Gündem fokur fokur kaynıyor... Bereket ki, Türkiye sakin!

Hemen her hafta olduğu gibi, geçen hafta da hayli hareketli geçti...

Bir yanda Madımak'ta ortaya çıkan yeni bulgular, bir yanda Malatya'nın Doğanhisar ilçesi Sürgü beldesindeki Sünni-Alevi çatışması çıkarma çabaları... Bir yanda Org. Hilmi Özkök'ün tarihe ışık tutan açıklamaları, bir yanda Yüksek Askerî Şûra'daki emeklilik kararları... Bir yanda Şemdinli'de PKK ile ikinci haftasını dolduran çatışmalar, bir yanda Hakkari'de bağrımızı dağlayan "8 şehit" haberi... Ve elbette, bir yandan da; Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Başbakan Tayyip Erdoğan'ın aralarını açmayı amaçlayan "Hükümet'i yıkma" senaryoları...

MURAT'TAN FİKRİ TAKİP

Hepsi de birbirinden önemli konular.

Ne var ki;

Hasbihalimize, yine muhabirimiz Murat Alan'ı tebrikle başlamak istiyoruz.

Sivas ve Madımak olayları konusunda, tam bir "fikri takip" gazeteciliği yapan Murat Alan; evvelki hafta ortaya çıkardığı "19 yıllık yalan"dan sonra, geçen hafta da "büst yalanı"nı ortaya çıkardı.
Murat Alan, haberinde dedi ki;

Sivas olaylarını "gerici kalkışma" olarak lanse etmek isteyen kesimlerin "Yobazlar Atatürk heykelini yıkıp yerlerde sürüklediler" iddiasının koca bir yalan olduğu ortaya çıktı. Kongre binası önünde bulunan Atatürk büstünün, 2 Temmuz günü göstericiler tarafından değil, bizzat Sivas Orduevi Müdürü tarafından söktürülüp depoya kaldırıldığı, bir gece sonra tahrip edilmiş bir şekilde anıtın 50 metre ilerisine atıldığı belirtildi.

Sivas Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Fikret Ünsal, Kongre ve Etnografya Müzesi yanında bulunan büstün göstericiler tarafından yıkılmadığını, olaylardan sonra görüştüğü Sivas Orduevi Müdürü'nün heykelin kendileri tarafından kaldırıldığını söylediğini belirtti... Atatürk büstünün tahrip edilmesi ile ilgili soru işaretlerinin, TBMM Araştırma Komisyonu üyelerinin de dikkatini çektiği ifade ediliyor. 300 kiloluk büstün, devrildiği alana hiçbir zarar vermemiş olması kafalarda soru işaretlerine yol açmıştı.

O İKİ ERİ ÖLDÜRTMÜŞLER!

Murat, bununla da yetinmedi... Ortaya çıkardığı haberin de takibini yaptı ve "büstü söken erlerin akıbeti"ni ortaya çıkardı.

Murat'ın, 2 Ağustos Perşembe günü manşetten "O erler öldürtülmüş" başlığı ile verdiğimiz haberi şöyleydi:

"Sivas'ta önce sökülüp sonra tahrip edilerek, eylemcileri suçlamak için kongre binası önüne atılan Atatürk büstünü söken 2 erin, ifadelerine başvurulmasının önüne geçebilmek için olaylardan 17 gün sonra şehit edildiği ortaya çıktı.

Orduevinde görevli piyade erler İ.G. ve O.K.'nin olaylardan kısa süre sonra geçici görevlendirmeyle apar topar Bingöl'e gönderildiği, iki erin de Şemdin Sakık'a bağlı teröristlerce şehit edildiği belirtildi.

Yaşanan provokasyon sonrası TBMM Araştırma Komisyonu tarafından ifadelerine başvurulmak istenen depo personeli 2 askerin gözden kaçırıldığı ifade edilirken, Orduevi Müdürü'nün de birkaç gün içinde başka bir ile atandığı tespit edildi."

Sivas konusunda bu kadar "gerçek" ortaya çıkarıldığına göre, şimdi görev "savcı"lara düşüyor.
Açacaklar yeni bir soruşturma ve "Sivas'a sil baştan" diyecekler!..

Aksi halde, bir çok "masum" insan, hala zindanda yatmaya devam edecek!..

Unutmayalım ki;

Sivas sanıkları, önceleri "izinsiz gösteri"den yargılanıyordu... Ne zaman ki "Atatürk büstünün sökülüp atıldığı" duyuldu, işte o zaman davanın seyri değişti ve zanlılar, "rejimi devirmeye teşebbüs"ten yargılandılar ve "müebbet"e mahkûm oldular.

"Otel içinden ateş edip 2 kişiyi öldüren aydın"ın kimliğinden sonra, şimdi de "büstü söktüren komutan"ın yakasına yapışılmalı ve onlara hem Madımak'ın hem de Başbağlar'ın hesabı sorulmalıdır.

Aksi halde; yapanın yanına kar kalır ve bu da yeni provokasyonlara zemin hazırlar, ülkenin "kaos"tan çıkmasını engeller.

Murat'ı bir defa daha tebrik ediyor, başarılarının devamını diliyoruz.

SARANDİ AMCA'NIN SİGARASI

Geçen haftanın en dikkat çeken olaylarından biri de; Malatya'nın Doğanhisar ilçesi Sürgü beldesindeki "Ramazan davulu çalmak"tan kaynaklanan olayın tırmandırılıp "Sünnî-Alevi çatışması"na dönüştürülme çabasıydı.

Oraya geçmeden önce bir "tesbit"te bulunacak ve bir "hatıra" nakledeceğiz.

Mübarek Ramazan ayının neredeyse "son 10 günü"ne giriyoruz.

Açıkça söylemek gerekirse;

"Güzel bir Ramazan" geçiriyoruz... Geçtiğimiz yıllardan daha güzel bir Ramazan... Gerçi Ramazan boyunca "açıkta sigara içenler" veya "uluorta yemek yiyenler" çoktu ama bu durum; "oruç tutanların azlığını" değil, "saygısızların çoğaldığını" gösteriyordu.

Tabiî, "nasipsizliği" de gösteriyordu"

"Nüfusunun yüzde 99'u Müslüman" denilen bir ülkede; "yolda sigara tüttürme"nin veya herkesin gözleri önünde "yemek" yemenin başka ne anlamı olabilir ki?..

Bu, "nasipsizlik"tir!..

Bu, "saygısızlık"tır!..

Bu, "inanca tahammülsüzlük"tür!..

Kısaca, "edepsizlik"tir!..

İşin en acı tarafı;

Bu saygısızlığı yapanlara "Sen Müslüman değil misin?" diye sorsanız, verecekleri cevap açıktır: "Elhamdülillah Müslümanım!"

Be adam, madem "Müslüman"sın, bu "saygısızlık", bu "edepsizlik" niye?..

Hatırlar mısınız; bundan 5-6 yıl kadar önce yazarımız Atilla Özdür ağabey, şöyle bir olay anlatmıştı:

"Sarandi Küçükandonyanidis, Samatya'da komşularımızdan biriydi. Karısının ismi de Eftimya... Amma mahalleli kendisini madam teyze olarak tanırdı.

Sarandi amca, yüz yirmi okka çeken; iri yarı, kısa boylu, şişman bir adamdı.

Çarpık bacaklı bir Skoda kamyonetiyle İstanbul Hali'nde nakliyecilik yapardı.

Sarandi amcalara çok gider gelirdik.

Ne de olsa, komşuculuklarına doyulamayan İstanbul eskisi bir aile idiler.

Bir Ramazan akşamı bana ne dese beğenirsiniz...

"Atilla kardeşim, Ramazan'da sizin çektiğiniz sıkıntı ve zorluk hiçbir şey değil... Biliyor musun; Ramazanlarda asıl ben azap çekiyorum!..'

"Hayrola be Sarandi amca' diyerek sormuştum...

Cevaben demişti ki,

"Biliyorsun ben tiryakiyim, iki paket vız geliyor. Sigara içmek için arabanın içine çömelip pedallarla direksiyon milinin ara boşluğuna sıkışıp sigaramı orada tellendiriyorum.

Bu da beni kan ter içinde bırakıyor.

Amma ne yapayım?.. Dışarıda aleni içsem, oruçlulara karşı saygısızlık olur, ayıp teşkil eder!..'
Görüyorsunuz değil mi "saygı"yı?..

"Sarandi amca" sırf oruç tutanlara saygısızlık olmasın diye, "arabasının içinde" bir kaç büklüm oluyor ve "sigara"sını öyle içiyor!..

Ya bizim "Müslüman"lar?..

 Cenab-ı Allah onlara da "hidayet" versin, en azından "saygı" kavramı ile tanıştırsın!..

TAŞLARI BAĞLAMIŞLAR!..

Bırakın "oruç tutana saygı"yı, oruç tutanları sahura kaldırmak için çalınan "Ramazan davulu"na bile tahammülleri yok.

Malatya Sürgü'de olduğu gibi!..

Olayı biliyorsunuz.

Sürgü beldesindeki Hasan Evli ve oğlu Servet Evli, evlerinin önünden geçen Mustafa Evşi adlı davulcuya; "Burada oruç tutan yok, niye davul çalıyorsun?" diye bağırırlar ve hatta; "Bugün davul sesini, yarın ezan sesini keseceğiz!" derler.

Davulcu bu "hakaret"lere karşılık verince de; tartışma, itişme-kakışmaya döner.
Uzun lafın kısası;

Baba-oğul, davulcuyu darp ederler... Davulcu da ertesi gün arkadaşlarını toplar ve Hasan Evli'nin evini taşlatır.

Olay budur...

Sonunda; "hem suçlu, hem güçlü" olan Alevi ailenin sesi gür çıkar ve davulcuyu tutuklatırlar.
Davulcunun tutuklanması üzerine yöre halkı şöyle der;

"Böyledir bu işler... Bir ülkede adalet ortadan kalktıysa köpekleri salarlar, taşları bağlarlar!"
Haksız da sayılmazlar!..

Nerede kaldı Sarandi amca,

Nerede kaldı Hasan Evli ve oğlu?..

Bir "elin gavuru"na bakın,

Bir de bizim "yerli"ye!..

GÜL'DEN SON NOKTA!

Geçtiğimiz haftalarda "Numan Kurtulmuş'un AK Parti'ye katılması" üzerinden Başbakan Tayyip Erdoğan'ı yıpratmak isteyen çevreler, geçen hafta da Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Ahmet Sever'in açıklamaları üzerinden yüklendi Tayyip Erdoğan'a ve AK Parti'ye...

Ahmet Sever, özetle diyordu ki;

"Kendi görev süresinin uzun süre belirsiz kalmasından rahatsız olmaması düşünülebilir mi?.. Yutdışında sürekli olarak Türkiye'nin öngörülebilir bir ülke olduğunu savunan bir cumhurbaşkanının kendi görev süresindeki belirsizliği izah etmesi tabii ki mümkün değildi. Zaten bu belirsizliğin bir an önce ortadan kaldırılması gerektiğini söyleyerek bu durumdan rahatsız olduğunu da belirtmiş oldu. Ama bu belirsizliğin son ana kadar sürmüş olması Sayın Cumhurbaşkanı'nı çok üzdü.

Bu süreçte sayın Cumhurbaşkanı'nı çok rahatsız eden gelişmeler oldu. Kendisi dışarıya yansıtmadı ama yeniden aday olmasını engellemeye yönelik bir yasak konulması kendisini gerçekten üzdü ve kırdı... Öyle ki; Anayasa Mahkemesi bu yasağın anayasa aykırı olduğu yolunda karar almasına rağmen bazı kişiler buna bile karşı çıkıp mahkemenin kararını anayasaya aykırı ilan edebildiler...

Cumhurbaşkanı, Sayın Başbakan ile bir çatışma, çekişme görüntüsü vermemeye özen gösterdi, hala gösteriyor. Ama aynı özeni partinin bazı önemli isimlerinin göstermemesi ve uluorta konuşmaları gerçekten hoş olmadı. Bu benim kişisel görüşüm... (...) Burada bir noktaya daha dikkat çekmek istiyorum: Bazı anketler yayınlanıyor. Örneğin bir gazetede "Kim cumhurbaşkanı olmalı?' diye bir anket yayınlandı; herkese oy çıkmış ama Abdullah Gül'e tek oy bile çıkmamış. Bu nasıl bir şeydir, anlamak mümkün değil. Bana çok manidar geliyor. Bir başka gazetede Mart ayındaki bir ankette Sayın Cumhurbaşkanı birinci sırada çıkıyor, üç ay sonra tekrar bir anket yapıyorlar, her şey tepetaklak oluyor, aşağıya iniyor. Üç ayda ne oldu da bu dengeler böyle altüst oldu? Şu kadarını söyleyeyim: Bunlar hiç şık şeyler değil."

İşte bu sözler, "Erdoğan ve AK Parti muhalifi medyatörleri" anında harekete geçirdi... Erdoğan ile Gül'ün arasını bozabilmek için senaryo üzerine senaryo uydurdular, yorum üzerine yorum yazdılar.

Sonunda, "son nokta"yı koyan yine Cumhurbaşkanı Abdullah Gül oldu.

Geçtiğimiz Cumartesi günü Ulucanlar Cezaevi Müzesi'ni ve Hacı Bayram Camii'ni gezen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başdanışmanı Ahmet Sever'in yaptığı açıklamalara açıklık getirdi...
Cumhurbaşkanlığı seçimleri için daha 2 yıl süre bulunduğunu belirten Gül, "medyatör"lere çok güzel bir mesaj verdi ve dedi ki; "Zamanı gelince biz kendi aramızda oturur konuşuruz ve ne yapılacaksa en doğrusunu hep beraber yaparız... Sayın Başbakan Tayyip Bey ile olan arkadaşlığımız, ilişkilerimiz, kardeşlik hukukunun da ötesindedir. Dolayısıyla bunu da aklınızda tutmanızı isterim."

Bu cevabı alanlar, "kaos" umutlarının suya düştüğünü görmüşler ve rahmetli Turgut Özal'ın deyimiyle, herhalde kıçlarının üzerine oturmuşlardır!

Cenab-ı Allah'tan dileriz ki;

Türkiye'yi kaosa sürüklemek isteyenler hiçbir zaman başarılı olamasın...

Selam ve saygılarımızla...

yeniakit

Bu yazı toplam 943 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar