“Din Gününde” Şefaat Var mıdır?

“Din Gününde” Şefaat Var mıdır?

Şefaat” taraftarları ve karşıtları gibi iki ayrı grubun oluştuğunu tarihte de bugün de görmek mümkün.

Şefaat” hakkında konuşan üç kesim gö-
rürüz. Şöyle ki;
1) Şefaat karşıtları
2) Şefaat pazarlamacıları ve alıcıları
3) Şefaatı doğru anlayanlar
Tarihte de günümüzde de yaşayan bir gerçek var ki o da; birtakım insanların müntesipleri oldukları topluluklara aidiyet sağlamak, çoğal-
mak, itibar görmek için “Kim ki bizden olursa kendisine ‘Şefaat’ edi-
lecek” veya “Falan efendi müntesiplerine ‘Şefaat’ edecek” gibi asılsız, mesnedsiz, tahayyülden öteye geçmeyen iddialarla ortalıkta dolaşması ve yine bazı kişilerin “Şefaat vardır.” diyerek dinin ameliyesinde gev-
şeklik göstermeye meyletmesi karşısında “Şefaat, mefaat yoktur!” tep-
kisi ile tartışma ve kargaşaya dönüşen “Şefaat” konusu maalesef Kitab ve Sünnet’in dışında bir alanda ele alınır olmuştur ya da Kitab’ın ve Sünnet’in tam olarak ele alınmaması ile konu daha da karmaşık hâle gelmiştir.
Şefaat vaad ederek, şefaat nimetini geçimlik yapanlar ve karşıtlarını bir kenara koyalım. Şefaat hakkında bilinmesi, idrak edilmesi gereken doğru bilgiye ulaşma adına ayet ve Hadisler’i tefekkür ve tahkik eder-
sek en başa, Buhari ve Müslim’de geçen ve bu konuda çokça öne geti-
rilen sahih Hadis-i Şerifi ele alalım. Rivayet şöyledir;
“Ey Rasulullah’ın kızı Fâtıma! Sen de kendini Allah’tan satın almaya çalış, zira senin için de bir şey yapamam!” (Buhari, Müslim)
Bu Hadis-i Şerif burada dururken şefaat konusundaki ayetlere ba-
kalım:
“Artık onlara şefaatçilerin şefaati fayda vermez.” (Müddessir 48)
“Yaklaşmakta olan o felaket (kıyamet) gününü de onlara haber ver. O dem ki yürekler gırtlaklara dayanmıştır, yutkunup dururlar. Zâlimler için ne ısınacak bir dost vardır, ne de sözü dinlenecek bir şefaatçi.” (Mü’min 18)
“Allah’ı bırakıyorlar da, kendilerine ne fayda, ne de zarar vere- bilecek olan şeylere tapıyorlar ve ‘Bunlar bizim Allah katında şefa- atçilerimizdir.’ diyorlar. De ki, ‘Siz Allah’a göklerde ve yerde O’nun bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz?’ Allah onların ortak koş- tukları şeylerin hepsinden münezzehtir.” (Yunus 18)
“Yoksa Allah’tan başka şefaatçiler mi edindiler? De ki: ‘Onlar hiçbir şeye güç yetiremezler ve akıl erdiremezlerse de mi (böyle yapa- caksınız?)’ ” (Zümer 43)
Yukarıdaki Hadis-i Şerif ve Rasulullah’ın Hanımları’na da benzer tembihleri ve şefaatle ilgili verdiğimiz ayetlere binaen “Şefaat yoktur!” sonucuna varanlar, şu aşağıda verecek olduğumuz ayet ve Hadis-i Şe- rif’lere de bakmalıdırlar:
“O gün, Rahmân’ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut ol- duğu kimselerden başkasının şefaatı fayda vermez.” (Taha 109)
“Allah, onların önlerindekini de, arkalarındakini de (yaptıklarını ve yapacaklarını) bilir. Onlar, Allah’ın hoşnut olduğu kimseden başka- sına şefaat etmezler. Hepsi de O’nun korkusundan titrerler.” (Enbiya 28)
“Allah’ın huzurunda şefaat da fayda vermez. Ancak izin verdiği kimseninki müstesna. Nihayet kalblerinden dehşet giderildiği zaman ‘Rabbiniz ne buyurdu?’ derler. (şefaat sahipleri de): ‘Hakkı söyledi’ derler. O, her şeyden yüksek ve büyüktür.” (Sebe 23)
“De ki: Bütün şefaat Allah’ındır. Göklerin ve yerin mülkü O’nun- dur. Sonra hep döndürülüp O’na götürüleceksiniz.” (Zümer 44)
“Göklerde nice melek var ki Allah’ın dileyip razı olduğuna izin vermeden önce onların şefaatları hiç bir işe yaramaz.” (Necm 26)
“Ve öyle bir günden sakının ki, o gün kimse, kimsenin yerine bir şey ödeyemez, kimseden fidye kabul edilmez ve ona şefaat de fayda vermez, hiçbir taraftan yardım da görmezler.” (Bakara 123)
İnsanların cehenneme gitmesinden, insanları İslâm’a davet etmek yerine İslâm’da olanları da tekfir edip, asıp kesmekten haz alan “Hari- ciye” zihniyetinin de “Şefaat” konusunda sahabe ile tartışmasına dair bir rivayeti aktaralım:
Yezid b. Süheyb el-Fakir anlatıyor: “Haricîlerin görüşlerinden biri içime işlemişti, haccetmek, sonra da (propaganda yapmak üze-
re) insanların karşısına çıkmak arzusuyla, kalabalık bir grup içe-
risinde yola çıktık. Medine’ye uğradık. Orada Cabir b. Abdullah (r.a), insanlara Hadis rivayet ediyordu. Bir ara cehennemlikleri zikretti. Ben: ‘Ey Rasulullah’ın arkadaşı! Sen ne konuşuyorsun? Hâlbuki Allah Teâlâ hazretleri: ‘(Ey Rabbim!) Ateşe kimi atarsan mutlaka onu rezil rüsva edersin.’ (Al-i İmran 192); ‘Ateşten her çıkmak isteyişlerinde oraya geri çevrilirler’ (Secde 20) buyurmaktadır’ de-
dim. Hz. Cabir:
‘Sen Kur’an’ı okuyor musun?’ dedi. Ben de:
‘Evet!’ dedim.
‘Öyleyse onun evvelini oku! Çünkü o, küffar hakkındadır!’ dedi ve sonra ilave etti:
‘Sen, Allah’ın Muhammed’i (s.a.v) dirilteceği Makam-ı Mah-
mudu işittin mi?’
‘Evet!’ dedim. Dedi ki:
‘O, Muhammed’e (s.a.v) mahsus Mahmud Makam’dır. Allah Teâlâ hazretleri o makamın hatırına, cehennemden çıkaracakları-
nı çıkarır!’
(Hz. Cabir) sonra, Sırat köprüsünün konuluşunu ve üzerinden insanların geçişini tavsif etti. Biz:
‘Bu ihtiyarın, Aleyhissalâtu vesselâm hakkında yalan söyleye-
ceğini mi zannedersiniz?’ dedik ve Haricîlikten rücû ettik. Hayır! Vallahi bizden bir kişiden başka, Haricîlikte kalan olmadı.” (Müslim)
Konu İle İlgili Bazı Hadis-i Şerif’ler Şöyledir:
Hz. Enes (r.a) anlatıyor: “(Bir gün), ‘Ey Allah’ın Rasulü! Kıya-
met günü bana şefaat edin!’ dedim. ‘İnşaallah yapacağım!’ buyur-
dular. Ben tekrar:
‘Sizi nerede arayıp bulayım?’ dedim.
‘Beni ilk aradığın zaman Sırat üzerinde ara!’ buyurdular. ‘Size (orada) rastlayamazsam?’ dedim. ‘Mizan’ın yanında beni ara!’ buyurdular. ‘Orada da size rastlayamazsam?’ dedim. ‘Öyleyse beni havzın yanında ara! Zira ben üç mevkinin dışına
çıkmam!’ buyurdular.” (Tirmizi)
Ebu Davud, İbni Mâce)
Hz. Cabir (r.a) anlatıyor: “Rasulullah (s.a.v) buyurdular ki: ‘Şefaatim, ümmetimden büyük günah sahipleri içindir.’ ” (Tirmizi,
Bu minvalde uzunca birkaç Hadis-i Şerif daha vardır. İlgilisi Kütü-
bü Sitte de “Şefaat” babına baktığında görecektir. “Cehennemden kur-
tulabilen Mü’minler” başlığında da bir takım Hadis-i Şerif’ler de yine şefaat konulu idi.
Konuyu etralıca takip ettiğimizde bilgi olarak ulaştığımız netice şudur:
1) Şirk ve küfür ehline herhangi bir “Şefaat” söz konusu değildir.
2) Şefaat konusunda tek yetkili Allah Teâlâ’dır. Allah Teâlâ’nın “Şefaat” yetkisi verdiği başta Rasulullah (s.a.v) ve rivayetlerde zikre-
dilen şehid, hafız, salih kimseler yine Allah’ın şefaat için izin verece-
ği günahkâr kullara veya derecesi yükseltilecek kullara şefaat edebilir. Yani Allah Teâlâ’ya müracaatsız, icazet almadan birinin bir diğerine şefaati söz konusu değildir. Rasulullah’ın (s.a.v) Enes’e (r.a) “İnşaal-
lah”demesi de böyledir.
“Şeff” kökünden gelen “Şefaat” kelimesi “eş”, “Şafii” kelimeleri ile köksel olarak ilintilidir. Şefaatı olan bir nevi kefil, aracı, eş olmuş olur. “Kevser havuzu” hadisinde Rasulullah’ın Ashâb’ından bir kısmına şe-
faatçi olamaması ile de görüyoruz ki “Din Günü”nün yegâne otoritesi Allah Teâlâ’dır. Hadis şöyledir;
İbni Mes’ud (r.a) anlatıyor: “Rasulullah (s.a.v) buyurdular ki: ‘Ben havzın başına sizden önce geleceğim. Bana sizden bazı kim-
seler yükseltilip (gösterilecek). O kadar ki, eğilsem onları tutarım. Ama hemen geri çekilecekler.
‘Ey Rabbim! Bunlar benim Ashâbı’m!’ derim. Ama bana: ‘Senden sonra bunların ne bid’alar yaptıklarını sen bilmezsin!’
denilir. Ben de:
‘Dini benden sonra değiştirenler rahmetten uzak olsun, rahmet-
ten uzak olsun!’ derim.’ ” (Buhari Müslim)
Anlıyoruz ki “Şefaat”, Allah’ın genel veya özel yetkilendirmesi ile Rasulullah’a (s.a.v) ve başkalarına verdiği hakkın, kullanımını ve şart-
larını yine Allah Teâlâ’nın belirleyeceği bir konudur. Burada anlaşılan odur ki; Mü’min umutsuzluğa düşmeyip günahlarına rağmen kendisine şefaat sağlattıracak güzel amellerle Rabbine gidebilmelidir. Şefaat is-
teyebilme yüzlülüğü ile Ahirete gidip, kendisine şefaat izni çıktıktan sonra şefaatçinin de sağlam bir gerekçesi olması için defterine güzel şeyler yazdırmış olması akl-ı selimin gereğidir.
Rasulullah’a (s.a.v) “Sen peygambersin, biz ise senin gibi değiliz. Sana cennette yakın olmak, seni orada görüp ziyaret etmek isterim. Beni orada da yanına alır mısın?” diyen sahabeye, Rasulullah’ın (s.a.v): “Nafilelerinle bana yardımcı ol.” diye, cevap vermesi de böyledir.
En başa koyduğumuz “Fâtıma” hadisine dönersek, Rasulullah (s.a.v) Fâtıma’ya (r.anh) neden böyle söylemiş olabilir? Hz. Fâtıma’nın (r.anh) “Cennetteki dört üstün hanım”dan biri olmaklığına dair kesin rivayetler varken, Rasulullah (s.a.v) neden böyle bir uyarıya gerek duymuş olabi-
lir, diye tefekkür edersek:
Bunun birçok sebebi olabilir şöyle ki;
1) Rasulullah (s.a.v) Hz. Fâtıma (r.anh) vesilesi ile Ashâbı’na ve bizlere ciddi bir tembihte bulunmuş olabilir.
2) Sevgili kızının babasına güvenip amellerinde gevşeklik göster-
mesinden endişe duymuş olabilir.
3) Rasulullah (s.a.v) sahabeye “Nafilelerinle bana yardımcı ol.” dediği gibi derece bakımından Hz. Fâtıma’nın (r.anh) Rasulullah (s.a.v) ile aynı cennette ikâmet etmek isteyişini teyid için öyle söylemiş ola-
bilir. Zira Rasulullah (s.a.v) Hz. Fâtıma (r.anh) konusunda çok hassas davranır. Hz. Fâtıma’yı diğer insanlardan çok daha fazla denetler, üzerine titrerdi. Hz. Ali (r.a) ve Hz. Fâtıma (r.anh) sabah namazlarında kalkıp kalkmadıklarını, henüz uyanmamışlarsa kapılarından seslenerek onları uyandırdığını biliyoruz. En başa koyduğumuz Hadis’te Rasulul-
lah’ın (s.a.v): “Allah’tan kendini satın al!” demesinden de anlıyoruz ki Hz. Fâtıma’yı (r.anh) seçkin, makbul bir ameliyeye sevk etmek iste-
yişi de bu yönlü olsa gerek (Allah-u Alem).
Yine aşağıda aktaracağımız iki Hadis aynı minvalde bir menzil çiz-
mektedir.
Sevbân (r.a) anlatıyor: “Rasulullah’ın (s.a.v) yanına Fâtıma Bintu Hübeyre, elinde altından iri yüzükler (Feth) olduğu hâlde gelmişti. Hz. Peygamber (s.a.v), kadının ellerine vurmaya başladı. Fâtıma da hemen (oradan sıvışıp) Rasulullah’ın kerîmeleri Fâtı-
matu’z-Zehrâ (radıyallahu anhâ)’nın yanına girdi. Ona Rasulul-
lah’ın (s.a.v) kendisine olan davranışını anlattı. Bunun üzerine Hz. Fâtıma (radıyallahu anhâ) boynundaki altın zinciri çıkarıp: ‘Bunu bana Hasan’ın babası Hz. Ali (r.a) hediye etti’ dedi. Zincir daha elinde iken Rasulullah (s.a.v) yanlarına girdi ve şunu söyledi:
‘Ey Fâtıma! Halkın: ‘Rasulullah’ın kızının elinde ateşten bir zincir var!’ demesi seni memnun eder mi?’ dedi ve böyle diyerek oturmadan geri dönüp gitti. Bunun üzerine Fâtıma (radıyallahu anhâ) zinciri çarşıya gönderip sattırdı, parasıyla bir köle satın aldı ve onu azad etti. Bu olanlar Rasulullah’a (s.a.v) anlatılınca: ‘Fâtı-
ma’yı ateşten kurtaran Allah’a hamdolsun!’ buyurdular.” (Nesai)
Abdullah b. Amr ibni’l-As (r.a) anlatıyor: “Rasulullah (s.a.v) ile birlikte bir ölü defnettik. Defin işi bitince Aleyhissalâtu vesselâm’la birlikte ölünün (çıktığı evin) kapısının hizasına kadar geldik. Ora-
da gelmekte olan bir kadınla karşılaştık. Zannımca, Aleyhissalâtu vesselâm onu tanıdı. Bu, Hz. Fâtıma (r.anh) idi.
‘Evden niye ayrıldın?’ diye sordu.
‘Şu ölünün sahibine geldim. Ölülerine olan merhamet duygu-
larımı onlara ifade ettim. (Allah rahmet etsin dedim) -veya ölüleri sebebiyle onlara taziyede (başsağlığı dileğinde) bulundum’ dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
‘Belki sen onlarla birlikte kabirlere kadar vardın!?’ dedi. Hz. Fâtıma:
‘Allah korusun! O hususta sizin zikrettiğiniz günahı işittim, (hiç kabre kadar gider miyim!)’ dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
‘Eğer onlarla kabirlere kadar gitmiş olsaydın...’ diyerek ciddi bir tehditte bulundu.269 (Ebu Davud, Nesai)
4) Yukarıda saydığımız sebeplerin tamamının da tek sebep içinde olması mümkündür. Yine “Amellerine dikkat et senin için bir şey ya- pamam.” ifadesinden “Dikkat edersen bir şey yapabilirim.” anlamını çıkartmak da mümkündür. (Allah-u Alem)
Netice olarak Mü’min, “Din Gününün” tek otoritesinin Allah oldu- ğunu unutmadan Rasulullah’a (s.a.v) verilmiş olan şefaat hakkı ve bi- lemediğimiz seçkinlere verilecek olan şefaat hakkından istifade edebil- mek için kendi kırbasına, heybesine Allah’ın hoşnut olacağı güzel salih ameller koymalıdır. Rasulullah’ın sünnetini yaşayarak, Ehl-i Beyt’e ve seçkin Ashâbı’na hürmetsizlik yapmadan, istikametli bir din anlayışı ile yaşayıp şefaat isteyebilme yüzlülüğünde olabilmektir. Kimsenin ame- linin yetmediği, durduk yere kimseye şefaatin olmadığı, Peygamber’in (s.a.v) ve yakınlarının çokça ibadet edip, kullukta son derece hassas davrandıkları aşikâr ve şüphesiz iken hangi akıl sahibi ameline veya birinin şefaat pazarlamasına itibar edip gevşeklik gösterebilir? Ya da Allah Teâlâ “Din Günü”nün sahibi iken açıkça Kitab’da şefaatten bah- setmişken şefaati tümden yok saymak kimin haddinedir? O günden korkarız iman edip amel ederiz. O günden umutluyuz yine iman edip amel ederiz.
“De ki: ‘Ey haddi aşarak nefislerine karşı israf etmiş olan kul- larım! Allah’ın rahmetinden ümid kesmeyin. Çünkü Allah, bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.’ ” (Zümer 53)

Nuhbe yayınlarından çıkan “Namaz Okumaları” isimli eserden iktibas edilmiştir.