Füze Kalkanı... Ne kadar silah, o kadar düşman!

 
 
"Çok önemli" bir konuya, "çok basit" bir misalle başlamak istiyorum... Malûm, "Kilit, dosta karşıdır" diye bir sözümüz vardır... Bir yere çıkarken, tedbirimizi alır, kapımızı kilitleriz... Ama, kapıyı kilitlemek, "dost"lara karşıdır, çünkü "hırsız"ların açamayacağı kilit yoktur... "Hırsız"ın niyeti eğer "soygun" ise; "kilit üzerine kilit" de vursan, "soyulmak"tan kurtulamazsın!..
Çok çok eskilerde; ne "kilit" vardı kapılarda, ne de başka bir şey... Kapılar kapanır, nereye gidilecekse gidilirdi.
Sonra devran değişti ve "asma kilit"lerin yanı sıra, bir de "sürgü"ler yapıldı kapıların arkasına... Daha da modernleşince; "site"lerde oturmaya, sitelerin etrafına "kalın duvar"lar örmeye, üzerine de "dikenli teller" inşa etmeye başladık...
Tabiî, kapılarımızı da, "kale kapısı" gibi sağlamlaştırdık, üzerlerine "iki-üç kilit" yerleştirdik... Hatta, şimdilerde "göz" veya "parmak izi"ne göre açılan kapılar yapıldı... Sitelerdeki "güvenlik görevlileri" yetmiyormuş gibi, evlerimizi de "akıllı binalar" haline getirdik!..
Tüm bunlar niçin?..
Elbette "güvenlik" için!..
Kendimizi "güvende" hissedebilmek için almadığımız tedbir, harcamadığımız para kalmadı!..
Ama, yine de "diken üstünde"yiz!..
Öyle ya;
Etraf "hırsız" dolu!..
Her tarafta "düşman" var!..
ADALET OLSAYDI!
Peki, bu "hırsız"ları, bu "düşman"ları üreten kim?..
Elbette "bizler"iz... Evet, onları üreten, yine bizim kurduğumuz "sistem"ler!..
Eğer "adalet"e riayet etseydik, eğer "paylaşma"ya çalışsaydık, eğer hiç kimseyi "aç ve açıkta" bırakmasaydık, bu kadar "hırsız", bu kadar "düşman" olur muydu?..
"Bataklık" orada dururken, "sivrisinek"ler elbette üreyecek, elbette bize "zarar" vermeye devam edecek!..
"Bataklığı kurutacaksın" ki;
"Sivrisinek"ler üremesin!..
Ama bizler ne yapıyoruz;
Hem bataklığı besliyoruz, hem de "sivrisinek"lerden şikâyet ediyoruz.
Hem "adil paylaşım"a yanaşmıyoruz, hem de "hırsız ve düşman"dan yakınıyoruz!..
Geçenlerde Akit"te bir haber vardı; Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Alparslan Özyazıcı diyordu ki;
"Alkollü içkilerin ABD ekonomisinde yol açtığı zarar, yaklaşık 184.6 milyar dolar olarak hesaplanmıştır. AB ülkelerinde ise maddi zarar 125 milyar Avro olarak tahmin edilmiştir.
Bunlar dünyayı besleyebilecek bir rakamdır."
İşte, tablo ortada:
Sen Amerika ve Avrupa olarak "yer, içer ve kusar" isen, bu parada hakları olan "geri bıraktırılmış ülkeler"in "aç" insanları da sana diş biler, bir şekilde "intikam" almaya çalışır!..
Peki, sen ne yaparsın?..
Gelen veya gelmesi muhtemel "saldırı" ve "tehdit"lere karşı, başlarsın "silâhlanma"ya!..
Öyle ya, "tehdit" var!..
SİLAHA 1.3 TRİLYON DOLAR!
"Tehdit paranoyası" o hâle gelir ki, "bütçe"nin büyük kısmını "silâh üretimi"ne ayırırsın!..
İşte 2 yıl öncesinin rakamları:
Stockholm merkezli Uluslar arası Barış Araştırmaları Enstitüsü"nün araştırmalarına göre, "dünya ülkeleri"nin 2008 yılında "silahlanma"ya harcadığı para 1 Trilyon 339 Milyar Dolar"a çıkmış...
Yani, son 10 yıl içinde "askerî harcama"ların miktarı yüzde 45 artmış!..
Başı, elbette ABD çekiyor!..
Dünyadaki harcamaların yüzde 45"ini ABD"nin 547 milyar dolarla tek başına yaptığına işaret edilen raporda, Rusya"nın geçen yıl askeri harcamalarının yüzde 13 arttığı vurgulanmış...
Rapora göre, son 10 yıl içinde Kuzey Amerika"nın harcamaları yüzde 65, Ortadoğu"nun yüzde 62, Güney Asya"nın yüzde 57, Afrika ve Doğu Asya"nın ise yüzde 51 artmış...
Rapora göre, geçen sene silah harcamalarında İngiltere 59,7 milyar dolarla ikinci, Çin 58,3 milyar dolarla üçüncü, Fransa 53,6 milyar dolarla dördüncü, Japonya 43,6 milyar dolarla beşinci sırada gelmiş...
Bu ülkeleri Almanya 36,9, Rusya 35,4, Suudi Arabistan 33,8, İtalya 33,1, Hindistan 24,2 milyar dolarla izlemiş...
Rapordaki ilginç bir nokta da; dünya genelinde silah harcaması artarken, Türkiye"nin geçmiş yılların aksine silahlanmaya harcadığı miktarın azalması...
Türkiye 2007"de 2006"ya göre 14 milyon dolar daha az harcama yapıp silahlanmaya en çok para harcayan ilk 15 ülke arasına girmemiş...
Rakamlara bakınca, "adaletsizlik" kendiliğinden görülüyor...
Sen kalkar; "kendini savunmak" veya "bir ülkeye saldırmak" için 1.3 Trilyon Dolar harcarsan, "düşman"ı da kendi ellerinle üretmiş olursun!..
Bu kadar parayı "silahlanma"ya değil de, "insanlığın karnını doyurmaya" harcasaydın; ne "düşman" kalırdı, ne de "tehdit!"
İşin garip tarafı;
Hem kendi ellerinle "düşman" üretiyor, hem ona karşı "silah"lar geliştiriyor, hem de ondan gelecek "saldırı"lara karşı "savunma sistemleri" kuruyorsun!..
"Düşman güçlendikçe", sen de "silah"larını güçlendiriyorsun!..
Oysa, bu kadar parayı; "savaş"a değil de "barış"a harcasaydın; ne "saldırı"ya maruz kalırdın, ne de "tehdit" alırdın...
"Güven" içinde yaşar giderdin!..
Ama, Köroğlu demiş ya;
"Delikli demir icat edildi,
Mertlik bozuldu!"
Mertlik bozulunca da;
"Kalleşlik" geldi!..
Açık ve net söyleyelim;
Bugün, "kimin ne kadar çok silâhı var" ise, "en büyük kalleş" odur!..
LİZBON"DAKİ NATO ZİRVESİ!
Yazının başında da dedim;
"Çok önemli" bir konuyu, "basit bir misal"le anlatacağım... Anlattım işte; "kapı"dan, "kilit"ten başlayıp, "silahlanma"ya kadar geldik!..
Demek istediğimiz şu:
"Hırsız"lara karşı geliştirdiğimiz "kilit" sistemleri ile "düşman"lara karşı geliştirdiğimiz "savunma" sistemleri arasında hiçbir fark yoktur!..
Ne kadar hırsız, o kadar kilit!
Ne kadar düşman, o kadar silâh!..
Ya da, o kadar füze!..
Füzeye karşı da;
O kadar kalkan!..
Malûm; dün Portekiz"in başkenti Lizbon"da, NATO Devlet ve Hükümet Başkanları"nın katıldığı bir "zirve" toplantısı vardı... Dün başlayan toplantı, bugün sona erecek...
Bu 2 günlük zirvede, NATO"nun gelecek 10 yılına yön verecek olan Stratejik Konsept, karara bağlanacak.
ABD"nin bastırması ile NATO şemsiyesi altında Türkiye"ye, İran ve Suriye"ye karşı füze kalkanı yerleştirilmesi ihtimali çok ama çok kritik bir karar. Bu karar, Türkiye"nin "eksen"ini ve "yörünge"sini belirleyecek.
Türkiye füze kalkanı projesine dahil olmazsa "komşularla sıfır sorun konsepti"ne sadık kalmış gözükecek ama NATO"nun 10 yılına yön verecek Stratejik Konsept"ten ayrılacak, resmi olarak olmasa bile fiilen NATO"dan çıkmış olacak.
Yook, eğer "Füze Kalkanı Projesi"ne "evet" derse de; bir "cephe", bir "kanat", bir "kenar" ülke olmayı sürdürecek!..
ABD"NİN EN BÜYÜK KAZIĞI
Türkiye, gerçekten de "zor viraj"da!..
Öyle bir "ikilem" içinde ki;
Aşağı tükürse sakal,
Yukarı tükürse bıyık!..
Bir yanda NATO, yani ABD ve İsrail"in güvenliği, bir yanda İran ve Ortadoğu ülkelerinde oluşturulan imaj!..
Lizbon"da alınacak "menfi" bir kararın; Türkiye-İran ilişkilerine de yansıması, iki ülkenin de kaldırabileceği, kabullenebileceği bir durum değil.
Hele de Basra Körfezi"nden hatta Pakistan"dan Kızıldeniz"e ve Orta Afrika"ya kadar "yeni bir güç oluşumu"nun arayışları sürerken, bu arayış Batı"nın 21. yüzyıl küresel güç haritasını reddederken; ABD füzelerini İran sınırına yığmak, Türkiye"ye atılan en büyük kazık olacaktır.
Şu dönemde; "dünyanın ağırlık merkezi" değişirken, İsrail Genelkurmay Başkanı Gabi Aşkenazi bile; "Ortadoğu"nun yeni aktörleri ABD ve Batı değil, İran ve Türkiye"dir" derken, Türkiye "zor bir karar"la, daha doğrusu bir "emrivaki" ile karşı karşıya kalmıştır!..
Türkiye; ya ABD"nin cephe ülkesi, ya Avrupa"nın kenar ülkesi ya da "kendi coğrafyası" ve Avrasya"nın "merkez ülkesi" olacaktır!..
Kamuoyundan sesler yükseliyor:
"İran sınırında da, Suriye sınırında da füze istemiyoruz. Asyalı güçlerle Türkiye'yi karşı karşıya getirecek bu çıkışı kabullenmiyoruz.
Eğer ABD ile, NATO ile ittifak ilişkileri devam edecekse, adil bir ilişki üzerinde olmalı.
Elli yıl önceye dönüp, birilerinin cephe ülkesi, garnizon ülkesi olmaya razı olmak mümkün değil. Onların düşmanlarını düşman, dostlarını dost kabul etme, onlar için ölme, onların refahı için Türkiye'yi hırpalama dönemi çoktan geçti.
Üstelik bu çıkış, kötü niyetli, Türkiye'yi köşeye sıkıştırmaya, son yıllarda kendi çevresinde edindiği itibarı sıfırlamaya dönükken.. Kendi dostlarımızı belirleme, kendimiz için bir gelecek perspektifi çizme vakti şimdi. Topraklarımızda, komşularımıza yönelen füzeler, savunma hatları istemiyoruz...."
GÜL"ÜN SÖZLERİ
Kamuoyundan yükselen bu sesler, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından da kabul edilmiş olmalı ki, dün Lizbon"a giderken, şunları söyledi:
"Biz başından beri herhangi bir ülke, İran komşumuz veya başka bir ülke, bunların bu şekilde bir hedef gösterilmesini asla kabul etmeyiz, söz konusu da değildir. Ama tekrar söylüyorum, balistik füzeler birçok ülkede vardır, bugün olmayan ama yarın balistik füzeye sahip olacak olan ülkeler de söz konusu olabilir. Dolayısıyla bunlara karşı bir savunma sistemidir."
Kim ne derse desin;
Ankara; İran"ı ikna etmeden Füze Kalkanı Projesi çerçevesinde NATO füzelerinin kendi topraklarına yerleştirilmesini kabul eder ya da etmek zorunda kalırsa, şimdiye kadar elde ettiği tüm bölgesel ve uluslar arası güvenirlik ve saygınlığını kaybedebileceği gibi Tahran ile sağladığı karşılıklı güven ve dostluğa büyük bir darbe indirebilir.
NATO"nun, dolayısıyla ABD"nin amacı buysa, Türkiye "çok dikkatli bir yol izlemek" durumundadır!..
Görünen o ki;
Amaç, "bölgenin ve Avrupa"nın güvenliğini sağlamak" değil, "Türkiye"nin bölgedeki güvenirliliğini" dinamitlemektir!
GEBELE ÜSSÜ YETER!
Niyetleri, eğer gerçekten "İran tehdidi" olsaydı; Türkiye"ye "füze kalkanı" yerleştirmelerine hiç gerek kalmaz, Azerbaycan"ın başkenti Bakü"ye 70-80 kilometre uzaklıktaki "Gebele Radar Üssü"nü devreye sokabilirlerdi.
Çünkü, Gebele Üssü;
Balistik ve seyir tipi füzeleri 6.000 km uzaktan bile tespit edebiliyor. Başka bir ifadeyle Gebele Üssü, Kuzey Afrika, İran, Irak, Suudi Arabistan, Hindistan, Pakistan, Çin, Avustralya, Hint ve Atlas Okyanusları ve tabii Türkiye"yi stratejik anlamda izleyebiliyor, özellikle bu bölgelerden atılacak balistik füzeleri hemen tespit edebiliyor.
Ayrıca sadece atışları tespit ve izlemekle kalmıyor, füzelerin seyir rotasını da ölçebiliyor, buna göre füze imha edici sistemleri harekete geçirebiliyor. Kısacası, Gebele radarı çok etkin bir radar.
Gerçek amaç, "füzelere karşı kalkan" oluşturmaksa, al sana Gebele Üssü!..
Ama, niyet "Türkiye-İran ilişkilerini sabote etmek" ise, o zaman da, Türkiye bu "kalleşliği" görmek zorundadır!..
Gözümüz ve kulağımız Libzon"da!..
=================
Geç kalmış bir teşekkür
Bugün-yarın derken, bir de baktım, aradan 22 gün geçmiş... Gecikmiş de olsam; Başbakan Sayın Tayyip Erdoğan"a ve Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ"a, "teşekkür" etmek istiyorum.
Hatırlarsınız; 27 Ekim tarihli Ayna"da, "Atilla Özdür ağabey"in "imdat çığlığı"na yer vermiştim... Atilla ağabey, özetle diyordu ki;
"Bizim hanım, Uludağ Üniversitesi"ndeki üçüncü misafirliğinin 15. gününü doldurmuş bulunuyor. Kendisine son çare olarak önerilen ilaç, Finlandiya menşeili Simdax infüzyon çözeltisi 2.5 mg./5 ml. Adlı ilaç... Acilen Simdax temin edilmesini rica eder, saygı ve hürmetlerimi sunarım."
"Bayramını tebrik etmek" için dün aradığım Atilla ağabey dedi ki; "Yazının çıktığı gün firmadan 2 temsilci geldi, ertesi gün de ilacı temin edip hastaneye getirdiler... Allah"a şükür, yengen, o sıkıntıyı atlattı... Vesile olan herkese teşekkür ediyorum... Kusura bakma, telâşeden arayamadım!"
Ben de teşekkür ediyorum... Hem Sayın Tayyip Erdoğan"a, hem Recep Akdağ"a ve hem de "firma yetkilileri"ne... Gösterdikleri ilgi ve hassasiyet için, geç de olsa, "teşekkür"lerimi sunuyor, yengemize de "acil şifalar" diliyorum.

akit

Bu yazı toplam 1739 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar