milliyet’in Korkmaz Yiğit’e satılışı”nı sorar...

MHP İstanbul Milletvekili Nazif Okumuş ise, kamuoyunda günlerce tartışılan; “Aydın Doğan’ın dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz’ı pijama ile karşılama” iddiasını getirir gündeme...

Sorar Aydın Doğan’a;

l “Siz gerçekten Mesut Yılmaz’ın başbakan olduğu dönemde, Mesut Yılmaz’ı pijamayla karşıladınız mı? Yani, ben bunun cevabını biliyorum ama, burada çeşitli siyasi partilere mensup olan arkadaşlarımız var. Bir medya patronu olarak, siz Başbakan’ı gerçekten pijamayla karşıladınız mı?”

Aydın Doğan, kelimesi kelimesine şu cevabı verir Okumuş’a;

l “Mesut Bey, Çamlıca’da benim evime geldi, yazın ağustos ayında... Ben ceketli ve tişörtlüydüm, altımda da kot pantolonum vardı. Tişört dediğim, yani gömlek. Smokinli değildim. Geldi Mesut Bey, dedi ki; çıkarın şunları!.. Ceketleri çıkardık, kendisi de ceketini çıkardı, kravatını da çözdü. Kalkarken de ani kalktı, Mesut Bey’le beraber tişörtle gittim. Yani, yazın herhalde smokin giyecek halim yoktu ve pazar günü saat birde ikide, çok sıcaktı ve bunun adına, pijamayla, eşofmanla karşıladı dediler.

Üzülmüyorum ama, benim saygım buna müsait değil, ben böyle bir adam değilim. Resimlerde de kotla, tişörtle gösteriyorlar beni, ama pijamayla diyorlar.”

Şimdi, bir “Aydın Doğan’ın savunması”na bakın, bir de yukarıdaki“fotoğraf”a!..

Hele söyleyin;

Aydın Doğan mı yalan söylüyor,

Yoksa “fotoğraf” mı?

Fotoğraf ortada... “Aydın Doğan’ın iddiası”nın aksine Mesut Yılmaz’ın sırtında “ceket”, boynunda da “kravat” vardır!..

Dolayısıyla;

“Aydın Doğan yalan söylemektedir!”

Hem de, “fotoğraf”a rağmen!..

HANİ İNTİHAR EDECEKTİN?

Gerçi, bu yalan, “Aydın Doğan’ın ilk ve tek yalanı” değildir... “Dağarcığında o kadar yalan var”dır ki, “yalancılık”ta, “Pinokyo”yu bile sollar!..

Bilmem, hatırlar mısınız;

O yıllarda, “bir Aydın Doğan gazetesi” olan Milliyet’in muhabiri Ersan Atar, DYP Genel Başkanı Tansu Çiller’i Erzurum Cumhuriyet Başsavcısı’na“ihbar” edip, hakkında Anayasa’nın 24. maddesine aykırı hareket ettiğigerekçesiyle inceleme başlatmasına yol açmıştı...

NTV’den Murat Birsel; o günlerde normal olarak, 7 Nisan 1999 tarihliMilliyet’in manşetinde yer alan “Çiller vaaz veriyor” ve 9 Nisan 1999tarihli manşetinde yer alan “Çiller’e Savcılık incelemesi” başlıklı haberleri soruyor Tansu Çiller’e...

Çiller de cevap veriyordu:

“Bana bildirdiklerine göre, ihbarı Milliyet muhabiri yapmış!.. Hem ihbar ediyorlar, hem de manşet atıyorlar!”

Ama, o da ne?!?..

Aydın Doğan, hemen “canlı yayın”a bağlanıyor ve diyor ki;

“Bizim ihbarda bulunduğumuzu ispat edin, kendimi Taksim Meydanı’nda asarım!”

Daha sonra da “tehdit” ediyor Tansu Çiller’i:

“18 Nisan’da, görürsün gününü!”

Aydın Bey; 

Aynı ifadeyi, ertesi gün de Kanal 6 Televizyonu’nda da kullandı ama; ya hiç Taksim’e gitmedi, ya da kendini asacak ip bulamadı!..

“Yalanı ispatlandı” ama,

Bir türlü sözünün gereğini yapmadı!..

YEŞİL ALANA MİGROS!

Sadece “ihbar” olayı da değil; 

Aydın Doğan’ın; 

“Kendimi Taksim’de asarım” dediği bir olay daha var...

Bu olayı, 13 Nisan 1999 tarihli Yenişafak’taki yazısında Nazlı Ilıcak şöyle anlatıyordu:

l “Bir makalemde, Aydın Doğan’ın Merter’deki yeşil sahaya inşaat müsaadesi aldığını, sonra da burayı Migros’a satarak büyük rant elde ettiğini yazmıştım. Çünkü Milliyet gazetesinden Melih Aşık, land devoloping işlemine, yani “araziyi geliştirip değerlendirme projesi”ne“land develüping” demiş, deveyi hamuduyla götürenleri eleştirmişti. 

Ben de Merter’deki arazinin, kendi patronu tarafından “develüping”edildiğini yazmıştım. Melih Aşık, bunun üzerine Aydın Doğan’a sormuş, Doğan da, “Bunu ispat etsinler, kendimi Taksim meydanında asarım”cevabını vermişti. 

Büyükşehir Belediyesi’nin arşivlerinden, Dalan dönemine ait yazışmaları çıkarttırdım. Ve hem Bedrettin Dalan, hem de Atanur Oğuz’un imzalarıyla, yeşil sahanın önce matbaa merkezine sonra da, ticaret merkezine dönüştüğünü ispat ettim. Benden sonra, konu ile bilgiler ve belgeler Akit gazetesinde de yayınlandı. 

Zaten her İstanbullu, yapılanmaya açılan söz konusu yeşil saha için, kıyamet koptuğunu hatırlıyor... Bugün Merter’deki Migros, yeşil bandın ortasında çarpık bir yapılaşma örneği teşkil eder. Kuralsızlık, gözle de görülmektedir. 

Ama Aydın Doğan, kendini Taksim’de asmak yerine bana dâvâ açmayı tercih etti.”

YA SUS, YA GEREĞİNİ YAP!

Gördünüz ya;

Aydın Doğan’ın ağzından çıkan sözü kulağı duymuyor!.. İşin garibi, “ne zaman, ne söylediğini unuttuğundan” olsa gerek, “verdiği sözü” de tutmuyor!..

İşte ceket, işte kravat!..

İşte ihbar, işte Taksim!..

İşte Migros, işte intihar sözü!..

Aradan 16 yıl geçmiş!..

Neredesiniz Aydın Bey?..

Nerede verdiğiniz sözler!..

Ya, “yalan”dan vazgeçin,

Ya, buyrun Taksim’e!..

Ya da, susun artık!..

Konuştukça küçülüyor,

Konuştukça batıyorsunuz!..

“Malikane”de oturan bir adamın,

“İşportaya düşmesi” ne acı!..

*************************************************************************************

Bunlar değil Kürt veya Kürtçü, insan bile olamaz!..

Hiç kimse “medya özgürlüğü yok!” demesin!.. 

Hiç kimse, “medya baskı altında” mavalları okumasın!..

Bir ülke ki; 

O ülkede “Sözcü” gazetesi çıkıyorsa, “Taraf ve Zaman” gazeteleri özgürce yayın yapıyorsa, “Cumhuriyet, Özgür Gündem ve Evrensel” gibi gazeteler her gün bayilerde yerlerini alıyorsa, hiç kimse diyemez ki; “Medyaya baskı var!”

Söyleyin Allah aşkına, daha dün; malûm gazeteler; “Erdoğan’ın PKK’lı askerleri öldürdü oğlumu!.. Kaos zili!.. Boykot zili çaldı!..” gibi “özgürce”manşetler atabiliyor ve “PKK’lı teröristlere sonuna kadar destek”verebiliyorsa, hiç kimse, “medyaya baskı var!” diyemez!..

Bu arada; “Sorospu Çocukları” ya da “Erep’in dölleri”ne de sormak lâzım;

“Siz mi Türkiye partisisiniz?”

Ulan, bu ne biçim “Türkiyelilik”tir ki, şimdi de okulları boykot ediyor, hatta kahpece ve de alçakça “okul çağındaki çocukları katlediyorsunuz!”

Bırakın “Kürt” olmayı, siz var ya, siz “insan” bile olamazsınız!..

Sizi destekleyen “yalaka”larınız da!..

yeniakit

Bu yazı toplam 478 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar