İbrahim Küçük

İbrahim Küçük

Değişimde Alim ve Toplum Etkeni

Tüm değişimlerin kendilerine özgü kaideleri vardır. Fiziksel, kimyasal değişimlerin somut kaideleri olduğu gibi toplumsal değişimlerinde somut denilebilecek kaideleri vardır. Durum felsefesi açısından; "toplumsal değişim" başlığını farklı menzillere taşımak mümkündür. Toplumun olumluluk ya da olumsuzluk açısından değişiminden söz edilebileceği gibi yine toplumun iktisadi, teknik, bilgi, bilinç v.s yönlerinden değişimi de söz konusu edilebilir. Ama tüm bu yönleri olumluluk ve olumsuzluk menziline taşıyacak olan asıl değişim yönünün ahlaklılık ve şahsiyetlilik yönü olduğunun üzerinde durmak, felsefenin uzattığı yolu vahiy ve akıl kısa zamanda kat edecektir.
   Toplumsal değişimi sağlayacak olan ana kaide yine o toplumun kendi içerisinde gizli olması Sünnetullah'ın bir gereğidir. "Her insan için önünden ve arkasından takip edenler vardır. Allah'ın emrinden dolayı onu gözetirler. Allah bir kavme verdiğini, o kavim kendisini bozup değiştirmedikçe değiştirmez. Allah bir kavme de kötülük murad etti mi, artık onun geri çevrilmesine de imkân yoktur. Onlar için Allah'tan başka bir veli de bulunmaz" (Rad 11). Toplumun kendi değişim yönünü benimsemesine göre nihai takdir toplumun varış noktasını belirleyecektir. "Toplumun kendi değişim yönünü belirleme ana kaidesinde ne gibi etken roller vardır" başlığı altında "Ulema'nın toplumsal değişimde rolü nedir?" alt başlığına yönelirsek, cevabımız ister istemez; toplumsal değişimin ahlaklılık ve şahsiyetlilik yönünde ulemanın rolü birincildir, ifadesi olacaktır. Zira; ""alimler peygamberlerin varisleridir" Şerefli Söz'üne binaen toplumsal değişimde birincil etken hiç şüphesiz peygamberlerdir. Dolayısıyla değişimde peygamberlerin rolü ne ise ulemanın da rolü odur. Ve bilinmelidir ki alim şahsiyet başta Hz. Muhammed (s.a.v)'in ilmen ve hâllen varisi olduğu gibi sadece hâllen olmak kaydıyla diğer peygamberlerden her hangi birinin de varisi olarak değişimde etkenlik rolünü üstlenebilir. İslam akaidine ve şeriatına tam bir teslimiyet gösteren âlim şahsiyet netice ve hâl olarak bir Lut(a.s)'a ya da Zekeriyya(a.s)'a varis olabilir. Yani gayreti ve tevhidi çalışmalarının neticesinde yaşadığı beldeyi ıslah etme muvaffakiyetine eremeyebilir. Ahlaklılık ve şahsiyetlilik yönünde toplum değişim istemsizliği gösterdiğinde âlim kişi varislikten azledilmediği gibi bilakis zahiren başarısızlık gibi gözükse de hakikatte âlim şahsiyet çok yüce mertebeleri elde edebilecek bir kıvamı yakalamıştır. Çünkü; tarih sürecinde tüm tevhid erlerinin ektiği tohumlar Hatemullah(s.a.v) ve seçkin Ashab'ı (r.anh) eliyle hasata dönüşmüştür. Tabiin döneminde, varis ulema eliyle unu ve hamuru yapılan bu hasat tabe-i tabiin döneminde yine varis ulema eliyle ekmeğe dönüştürülerek kıyamete kadar ümmete rızk-ı maneviye olmuştur. Bunun içindir ki muvaffakiyete ulaşamamış gözüken ehl-i ilim aslında istikbaldeki zaferin tohumlarını eken şerefli bir muzafferdir.
    Ahlaklılık ve şahsiyetlilik yönünde toplumsal değişime ivme kazandıran ulema, üstlendiği rolü icra ederken iki temel problemle karşı karşıya kalacaktır. Bu problemler karşısında takındığı tavra göre değişimdeki etkenliği kısa ya da uzun vadede anlam kazanacaktır. Varis ulemanın karşılaştığı ilk problem; halk problemidir.
    Halk problemi; ulemanın zorlanacağı en büyük sorundur. Âlim şahsiyet ilmi ve takvası sayesinde nefsin ve şeytanın çoğu çalımlarından sıyrılmıştır. Hatta bir çoğuna göre imkânsız denilebilecek ilmi eserleri hıfzetmiş, ahlak ve ruh yüceliğine ermiştir. Ama halk sorunu bu sorunların hiç birine benzemez. "Nefis yetmiş şeytan gücündeyse" yetmiş milyonluk bir ülkede yetmiş milyon nefis sahibi var demektir. Ve bu yetmiş kere yetmiş milyonun ahlaksızlık ve şahsiyetsizlilik yönünde bir değişim sürecine endekslenerek tağuti sistem eli ile gayr-i tevhide koşturulmak istendiği bir toplumda varis ulema karşılaşacağı halk direnişine karşı ne yapacaktır? Evet, her zaman rejimler ve işgalciler halk direnişiyle karşılaşmaz. Ahlaksızlık ve şahsiyetsizlilik yönünde bir değişimi kabullendiği için Sünnetullah gereği arzu ettikleri yönde durumları değiştirilen halk kitlelerinin tevhidi değişimde rol üstlenen ulemaya direniş göstermesi tabiidir. Böylesi bir toplumun en belirgin özelliklerinden birincisi; söylem ve ibadi tarzlarında islami motifler gözükse de ahlaklılık ve şahsiyetlilik noktasında kokuşmuşluk hâkimdir. İkincisi; bu toplumda "din adamı" olağanlık kazanmıştır. "Din adamı" sınıfının olağanlık kazanması bir toplum tevhid-i sapmaya uğramasının en belirgin alametidir.
    "Din adamı" sınıfının olağanlık kabulünün gerçekleştiği bir toplumda varis ulemanın üstleneceği rol, hâl açısından genelde Muhammedi olmayacaktır. "Din adamı" sınıfının oluştuğu evvel ümmetlerden herhangi bir peygambere varis-i hâl olacaktır. Çünkü ümmet-i  Muhammed'in en belirgin özelliği; her müminin "dinin adamı" sıfatında olmasıdır. Tevhidi sapmaya uğramış ümmetlerin en belirgin özelliği ise; "din adam"ı sınıfının oluşturularak dini yaşamanın ve din konusunda ah kâm kesmenin belli bir zümreye aidiyeti zanının akaid haline dönüşmesidir. Bu bağlamda varis ulemanın değişim sürecinde üstleneceği rol; Yahudi ve Hıristiyan temayülüne girmiş halk kitlelerine evvel peygamberlerin varis-i hâlli olarak yaklaşmaktır. Karşılaşılacak direnişte de Bediri zafer ummadan Zekeriyevi bir neticeye razı olup tevhidi direniş göstererek "tek başına bir ümmet" olmayı göze alarak İbrahimi hâlde mirası korumaktır.
    Varis ulema sözde ahlaklanmış ama şahsiyetsizleşerek Nasraniye'ye varis-i hâl olmuş topluma, tevhidi ahlak ile birlikte tevhidi şahsiyette kazandırarak ahlaklılık ve şahsiyetlik değişiminde İsevi bir varis-i hâlliğini icra eder. Ya da sözde şahsiyetlenmiş ama ahlaksızlaşmış Yahudiyye'ye varis-i hâl olmuş topluma, tevhidi şehsiyet ile birlikte tevhidi ahlak da kazandırarak Musevi bir varis-i hâl ile misyonunu sürdürür. Ahlaksızlıktan şahsiyetini kaybetmiş veya şahsiyetsizlikten ahlakını yitirmiş toplumları Hatemul Enbiya (s. a.v)'in gösterdiği sırat-ı mustakıme doğru yönlendirerek nihayette ilmen ve hâllen Hz. Muhammed (s.a. v)'e varis olur. "Din adamı" sınıfının olağanlaştığı böylesi bir toplumda varis ulemanın da "din adamı" damgasını yemesi kaçınılmazdır. Bu durumda varis ulema bir yandan topluma "din adamlığı"nın batıllığını ispat eder diğer yandan da; "dinin adamlığı"nın batıllığını ispat ettiği bireylerin henüz ilmen kemale ermemiş olmalarına rağmen "biz de senin kadar dinin adamıyız" tarzı kafa tutmalara maruz kalacaktır. Tıpkı; Firavun'a karşı şahsiyetliliği Musa(a.s)'dan öğrenen İsrail oğullarının Musa(a.s)'a kafa tutmaya başlaması gibi... Ya da peygamber sağnağına uğrayıp tevhidi ahlak ve şahsiyetliliğini kazandıktan sonra ahlaklanmanın ve kulluğun sınırlarını ruhbaniyete taşıyarak şahsiyeti yitirerek Sezarlara direniş gösteremeyip mezheb kavgasına soyunan ruhban din adamları gibi yanındakine sataşma basiretsizliği ile uğraşacaktır.
    Tevhidi değişimde toplumla ilişkilerini iyi tutması gereken varis ulema, Vahy'in emirleri ile halkın beklentileri arasında sıkıştığında asla kalabalıklara rağbet etmeyecektir. Varis ulemanın derdi ve rolü kalabalıkların yahut insanların gönlünü kazanmak değildir. Islah olmakla gayreti olmayan ara sıra mistik ruh hallerine bürünerek canı din konuşmak istediğinde âlimin yanına varan ama ruh yüceliğini elde etmeden âlimden kendisine Yunus Emre muamelesi bekleyenlere yüz vermeyen varis ulema insanların nezdinde kibir sahibi gözükse de uhrevi olarak kendisine ve o insanlara en güzel iyiliği yapmıştır. Çünkü bu tavrı ile belki ıslah olunabilirlik kapısını açık tutmuştur. Böylesi durumlarda teslim ve terbiye olmakla direniş gösteren halk kitlelerine ve bireylerine karşı âlimin zihnindeki şu ayet-i kerime hep gözünün önündedir: "Aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet. Onların keyiflerine uyma. Allah'ın sana indirdiğinin bir kısmından seni saptırmalarından sakın. Eğer Allah'ın hükmünden yüz çevirirlerse, bil ki Allah, bir kısım günahları sebebiyle onları musibete uğratmak istiyor. Muhakkak ki insanların çoğu yoldan çıkanlardır." (Maide 49)
    Nebevi varis ulemanın toplumsal değişimle üstlendiği tebliğ ve irşad rolünde karşılaşacağı ikinci zorluk; tağuti rejim zorluğudur. Rejimin baskısını ve tehdidini bir kenara bırakırsak değişim sürecinde varis ulemayı uğraştırıcı asıl konu "sahte ulemalar"dır. Peygamberlerin sahtesi olduğu gibi sahte peygamberlerin sahte varisleri de mümkündür. Gerçek peygamberin sahte varisi de mümkündür. Bunlar tıpkı sütkardeşliğini delil göstererek Fıkh-ı feraizden pay çıkarmaya çalışan kırkbirinci sahte hâl sahiplerine benzerler. Tağuti rejim, "din adamı" sıfatının olağanlaştığı toplumlarda sahte varisleri emir alıcı makamına erdirir. Sahte varis ise rejimin hukuku ile ilahi hukuk arasında sıkıştığında müctehid ve muceddid taklidine bürünerek, engin tevil ve tefsirlerle(!) halkı İslam'ın elinden kurtararak(!) inanılan ama iman edilmeyen bir dinin adamı olmaklığını icra eder. Bu hâl de değişimde negatif bir rolün varlığıdır. Böylelikle cahil halk kitleleri vahye dayalı bilgi ile rejime dayalı bilgiyi ayırt edemez. Tenis maçı seyredercesine bir o yana bir bu yana bakar. Tıpkı; büyücülerin büyüsü ile Musa(a.s)'ın mucizesini ayırt edemeyen Firavun hanedanı gibi... Varis ulema bu tür hallerde asasını atmaktan korkmayacaktır. İslam hukukunun indiriliş maksatlarına aykırı davranmayarak, hicabı cild kanserine, eski devirlerdeki erkeklerin hadsizliğine bağlamayan, domuz etinin haramlığını sağlık gerekçesi ile, namazın farzlığını spor gerekçesiyle dayandırmadan tebliğ edecektir.
    "Biz sana Kitab (Kur'ân)ı hak olarak indirdik ki, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği şekilde hüküm veresin. Sakın hainlerin savunucusu olma!"(Nisa 105) Ayet-i Kerimesini göz ardı etmeyen varis ulema tevhid eksenli ahlak güzelliği ve ruh yüceliğine talip olup değişim isteyen toplumları tebliğden sonra irşad edebilecektir. Yoksa ticaret fıkhında dahi ittifak edemeyip nefsinin arzularını fıkhın üstünde gören sözde islami toplumlarda, ulemanın oynayacağı tek rol; yalanlanmak, eziyet görmek, iftira, haksızlığa uğramak ve dışlanmaktır.
    Netice olarak; varis ulemadan Muhammed-i bir mirasçılık hâlli umanlar Sıddıki, Ömeri, Osmani, Aliyyi mirasa sahip olmadıkça Yahyevi, Zekeriyevi, Salihi, Nuhi gibi varisleri fark edemeyip boşu boşuna gerçek kurtarıcıyı bekleyenlerdir. Kim hangi kavme varis olmuşsa o kimselere o kavmin varis ulemasının gelmesi tabii işleyişin değişmez kanunudur. Lut kavmine Lut(a.s), Semud kavmine Salih(a.s)... 

Bu yazı toplam 4074 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar