Ebu Leheb’in Algı Yönetimi ve Taktikleri

Ebu Leheb’in Algı Yönetimi ve Taktikleri

Nuhbe yayınlarından çıkan “Namaz Okumaları” isimli eserden iktibas edilmiştir.

Ebu Leheb’in dönemsel tutumu ve taktiklerini güncel bilinçle kavrama adına parelellendirerek gidelim dersek:
1) Her pazarda, her çarşıda, her fırsatta Peygamber’in (s.a.v) peşi- ne takılıp “Ben Muhammed’in (s.a.v) amcasıyım, putlarımıza dil uzatıyor. İtibar etmeyin.” şeklinde bir çalışma ile yoğun bir itibarsızlaştırma çalışması güdüyordu. Bu algısını da akrabalık, yakını olmaklık ile des- tekleyip güçlendiriyordu. Peki, günümüz Ebu Lehebî taktiği ne yapıyor, misallendirelim ve sonra zihinlerde zaten yüzlerce benzeşen örnek hâsıl olacaktır inşaallah. Günümüz Ebu Lehebî taktiği itibarsızlaştırma propagandasını aslında aynı kalıptan sürdürür. Şöyle ki; “Konuya gayet yakınız, konuya vakıfız Muhammed’in Dini’ne iman etmiş olduğu nu söyleyenlerin ifadelerine itibar etmeyin. İlâhiyat okuduk, doktora yaptık, bu işin profesörüyüz, konuya uzak değiliz, Kur’an’da başörtüsü yok, falan ceza hukuku yok. Biz İslâm’ı Muhammed’in kendisi kadar bilebilecek yakınlıktayız.” şeklindeki yaklaşımlar, tıpkı Ebu Leheb’in taktiğinin bir parçasıdır.
2) Ebu Leheb ekonomik zenginliği ve Hâşimoğulları’ndan oluşu ile toplumsal itibarını kullanarak, halkı düşünmeksizin, akıl yormaksı- zın Muhammed’i (s.a.v) red etmeye ve kendi söylemlerine tâbi olmaya çağırıyordu. Bunun için de Kâbe’nin kutsallığını, putların atalardan miras birer kutsal olduğunu, Muhammed’in de (s.a.v) kutsal bir şeylerden bahsettiğini söylüyor “O da kutsal bu da kutsal, bildiğiniz kutsaldan vazgeçmeyin.” tarzında ezberde tutma ve zihinsel bulanıklık yolu ile hakkın perdelenmesini sağlıyordu.
Günümüz Ebu Leheb taktiğine bakarsak, algı operasyonu bugün için de neredeyse aynı işlemektedir. Şöyle ki; Tevhidî algı ve hakikati perdeleme adına bulandırılmış ve sulandırılmış sözde İslâm anlayışı ile yine kutsalları için dini terimleri ve din adamlarını kullanarak hakkı hak ile boğdurma taktiği kullanır.
Misalen; Tarihi bir olayın tarihsel bilinçle okunup ve bu okuma neticesinde hak kim, bâtıl kim, hilâfet nedir, saltanat nedir, Tevhidî İslâm nedir, halkın uyutulup kolay yönetilmesi için afyon olarak kullanılan İslâm nedir gibi soruların cevaplanarak hakkın ortaya çıkması için tarih okumalarında “Arap’la Arab’ın savaşı veya O da sahabe diğeri de sahabe, O da ictihad yapmış diğeri de.” şeklinde yaklaşımlarla zihinsel bulanıklığı artırıcı söylemleri destekleyen Ebu Lehebî zihniyet, diğer yandan en küçük Tevhidî şuura tahammül edemezken, aslî kutsalları perdeleyerek yanmaz kefen, “nalin-i şerif” şişe içerisindeki “Sakalı şerif” gibi ritüellerin yaygınlaşmasının önünü açar. Aslî kutsalın önüne geçebilecek ne kadar yeni üretim kutsal (!) varsa üretime ses çıkarmaz.
3) Ebu Leheb kendi içerisinde bölgesel ve Kureyşli mantıklı bir adamdır. Yani Ebu Leheb’in asıl derdi Mekke sınırlarında statükonun korunup put dinin varlığını sürdürmesidir. Aynı zamanda Kureyşli etnik kimliğinin statükonun aslî unsuru olarak kalıp şirke uygun örf ve adetlerinin devamiyeti derdindedir. Diğer beldeler, halklar, mazlumlar çok da umrunda değildir. Bu bağlamdan bakıldığında Ebu Leheb yöresel olması ve Kureyşli takıntısı ile ulusalcı, faşist zihniyet sahibidir. Çağdaş Ebu Lehebî zihniyet de tam böyle değil midir? Osmanlı coğrafyası dağıldıktan sonra cetvellerle, bastonlarla çizilen ülke sınırlarının başına atanan krallar, reisler ve tek adamlar aynı kabile kafasını milliyetçilik perdesi ile gizleyip, bin yıldır birlikte yaşayıp akraba olduğumuz halkların mazlumiyetini görürken “Bu falan ülkenin sorunudur. Bizim meselemiz bizim kavmimizin yaşadığı coğrafyadır.” diyerek faşist ve ulusalcı zihniyete Firavunlar’ın daha rahat sömürü, cinayet ve hırsızlık yapabilmesi için dolaylı yoldan yardım ve yataklık yapmaları, Ebu Leheb’den ne kadar farklıdır? “Yeter ki statükomuza zarar gelmesin, yeter ki putlarımıza bir şey olmasın, banane haktan, zulümden, sömürüden!” diyen zihniyet dönüp içeride kendi halkına da Ebu Lehebî baskıyı yaparken, “Ebu Leheb tarihseldi.” diyebilir miyiz?
4) Peygamber’in (s.a.v) pişirilmekte olan yemeğine kötü şeyler karıştıracak kadar alçaklığın dibini bulmuş olan Ebu Leheb, akrabalık örfünü kullanarak her an yeni bir kışkırtma ve provokasyona açık, gergin atmosferin varlığına ihtiyaç duyuyordu. Sürekli toplumsal atmosferi gergin tutup, gerginlikten nemâlanarak ideolojisinin ömrünü uzatmanın yollarını arıyordu. Günümüzdeki küresel ve bölgesel Ebu Lehebî otoriteler de aynı değil midir? Sürekli mü’mini mü’mine kışkırtarak, mezhebsel aidiyetleri kullanarak, her daim savaş psikolojisi ile nemâ- lanıp, öz kaynakları halkın aleyhine taşıyarak kendi ideolojilerinin ömrünü uzatıp hakikatin ortaya çıkmaması için her türlü provakatif ortamı hazırlayanlar, Ebu Leheb’in çağdaş versiyonları değil midir?