Gezi’den, Dinleme’ye... Taksim’deki o çadırları kim yaktı?

Önceki günkü Türkiye gazetesinde ilginç bir haber vardı. “Ölüm var, kasıt yok” başlıklı haberde; PKK tarafından tehdit edilen Kürt sanatçı Rojin’i korumak için devletin görevlendirdiği  “3 polis” memurunun “trafik kazası”nda hayatlarını kaybetmesi konu ediliyor, bu “acı olay”da, aslında Rojin’in hiçbir suçu-günahı olmadığı ifade ediliyordu... Bu olaydan hareketle, diğer “şöhret”ler de hatırlatılıyor; Emre Belözoğlu’nun, Demet Akbağ’ın ve Uğur Dündar’ın yol açtıkları “ölüm”ler hatırlatılıyor ve deniliyordu ki; “Bu olaylarda bazılarının hiçbir dahli yoktu ama ortak noktaları ünlü olmaları ve bu olayların, kendi hayatlarını kâbusa çevirmesiydi!”

Uğur Dündar için, elbette aynı şey söylenemez ama “diğerleri” için, gerçekten de; ortada “ölüm”ler vardı ama “kasıt” yoktu!..

Dediğim gibi;

Uğur Dündar için, bu söylenemez... Çünkü Uğur Dündar’ın “seri haberler”inde, 69 yaşındaki Şerafettin Yardımedici için, sürekli olarak “Büyücü hocanın maskesini düşürdük” ifadeleri kullanılmış, Yardımedici “mahkemede aklanmasına” rağmen, yaşadığı “utanç” sebebiyle, canına kıymıştı...

Yardımedici, “büyücü” filan değildi... Ki, olmadığı; “tacize uğradığı” iddia edilen kadının “Doç.Dr. ünvanlı bir akademisyen” olduğu ve “Yardımedici’yi tuzağa düşürmek” için rol aldığı daha sonra ortaya çıkmıştı.

Demek istiyorum ki;

Bazı “ölüm”lerde, elbette “kasıt” yoktur... Ama, bazı “ölüm”ler de vardır ki; “bilinçli”dir, “plânlı”dır, “kasıtlı”dır!..

Ama “yasa”lara göre,

Bunun “ispatı mümkün değil”dir!..

ÇADIRLARI KİM YAKTI?

Meselâ ben; “3-5 ağaç” için Taksim Gezi Parkı’nda başlatılan ve daha sonra gencecik insanların ölümü”ne yol açan olayların fitilini kimin ateşlediğini, bu olaylarda “hangi ülke ve mihraklar”ın rol oynadığını hâlâ merak ederim...

En çok merak ettiğim de;

Ortada fol yok, yumurta yokken, Gezi Parkı’ndaki “çadır”ları yakan “zabıta”lar ve “polis”ler kimlerdir, “aidiyet”leri nedir ve niye hiçbir “ceza” almamışlardır?..

Bu zabıta ve polisler; bir yandan “çadırları yakarken”, bir yandan da; “Biz emir kuluyuz!.. Çadırların yakılması talimatını veren Başbakan’dır!.. Bize niye kızıyorsunuz, kızacaksanız emri veren Başbakan’a kızın!” derken, bu cüret ve cesareti acaba nereden alıyorlardı!..

Arkalarında; CHP’li Savcı Sayan’ın ifadesiyle; “Koç’lar, Tosun’lar, Öküz’ler” mi vardı, yoksa; o günlerde varlıklarından haberdar olmadığımız “Paralel Yapı” mı vardı?..

Hadi, daha açık sorayım;

Çadırları ateşe veren “zabıta”lar ve “polis”ler, birer “Paralelci” miydi?!?..

Daha da ileri gidelim...

“Gezi kalkışması” sürecinde ölen gençlerin birer “Alevi” olması, bir “tesadüf”(!) müydü, yoksa “bilinçli bir kışkırtma” mı amaçlanıyordu?..

DANİMARKA VE CNN

O günlerde, Türkiye ile “ticari bağlantıları” olan ve bir Türk firmasına “tişört siparişleri” veren ve aynı zamanda “televizyon programları” da yapan faşist kafalı “Danimarkalı bir işadamı”nın “Türkiye’deki muhatapları”na açtığı telefonlarda, “Direnin!.. Tayyip Erdoğan ve hükümeti en geç bir ay içinde gidecek” demesi, sadece bir “arzu ve  beklenti” midir, “tahmin” midir, yoksa; “bu kalkışmada Avrupa’nın parmağının da bulunduğunun itirafı” mı?..

Yine o günlerde;

Türkiye’de, “15 gün önceden canlı yayın aracı kiralayan” ve “Gezi kalkışması” esnasında “Taksim’den 9 saat canlı yayın” yapan Amerikan CNN International televizyon kanalı, “olay çıkacağının kokusu”nu mu almıştı, yoksa “kendilerinin plânladığı bir olay” için “önceden hazırlık” mı yapmışlardı!?!..

O günlerde “Taksim’den 9 saat canlı yayın” yapan Christiane Amanpour adlı kadın, şimdi Amerika; bir “zencinin öldürülmesi” üzerine “kendi Gezi kalkışması”nı yaşıyorken, ortalıktan niye toz olmuş, niye “Aman-pırrr” oluvermiştir?..

“Gezi” ise, al sana Gezi!..

“Kalkışma” ise, al sana kalkışma!..

Peki, Türkiye’deki “Gezi kalkışması”na saatlerce yer veren CNN, kendi ülkesindeki “Gezi direnişi”ne niye kör ve sağırdır?..

Evet, CNN nerededir?..

Amanpour nerededir?..

Niye “Aman-pırrr” oluverdiler?..

Demek oluyor ki;

“Ölüm” vardır,

Ama “kasıt” da vardır!..

AAA NE TESADÜF!!!

Yazıya, Türkiye gazetesinden Selçuk Selek’in haberiyle başladık... O halde, yine Türkiye’den Fuat Uğur’un yazısından bir bölümle devam edelim:

Şöyle yazmış Fuat Uğur:

“Son yerel seçimlerden önce, Almanya’daki Türkiyeliler heyecan içindeydi. Başbakan Tayyip Erdoğan, 24 Mayıs tarihinde Almanya’nın Köln kentinde konuşacaktı.

Ama tuhaf şeyler oluyordu. 

Aynı gün Alevi dernekleri ve neo-nazi gruplar da gösteri yapacaklardı. Alman devleti bu gösteriler için, Erdoğan’ın konuşma yapacağı Köln Lanxess Arena’nın yakınındaki yerleri göstermişti. 

Amaç apaçık ortadaydı. 

Daha günler öncesinden Alman istihbarat teşkilatı BND’nin güdümündeki Alman medyasının ayarı bozulmuş, ağza alınmadık hakaretlerle Erdoğan’ın Köln’e gelmemesini istiyorlardı. 

Alman hükümeti ise resmî açıklamalarında Erdoğan’ın ‘usturuplu konuşması’nı isteyecek kadar terbiyesizlikte ileri gidiyorlardı. 

(...)

Merkel hükümeti en çok Almanya’daki Alevilerden ümitliydi. Ellerinden gelen tüm desteği vermekteydiler. Onların gösterileri, Erdoğan’ın konuşmasını ve yankılarını önemsizleştirecekti akıllarınca. Ama biraz daha teşvik edilmeye ihtiyaçları vardı. O teşvik, büyük bir tesadüf eseri Erdoğan’ın konuşmasından bir gün evvel, bir cinayetle geldi.

Hatırlayın, 22 Mayıs’ta, Okmeydanı’nda Almanya’dan beslenen grupların Türkiye’deki orijinalleri bir eylem düzenlediler ve ortalığı birbirine kattılar. O gün, Uğur Kurt adlı genç, Okmeydanı’nda cenaze için gittiği cemevinin bahçesinde vurularak hayatını kaybetti.

Hayatta hep böyle acayip olaylar olur, biz de bunlara tesadüf der geçeriz.
Oysa okumalarımız, tarihsel tecrübelerimiz, istihbarat teşkilatlarının cibilliyeti ve acımasızlığı bize pratikte öğretmiştir ki ülkelerin kendi çıkarları için ölenlerin hiçbir kıymeti yoktur.

Twitter’dan, bu cinayetin arkasında BND’nin komplosu olabileceğini yazdım. Uğur Kurt’u vuranın bir polis olduğu ortaya çıktı. Sonradan öğrendik ki bu polisin, polis olan babası da olay yerindeymiş. Yargılaması sürüyor.

Bu kadar şeyi yazdıktan sonra ‘Ee, ne olmuş, neyi ispat edebilirsin ki?’ diye sorabilirsiniz.

Cevabımı söyleyeyim: ‘Hiçbir şeyi’

Ama bazı tesadüfler ispat edilemez zaten. Misal, artık paralel yapı denen cemaat mensubu polislerin geçmişte ürettiği belgelere dayalı tesadüfler de böyle bir şeydi...”

ALMANYA NİYE DİNLEDİ?

Peki, tüm bu yazıların; “Alman İstihbarat Teşkilatı BND’nin, son 5 yıldır Türkiye’yi dinlemesi” ile ilgisi ne?..

Demiş ki Fuat Uğur:

Alman istihbarat servisi olan BND’nin Türkiye’yi dinlediği ortaya çıktı. Hem de 2009’dan beri dinliyorlarmış. Hükümetin başı Angela Merkel de bunu kabul etti ve özür dilemek yerine pişkin pişkin ‘Türkiye, ABD veya İngiltere değil. Türkiye ile ilgili her gelişme içişlerimizi yakından ilgilendirir’ dedi ve gerekçe olarak da ‘Türk hükümetinin siyasi hedeflerini Almanya’daki Türk dernek ve sivil toplum kuruluşlarıyla gerçekleştirmek istemesini’ gösterdi.(...)

Hep söylüyorum; Almanya bir polis ve istihbarat devleti... Orada yaşayan Türklerle Kürtler bunu çok iyi biliyorlar. Zaten ne kadar tehlikeli ve pervasız oldukları neo-nazi cinayetleriyle ortaya çıktı.

Aslında Merkel hükümetinin dinleme gerekçesi olarak dillendirdiği ‘Almanya’daki Türk dernekleri ile siyasi amaç gerçekleştirme’ hikâyesi tam bir martaval... Gerçek hedefin Türkiye’nin dünyada ve bölgede artan gücü olduğunu herkes biliyor.”

MERKEL’E VERİLEN DOSYA!

Evet, Fuat Uğur’un da yazdığı gibi; dinlemenin “Almanya’daki Türk dernekleri” ile ilgili olduğu gerekçesi, gerçekten de, tam bir palavra!..

Çünkü ben; benim de katıldığım bir ziyarette, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, Almanya Başbakanı Merkel’e bir “dosya” verdiğini, o dosyada; “Almanya’daki bazı Türk derneklerinin Türkiye aleyhinde faaliyette bulundukları”nın örnekleriyle anlatıldığını ve bunlara karşı “Almanya’nın bir an önce tedbir alması”nın istendiğini çok çok iyi biliyorum...

Şu hâle bakın;

Almanya, “Türkiye aleyhtarı faaliyetlerde bulunan dernekler”e karşı tedbir almak yerine, kalkmış, Türkiye’yi dinlemiş!.. Hem de, “o derneklerle ilişkili” olduğu gerekçesiyle!..

Üstelik; bu “dinleme”lerin “MİT tarafından deşifre edildiği” ortaya çıkınca da; Alman dergi ve gazeteleri, tamamen “suç bastırmak” ve “MİT’ten rol çalmak” için, güya “dinlemeleri kendileri ortaya çıkarmış” gibi yayına başlamışlar!..

Tam bir “yersen” metodu!..

DARBE GİRİŞİMLERİ VE...

Kıldı ki, Alman İstihbarat Teşkilatı BND’nin yediği ilk “halt” da değil bu!.. Alman vakıflarının, “CHP’ye parasal yardım yapmak” gibi, bir sürü haltları var... “Necip Hablemitoğlu cinayeti”nde rol alıp almadıkları, şu anda araştırılıyor!..

Ve yine; “Deniz Feneri” olayında “CHP ile işbirliği” yaptıkları, asıl amacın “Paralel’in önündeki bir engeli kaldırmak” olduğu herkesçe biliniyor!..

Ama, şurası doğru:

Türkiye, gerçekten de “büyümek”te, “risk” almakta, “Batı’ya bağımlı kalmak” istememekte ve Almanya’ya göre; gittikçe “Ne yapacağı kestirilemez bir ülke” haline gelmektedir!..

O halde, “durdurulmalı”dır!..

Şimdi, iyice anlaşılmıştır ki;

“7 Şubat MİT krizi”nin de, “Deniz Feneri’ne yönelik operasyon”un da, “Gezi kalkışması”nın da, “17-25 Aralık darbe girişimleri”nin de, “30 Mart ve 10 Ağustos’taki kirli ittifaklar”ın da arkasında Almanya vardır, Fransa vardır, Danimarka vardır, İngiltere vardır, Amerika vardır, İsrail vardır ve “Paralelciler” başta olmak üzere “yerli taşeronlar” vardır!..

Yani, işin içinde;

“Ölüm” de vardır,

“Kasıt” da!..

Hiçbir olay “kaza” değil, hiçbir olay “tesadüf” değil!..

Her şey plânlı, her şey hesaplı!..

Gözünü aç Türkiye;

Fotoğrafı iyi oku!..

****************************************************************

Celal Bayar Üniversitesi Rektörü’nden iddialara cevap

Dünkü; “Ya Paralel’i bitirirsiniz, ya da kendiniz bitersiniz” başlıklı yazımda; “Manisa’daki Celal Bayar Üniversitesi’nde neler oluyor?” diye sormuş ve “Üniversite’deki Paralelci kadrolaşma” iddialarını gündeme getirmiştim...

Yazım üzerine, Rektör Mehmet Pakdemirli aradı ve “iddia”larla ilgili açıklamalarda bulundu... Dedi ki; “Davul benim boynumdaysa, tokmak da benim elinde olmalıdır... Benim tarzım ve prensibim budur!”

Ardından da ekledi:

“Üniversitemde Paralelci olmadığını söyleyemem... Öğretim üyeleri ve personel arasında elbette Paralelciler vardır ama, ben onların kadrolaşmasına ve örgütlenmesine izin vermem!.. Kaldı ki, o Paralelci denilenler, benden önce işe alınmışlar!”

Dünkü yazımda; Doç. Dr. Ersel Obuz’dan da söz etmiş, onun “üniversite imamı” olduğu iddialarını aktarmıştım.

Aynı zamanda “Rektör Danışmanlığı” da yapan Ersel Obuz için, Rektör Pakdemirli dedi ki; “Ersel Obuz, artık Rektör Danışmanı değildir... İddialar üzerine kendi isteğiyle ayrılmıştır...” 

Peki, Aydoğdu Apartmanı’ndaki “Bilimsel Araştırma Merkezi” neyin nesi?.. Rektör Bey, o dairenin “dernek merkezi” olduğunu ama “rektör olduktan  sonra oraya pek uğrayamadığını” söyleyip, ekledi: “Oralarda bir karar alınıyor olabilir ama, ben o kararları uygulamam!”

Ve son sözü: “Sorumluluk bende ise, yetki de bendedir... Paralel örgütlenmeye de göz yummam, Dışarıdan Görevlendirme’ye de!”

Şimdilik bu kadar...

Ama, “devamı gelecek” gibi!..

yeniakit

Bu yazı toplam 409 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar