Çocuklara İman Öğretiminde Dikkat Edilmesi Gerekenler

Çocuklara İman Öğretiminde Dikkat Edilmesi Gerekenler

Genel eğitimde tehdit, tenkit, aleyhte kıyaslama, kıskandırma vb. hatalı davranışlardan kaçınmak, esas olduğu gibi, bu durum din eğitimi ve dolayısıyla Allah’a iman öğretiminde de söz konusudur.

Din psikolojisi araştırmaları, çocuğun ikinci yaştan itibaren din ile karşılaştığını 3-4 yaşından sonra ise, "nasıl/ neden?” sorularıyla her şeyin aslını ve bu arada yaratıcı gücün mahiyetini araştırdığını ortaya koymuştur. Hatta çocuktaki artifisialist düşüncenin, ona her şeyin bir yaratıcısı olduğu fikrini vereceğini; çocuğun ateist (dinsiz) bir çevrede yetişmiş olsa bile yine yaratıcı gücü aramaya girişeceğini belirten ifadelere rastlamak mümkündür. Özetle aktarılan bu bilgiler bize, çocukta dinî duygu ve düşüncenin var olduğunu tekrar hatırlatırken; bu duyguların nasıl yönlendirilmesi, ne şekilde bir din eğitimi yapılması sorusunu da beraberinde getirmektedir. Çünkü artık dinin insan hayatında ve çocuk ruhunda ne derece önem taşıdığı, tartışmaların gerisinde kalmıştır. Bugün için öncelikle ele alınması gereken, Allah’a iman öğretiminin hangi esaslara dikkat edilerek yapılması gerektiği konusudur. Zira büyük bir incelik ve dikkatle öğretilmesi gereken iman kavramı, çocuk üzerinde en büyük tesire sahip olan “aile” tarafından çoğu kez yanlış telkin edilmekte ve bu da, “Allah korkusu” bölümünde ele alınan örneklerde olduğu gibi, olumsuz neticeler doğurmaktadır.
Bu ifadelerden sonra bahsi edilen temel prensipleri, önem sırasına göre şu şekilde ele alabiliriz:
Allah Sevgisini Esas Alın
Çocuklara her zaman ve her hususta sevgi ile davranılması, İslâmî prensiplerden biridir. Özellikle iman öğretimi konusunda sevgiye dayalı bir öğretim metodu takip etmenin gerektiği inancındayız; çünkü bundan önceki konulardan, “Allah’a İman Öğretiminde Temel Duygular” bölümünde, çocuktaki en temel duyguların sevgi, ümit ve bağlanma duyguları olduğuna değinmiştik. Bu itibarla, Allah inancını çocuklara sevgi ve bağlanma duygularını geliştirerek öğretmek ve telkin faaliyetine bu duygulardan hareket ederek başlamak daha doğru olacaktır. Bu tür bir eğitim -en azından- çocuğun daha neşeli, ümitli, atılgan ve medeni cesareti yerinde bir kişiliğe kavuşmasına yardımcı olacak ve çocuk psikologlarının üzerinde ısrarla durdukları “çocuğa yaşama sevincinin verilmesi gerektiği düşüncesine’^ de olumlu katkıda bulunacaktır.
Psikolojik olarak ele aldığımız bu gerçeği, pedagojik açıdan da değerlendirmek mümkündür.

Özellikle İslâm eğitim sisteminde sevgiye dayalı bir eğitim esastır. Bu görüşü aşağıdaki bilgilerle temellendirebiliriz.
Kur’ân-ı Kerim’de, baba-oğul ilişkisini içeren ayetlere bakıldığında, her defasında babanın oğula hitap tarzının "Yavrucuğum, Oğulcuğum"
şeklinde olduğu görülecektir. Aynı hadislerde de göze çarpmakta
özellik
Peygamber’in(sav)
“Yavrucuğum!”
ifadesiyle hitap ettiği görülmektedir.
bütün çocuklara şeklinde sevgi ve
İslâm eğitim sistemi içinde yer alan İslâm bilginleri de, Kur’ân ve Sünnetin çocuklara bahşettiği sevgi esasına gereken önemi vermişlerdir.
İmam Gazzâli, “Eyyühel-Veled” isimli eserinde, nasihatlerine "Ey sevgili ve aziz oğlum!” hitabıyla başlamaktadır.
İranlı şair ve mutasavvıf Feridüddin-i Attâr (v.589/1193) “Pendnâme” adlı meşhur eserinde, muhatabına "Yavrum / Oğlum / Ey aziz can / Ey güzel huylu / Biricik yavrum” gibi tatlı ifadelerle hitap eder.
Keykavus’un (V/XI. yüzyıl) yazmış olduğu “Kabusnâme’" adlı eserde de buna benzer hitap tarzını görmek mümkündür. Bu kitapta "Ey ciğer pârem / İmdi ey oğul şöyle bilmiş ol ki / Ey sevgili evladım” gibi sevgi belirten ifadelerle çocuğun kalbi kazanılmaya çalışılır.
Yıllar sonra Rousseau’da da aynı hitap şeklini görmekteyiz. “Emile” adlı eserinde o da, “Azizim Emile / Sevgili Emile / Sevgili çocuğum Emile” gibi ifadeler kullanır.
Bütün bu aktarılanlar, çocuğa sevgiyle yaklaşmanın değişik ve çarpıcı örnekleridir.
Hz. Peygamber^”' için her şeyin temel noktası olan sevgi, bugün psikolojinin üzerinde önemle durduğu bir kavramdır. Rousseau’nun bu konudaki tespiti ise gerçekten dikkate değerdir. O, "Bir çocuğun ilk hissi kendini sevmek hissidir. İlkinden doğan ikinci hissi ise, kendisine yaklaşanları sevmektir...” demekte ve ayrıca çocuğun tabiaten iyiliğe meyilli olduğu fikrini savunmaktadır.
İnsan, psikolojik olarak iyi muamele, yumuşak davranış güzel söz ve tatlı dilden hoşlanmaktadır. Kur'ân'da yer alan, “Eğer sen kaba, katı yürekli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılıp gitmişlerdi bile...” ayeti de bu gerçeğe dikkati çekmektedir. Öte yandan, “Rabbinin yoluna hikmet, güzel öğüt ve güzel münakaşa ile davet et." ayetiyle, Hz.
Aişe(ra)’dan rivayet edilen, “Muhakkak ki Allah her hususta rıfk ve yumuşaklık ile muamele edilmesini sever.” hadisi, bu cümle ile ilintili olarak zikredebilir.
Eski terbiye kitaplarında, çocukların sevgiyle ve güzel sözle terbiye edilmesi gerektiğine dair bilgilere rastlanıldığı gibi,58 bugünün pedagoji araştırmalarında da çocuğa sevgiyle yaklaşmanın gereğine inananların görüşlerini bulmak mümkündür. Çocuklara karşı kalbi alâka ve lütufkâr muamelelerin, hediyeden daha faydalı ve etkili olacağını savunan Rousseau, “İnsanlar! İyi kalbli olunuz; bu sizin ilk vazifenizdir... Çocukluğu seviniz... “ demektedir. Bir başka psikolog ise, sevme yeteneğini, kendini gerçekleştirmek isteyen insanın "en önemli dayanağı” olarak nitelendirmektedir.
Sevgiyi konu alan bu ifadelerden sonra, iman öğretiminde bugün -hatalı olmasına rağmen- daha çok başvurulan Allah korkusu üzerinde tekrar duracağız. Her ne kadar bu konu "Allah Korkusu" bölümünde ele alındıysa da, tamamlayıcı bilgilere yer vermek yararlı olacaktır.
İnanç duygusunun temeline bakıldığında iki esas duygu görülecektir: Allah sevgisi ve Allah korkusu. Bu duygular insanı ibadete yönelten en büyük faktörlerdir. Ancak bizim için söz konusu olan, henüz ibadet ile mükellef olmayan çocukta bu iki duygunun nasıl bir etki bıraktığıdır. Çünkü Allah korkusu konusunu işlerken, yerli yersiz telkin edilmesi sonucu bir takım olumsuz sonuçlara yol açılabileceğini görmüştük. Bu bilgiler ve tespitler sonucunda şunu ifade etmeliyiz ki, ilk yaşlardan itibaren başlatılması gereken Allah’a iman öğretiminde, Allah sevgisi öğretim faaliyetinin temel taşı olmalıdır. Çünkü çocukta haklı haksız ayırımını yapmaya yarayan vicdan, en erken yedi yaşında ortaya çıkan ve gelişimini ancak 3-4 yılda tamamlayabilen bir kavramdır. O halde, yedi yaşlarından evvel çocuğa uygulanacak cezâî müeyyideler dolayısıyla telkin edilecek Allah korkusu, onun için ancak caydırıcı bir unsur olacaktır. Bunun da tesirinin kalıcı olması düşünülemez.
Şu ifadeler güzel bir örnektir: “Ben küçükken, Allah bana, kendisinden her zaman korkmam gereken biri olarak tanıtıldı. “Allah senin yaptıklarını görüyor, eğer yalan söylersen, ağlarsan seni çarpar!” gibi sözler söylendi. Ben de, duya duya, Allah’ın yalnızca azap verici olduğunu zannederdim. Daha sonraları öyle olmadığını öğrendim ve büyüklerimin yalnızca susmam için ya da kendilerini rahatsız etmemem için öyle söylemiş olduklarını anladım."
Bu nedenle, çocuklara küçük yaşlarda telkin edilen Allah korkusunun, hemen hiçbir faydası olmayacağı gibi, yerli yersiz yapılan bu telkinlerin birçok zararlı sonuçlar doğuracağı da unutulmamalıdır.
Henüz mücerred kavramları, suç, ceza ve günahın ne demek olduğunu kavramayan bu yaşlardaki çocukların hayatında, önemli bir rol oynayan korku duygusunun, Allah korkusu şekline dönüştürülmesi ve ebeveynin bundan faydalanma yoluna gitmeleri yanlış bir tutumdur. Daha önemlisi, çocuğun ilk eğitimcisi olan anne babaların, çocuğun herhangi bir yanlış hareketini gördükleri zaman “Allah taş yapar. / Gözünü kör eder. / Cehennemde yakar.” vb. ifadelerle onu vazgeçirmeye çalışmaları, çocuğun gerek ruh sağlığı ve gerek sonraki hayatı için zararlı olacaktır. Her şeyden önce, çocuğa, Allah’ı cezalandıran, azap veren biri olarak tanıtmak,İslâm eğitim sistemine ters düşer. Çünkü Allah’ın, Celâl (zâlimleri kahreden kötüleri cezâlandıran) sıfatlarının yanında pek çok Cemâl (kullarını seven, koruyan...) sıfatları da vardır. Gerçekten kullarını seven ve onlara sayılamayacak nimetler veren Allah’ı, çocuğun henüz işlenmemiş, temiz ve sade olan zihninde kızan, ceza ve azap veren biri olarak şekillendirmenin hiçbir doğru tarafı yoktur.
Bunun yanında, bazı çevrelerde rastlanan diğer bir hatalı telkin örneği de çocuğun, “Allah baba kızar, seni cezalandırır.” ifadesiyle korkutulmasıdır. Bu ifade tarzının Hıristiyanlıkta teslis inancının bir taklidi olduğu ve İslâm akidesine tamamen ters düştüğünü de eklemek gerekecektir.
Allah sevgisi ve korkusunu müstakil olarak incelemenin ve bunların çocuğa neler kazandıracağı ve neler kaybettireceğine dair bilgileri aktarmanın yanında gerek ayet ve hadisler gerek İslâm bilginleri ve diğer yerli- yabancı psikologlara dayanılarak ortaya konulan gerçekler sonucunda, çocuğa sevgiyle yaklaşmanın ve iman öğretiminde Allah sevgisine dayalı bir öğretim metodu takip etmenin gereği ve zorunluluğunu tekrar belirtmeliyiz. Çünkü çocukta, din ile ilgisi en çok olan duygu sevgidir. Çocuk Allah’a ümit ve sevgiyle bağlanmak ister. Allah sevgisine dayalı bir iman öğretimi, çocukta temel duygulardan sayılan ümit ve bağlanma duygularıyla birleşecek, kuvvetlenecek ve sağlam bir imanın temellerini oluşturacaktır.
Günümüz din psikolojisi çalışmalarında da çocuğun din eğitiminin sevgi üzerine kurulması ve Allah’ın azabından çok rahmetinden, esirgeyici ve bağışlayıcılığından bahsedilmesi gereğini vurgulayan ifadeleri bulmak mümkündür. Özellikle son yıllarda çocuk psikiyatrisi kliniğine başvuran pek çok hasta çocuğun, aşırı baskılı ve ürkütücü din eğitimi veren kurumlardan olduğuna dikkat çeken uzmanlar, "...çocuklara, Allah’ın seven, koruyan, hoş gören, affeden, cezadan çok ödüllendiren bir varlık olarak tanıtılması ve konunun bu yanının etkin biçimde işlenmesi gerektiği”ni ifade etmektedirler.
Şurası unutulmamalıdır ki, çocuk ruhunu Allah korkusuyla disipline etmek -bir müddet için- mümkündür ama bu kalıcı olmadığı gibi -örneklerini gördüğümüz- birtakım zararlı sonuçlar da doğuracaktır. Onun ruhunu Allah’a bağlamak için yegâne duygu vardır; o da sevgi, bir başka ifadeyle, “Allah sevgisi”dir.
Çocuklara Allah korkusunun, onların vicdan gelişimine tesadüf eden 10-11 yaşlarından sonra ve gerektiği zaman telkin edilmesinin daha doğru olacağı kanaatindeyiz. Çünkü bu yaşlarda haklı- haksız, suç-ceza, sevap-günah, cennet- cehennem gibi mücerred kavramların anlaşılmasına yardımcı olan zihni gelişim de yeterince teşekkül etmiştir.Şurası unutulmamalıdır ki, dinin içinde bulunan iman, itaat, hürmet, tazim, huşû gibi kavramlar da mutlak bir Allah sevgisinden doğar. Çünkü sevgi yalnızca sevme hissiyle doyuma ulaşmaz. Paylaşma, sadakat, adalet, fedakârlık gibi birçok duygu ve faaliyeti de beraberinde getirir ve ancak onlarla olgun bir sevgi halini alır.
Müsamahalı ve Hoşgörülü Olun
İslâm’ın temel prensiplerinden biri olan hoşgörü ve müsamahanın en güzel örneklerini
Hz. Peygamber’in(sav) hayatında bulmak mümkündür. Onun özellikle çocuklara karşı engin hoşgörü ve anlayışı dikkat çekmektedir. Bizzat ayet ile huşû ve huzur içinde yapılması emredilen namaz ibadetinde bile, Hz. Peygamber’in çocuklarla meşguliyetinden bahseden rivayetler onların gönlünü hoş etmede gösterilmesi gereken müsamaha ve anlayışın hudutsuzluğunu ifade eder. Bu itibarla, çocukların din eğitiminde, özellikle Allah’a iman öğretiminde bu esası göz önünde bulundurmak gerekir. Böylece hem İslâmî prensiplere uyulmuş, hem de çocuğun yaratılışına uygun bir öğretim metodu izlenmiş olur.
Çocuk, içinde dinî duygunun uyanışı ve Allah tasavvuruna müsait bir zihin yapısına sahip olmasıyla birlikte Allah hakkında, bazen ilginç, bazen manasız, bazen de dinî açıdan uygun olmayan sorular sorabilir. İşte bu durumda, "Çocukların bülûğ çağına gelinceye kadar dînen sorumlu sayılmadığı...” hatırlanmalı ve çocuk hemen sert bir biçimde eleştirilmemelidir. Zira bu Hadis’e göre çocuğun, "Çocukluk çağında yaptığı, yahut yapacağı hatalar, yanlışlar, günahlar, yetişkin insanların yaptığı yanlışların sonucunu doğurmayacaktır.” İslâmiyet’in çocuklara tanımış olduğu bu müsamaha ifadesi, yeri geldiğinde onlardan esirgenmemelidir. Özellikle, büyüklerin bile zaman zaman yapmaktan kaçınamadıkları küçük hatalar ve kusurlar, çocuklar tarafından işlendiğinde, bunlar birer günah olarak telkin edilmemelidir. Bu konuda Rousseau, "Doğmak üzere bulunan zevklerine, cepheden yürüyerek karşı koyduğunuz ve hissettiği yeni ihtiyaçlara, suç imişler gibi muamele etmeğe başladığınız zaman, çocuğunuzun sizi uzun müddet dinlemeyeceğinden emin olunuz.” demektedir.
Çocuğun Allah ile ilgili sözleri ve soruları hoşgörü ile karşılanmalıdır.
Çocuklara her hatalı davranışları "günah" olarak telkin edilirse, bu durum onlarda bir süre sonra günahkârlık duygusuna sebep olabilir. Yaşanmış bir hadise, bu duruma güzel bir örnektir.
Öfke duygusunun günah olduğu korkusuna kapılan 11 yaşındaki bir çocukta, anksiyete (iç sıkıntısı, panik, huzursuzluk, korku duygusu) nöbetine rastlanmıştır. Yapılan muayene sonucunda sebebi anlaşılmıştır: “Çocuk, sabah babası ile çarşıya inmek istediğini belirtir. Baba söz verir, fakat çocuk evde olmadığından onu almadan gider. Çocuk eve gelip babasının kendisini beklemediğini görünce ona öfke duyar fakat belirtmez. Sonra babaya duyulan bu öfke duygusunun günah olduğu korkusu ile paniğe girer ve anksiyete nöbeti başlar.”
Çocuklarda Allah kavramına ilgi başladığı çağdan itibaren onu aklının erdiği kadarıyla konuşmaya teşvik etmek sağlam bir Allah inancı için gereklidir. Zira çocukluğunda Allah ile ilişki kurmayı öğrenememiş bir kimsenin, ileride bunu sağlıklı bir biçimde elde edebilmesi güçtür.
Dolayısıyla, çocuğun Allah ile düşüncelerine önem verilmeli, dinlenmelidir. Bu esnada yaptığı düzeltilirken dikkatli olunmalı, kızarak susturmak yerine, eğiterek düşündürmeli ve doğruya yöneltilmelidir.
" ‘Allah çok büyüktür’ derlerdi. Ben Karadeniz’in kıyısında büyüdüm. Sordum: ‘Ne kadar büyüktür, şu denizin ortasında olursa, başı göğe değer mi?’ Büyüklerim bana o kadar kızdılar ki, hiç unutmuyorum. “
Bu yaşanmış hadise yanında, pek çok anne baba, çocuğunun şu sorularıyla karşılaşabilir:
“Baba! Allah bizim apartman kadar büyük mü?” / “Baba! Allah’ın boyu şu minare kadar var mı?” / “Anne! Allah şu ağaç kadar mı büyük?”
Bu örnekler çoğaltılabilir. Şu husus unutulmamalıdır: Çocuk bu sorularından dolayı günahkâr olmaz. Çünkü o bunları, merak edip daha çok tanımak istediği Allah hakkında daha fazla bilgi edinmek için sormaktadır. O halde, onu tersleyip susturmak yerine bilgilendirmek ve sorularının devamına imkân sağlamak gerekir.
İsimlerinden biri Halim (kullarına karşı hoşgörülü) olan Allah Teâlâ’nın, Hz. Mûsâ ve Hz. Harun’u -yaptığı zulümlerle tanınan- Firavun’a gönderirken, şöyle buyurmuş olması konumuz açısından dikkat çekicidir: “Firavuna gidin, doğrusu o azmıştır. O’na yumuşak söz söyleyin, belki öğüt dinler veya korkar.”
Bu ayetle ilgili şöyle bir olay nakledilir: Halife Me’mun, kendisine sert bir dille va’z ve nasihat eden bir vâize, "Be adam, mülayim ol. Görmez misin, Allah senden daha hayırlı olanı (Hz. Musa) benden daha hayırsız olana (Firavun) gönderdi de, mülayim olmasını emrederek, ‘Varın da ona yumuşak söz söyleyin, olur ki nasihat dinler yahut korkar.’ dedi” diyerek çıkışmıştır.
Hz. Peygamber’in, yaramazlık yapan çocuklara hemen müdahale edilmesini yasaklaması ile Rousseau’nun, "Arzu ettikleri vakit çocuklar sıçramalı, koşmalı ve bağırmalıdırlar. Zirâ çocukların bu hareketleri, kuvvetlenmeye yeltenen bünyelerinin ihtiyaçlarıdır. Çocuğun oyunlarına, eğlencelerine, sevimli insiyaklarına daima hürmetkâr olunuz.” görüşlerini birleştirmek mümkündür.
Çocuğun yapmış olduğu hataları düzeltirken, çocuğa sert davranmanın ona zarar vereceğini belirten İbn Haldûn, bunların, çocuğun gönlünü alarak ve ona karşı yumuşak davranarak düzeltilmesi gerektiğine inanmaktadır. Dolayısıyla, gerek diğer zamanlarda, gerekse iman öğretimi yapılırken, çocuklara müsamaha ve anlayışla davranılmalıdır. Söz gelimi, dinî ve ahlâkî yönden uygun olmayan kelimeler söyleyen bir çocuk, sert bir biçimde eleştirilip, cezalandırılmamalı, bunun yerine ona, böyle kelimeleri konuşmanın doğru olmadığı, çocuğun anlayabileceği bir dille ifade edilmelidir. Ancak burada şunu belirtmeliyiz ki, çocuğa karşı hoşgörülü olmakla, onun şımarmasına imkân verecek bir tavır içinde olmak, aynı şeyler değildir. Aşırı ve gereksiz hoşgörüden doğan şımarıklık, çocuk için oldukça zararlıdır. Çünkü çocuk, aşırı hoşgörülü ve şımarmasına imkân verilen bir ortamda yetişecek olursa, kendine olan güvenini yitirebileceği gibi, her istediğini zahmetsizce elde ettiği için, başka insanları, arzularının tatmini için bir araç olarak görmeye başlayacaktır. Bu da hem başkalarına hem de kendisine olan saygısını kaybetmesine yol açacaktır.
Tedricîlik Esasına Özen Gösterin
Allah’a iman öğretiminde, sevgi ve müsamaha esasından sonra dikkat edilecek bir diğer husus, tedricîliktir. Tedrîcilik, azar azar, derece derece ilerlemek demektir. Eğitim ve öğretimde, kolaydan zora doğru bir metod takip etmenin önemi tartışılmaz. Bunun örnekleri, Kur’an ve Hadis'lerde de yeterince bulunmaktadır. "Her şeyden önce, bütün dinî hayatın temeli olan; cehd ve yorgunluktan çok kalbî bir tasdikten ibaret bulunan iman esasları telkininin birinci plana alınması” da bu örneklerden biridir.
Allah hakkında sorular sormaya başladığı devreden itibaren kısa ve doğru bilgiler, çocuğun anlayabileceği cümlelerle verilmelidir. Bunu yaparken, ona sorular sorma fırsatı da verilmelidir. Çünkü insan tabiatında soru sorarak bilgi edinme özelliği vardır. Ancak verilecek cevapların sade, sıkıntısız, laubalilikten uzak, ciddi, kısa ve tereddüde meydan vermeyecek şekilde olmasına dikkat edilmelidir.
“Herkese derecesine göre davranılmasını”
emreden Hz. Peygamber(sav), “insanlarla anlayabilecekleri seviyede konuşunuz." buyurmaktadır. Ayrıca, her hususta prensip olarak kabul edilecek, "Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz; müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.” hadisinin de gerek din eğitimi, gerekse Allah’a iman öğretiminde, göz önünde tutulması gerekir.
Tedrîcilik esasına örnek teşkil ettiğinden, Sehl b. Abdullah et-Tüsterî’nin (v. 237/886) bir hatırasını nakletmek yerinde olacaktır. Ünlü veli ve mutasavvıf şöyle anlatmaktadır:
“Henüz üç yaşlarında idim. Gece kalkıp, dayım Muhammed b. Sivar’ın namaz kılışını seyrederdim. Bir gün dönüp bana şöyle dedi: ‘Seni yaratan Allah’ı hiç anmaz mısın?’ Ben de, ‘Nasıl anayım?’ dedim. Bunun üzerine dayım, ‘Gece yattığın zaman, dilini hareket ettirmeden kalbinle üç defa, “Allah şâhidimdir; benimle

beraberdir ve hem görüyor” de! dedi. Ben de bu güzel söze birkaç gece devam ettim; sonra durumu dayıma bildirdiğimde bana, ‘Onu her gece yedi defa söyle.’ diye tavsiyede bulundu. Dediği şekilde bir süre daha devam ettikten sonra durumu kendisine bildirince, bu defa bana, ‘Onu her gece on bir defa söylemeye devam et.’ dedi. Devam ettim; bu sözün tatlılığını kalbimde hissetmeye başladım. Bir yıl geçtikten sonra dayım bana, ‘Sana öğrettiğim o sözü hafızanda tut ve kabre girinceye kadar devam et; şüphen olmasın ki, o sana dünyada da ahirette de fayda verir.’ dedi. Ben de yıllarca buna devam ettim. Bu defa onun tatlılığını iç âlemimde iyice hissetmeye başladım. Sonra dayım bir gün bana, Ey Sehl! Allah’ın beraber olduğu, şâhidi bulunduğu ve nazar ettiği bir kimseye, hiç günah işlemek yakışır mı?' dedi.”
Rousseau’nun, “Hareketlerinde, düşüncelerinde, fazilet işlemelerinde, hatta eğlenceleri arasında, Hâlik’ı (Allah) ayet şâhit bulundurmalarına, sırf Allah’ı sevdiklerinden dolayı, iyiliği gösterişsiz yapmalarına; ileride zararları ödeneceğinden, fenalığa şikayet etmeden dayanmalarına; huzuruna çıktıkları vakit gönül rahatlığı ile görünebilmek için her günkü yaşayışlarında Allah’ı göz önünde bulundurmalarına alıştırınız” ifadeleriyle ana babalara yaptığı tavsiyeleri, Sehl et-Tüsterî’nin dayısının, tedricî bir şekilde uygulandığını ve bunda da başarılı olduğunu görmekteyiz.Kolaydan zor olana doğru bir yol izleyeceğimize göre dil gelişimiyle birlikte, öncelikle çocuğa, İslâm’ın tevhîd inancını içeren “Kelime-i Tevhîd" ve "Kelime-i Şehadet”i, bunun yanında, “İslâm’ın Şartları” ile iman edilmesi gereken konuları belirleyen “Amentü’yü ezberletmekle iman öğretimine başlanmalıdır.
Nitekim Hz. Peygamber’in(sav) “Çocuklarınıza ilk öğreteceğiniz kelime ‘Lâilâhe illallah’ olsun.’ tavsiyesine uyarak, Ashâb-ı Kirâm’ın çocuklarına Kelime-i Tevhîd’i yedi kez okutarak ezberlettiklerini görmüştük.
Konuşmaya başladıktan itibaren kendilerine öğretilen kelimeleri ezberlemede, çocuklar için herhangi bir zorluk yoktur. Onlar, yakınlarının ilgisini çekmek için bol bol konuştukları bu devrede, dinî nitelikli kelime ve cümleleri, duaları, zevkle tekrarlayıp duracaklardır. Öte yandan, günümüzde Anadolu’da hâlen devam etmekte olan soru-cevaplı öğretimin faydalı olduğunu pek çok yetişkin ifade etmektedir.
Çocuklara ezberletilen bu kavramları onlar taklit yoluyla, tekrarlayıp dururlar. Çünkü çocuk ruhunda ortaya ilk olarak çıkan ve yıllarca etkisini sürdüren taklit duygusu onun söylediği ilk kelimelerde de kendisini gösterir. Dolayısıyla, çocuğa ne öğretilirse, onu söyler.
Bunun sebebi ise, çocuğun önce kendisine öğretilenleri sadece dinlemesi, dinlediklerini anlamaya çalışması ve nihayet anlayabildiği kelimeleri söylemeye gayret etmesidir. Hz.Peygamber’in fıtrat hadisindeki “...Bu (fıtrat) hâli konuşma çağına kadar devam eder; sonra ebeveyni Yahudi, Hıristiyan veya Mecûsîyapar" ifadesinde işaret edilen gerçek burada bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Zira çocuk, mensubu bulunduğu toplumun diniyle iki yolla karşılaşmaktadır. Bunlar, "Dil Gelişimi" ile "Zihinsel ve Duygusal Gelişim”dir."
Çocuk dinî nitelikteki kelime ve cümleleri, duaları, aynen tekrarlayacaktır. Ancak buna, kuru bir taklit gözüyle bakılmamalıdır. Çünkü çocuk ezberlediği kavramların manasını da aynı zamanda zihninde şekillendirmeye çalışır. Burada önemli olan, çocuğun taklit duygusunu olumlu bir şekilde yönlendirmek ve bu kavramların çocuğun
ruhunda yerleşmesini sağlamaktır. Çocukluk çağından sonra, inançların tahlil edilerek akıl süzgecinden geçirilmesi sonucunda oluşacak olan "Tahkiki İman”a (gerçek ve sağlam inanç) temel vazifesi görecek olan bu kelimeler ve dualar, çocuğa büyük bir özen, sabır ve sevgi ile öğretilip ezberletilmelidir.
Yer ve Zaman Faktörlerini Dikkate Alın
İman öğretimi yapılırken dikkat edilmesi gereken hususlardan ikisi yer ve zaman faktörleridir. Aslında yer ve zaman faktörleri, her türlü telkinde dikkat edilmesi gereken esaslardan olduğu gibi, bu husus din eğitimi ve öğretiminde daha da önemlidir.
İmân öğretimi yapılırken, Cuma ve Bayram günlerinden ve dinimizce özel bir değeri olan, Mîrac, Berat ve Kadir gecelerinden faydalanılmalıdır. Böyle zamanlarda çocuğun ilgisini çekmek için ona hediyeler almalı ve bunların da dinî nitelikte olmasına özen gösterilmelidir. Bu şekilde çocuğun mübarek gün ve geceler hakkında soru soracağı bir hazırlanış olacaktır. Dinî bakımdan değeri olan yerler, özellikle camilerin manevî havası çocukları derin bir şekilde etkilemektedir. Bunu edebiyatçılarımızın çocukluk hatıralarında en çarpıcı şekliyle görmek mümkündür. Bir yazarımız, çocukluğunda camiye devam ettiği günleri, “En Mutlu Anlarım" diye vurguladığı yazısında şöyle anlatır:
“Bir aralık çok sofu oldum. Sevabı çok diye namazları evde değil, camiye gidip kılardım. Sabahları erken uyanır, sabah namazına dahi camiye giderdim. Anam, babam pek memnundu. İtiraf ederim ki; benim de dünyada en saadetli devrim budur. İlâhî bir neş'e içinde idim. Önümde parlak bir istikbal, semâvî bir ümit, mes’ut ve emin bir âhiret görüyordum. Taş, toprak, her şey bana mutluluk telkin ederdi. Her şey bana bahtiyarlık verirdi. Ezan okunurken dehşetli heyecanlar duyardım. Kendimi kuş gibi hafif hissederdim. Yerlere sığmazdım. Yürürken âdeta uçtuğumu sanırdım. Sanki gökler benim diyarımdı. Pürüzsüz, en ufak bir lekeden uzak, temiz bir insandım. O her şeye kadir Allah’ın her ihsanı benim içindi. Bu hâl bir yıl sürdü. Namazı bıraktım. Bir daha bu tatlı ve mes’ud hayatı bulamadım. Bin yazık!.. Şimdi dayanma gücü olmayan, ümitsiz, emelden mahkûm, kötümser, kederden yana biten bir mahlûkum.”
Yine “Süleymaniye’de Bayram Sabahı” adlı şiirinde Yahya Kemâl:
“Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede,
Bir mehâbetli sabah oldu Süleymaniye'de. Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati, Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi Yer yer aksettiriyor mavileşen manzaradan, Kalkıyor tozlu zaman perdesi her ân aradan Gecenin bitmeye yüz tuttuğu andan beridir, Duyulan gökte kanad, yerde ayak sesleridir. Bir geliş var!.. Ne mübarek, ne gârib âlem bu! Hava boydan boya binlerce hayaletle dolu... Ulu mâbedde karıştım vatanın birliğine,
Çok şükür Tanrıya, gördüm, bu saatlerde yine Yaşayanlarla beraber bulunan ervahı,
Doludur gönlüm ışıklarla bu bayram sabahı.” mısralarıyla, bir bayram sabahında,
Süleymâniye Camii'nde hissettiği duyguları yansıtır


Çocukluk çağlarında ezan, Kuran ve camilerin, çocuk ruhunda derin ve kalıcı izler bıraktığı verilen örneklerden anlaşılmaktadır. Bu nedenle, çocuklar zaman zaman camilere götürülmeli, ezan ve Kuran dinlemelerine imkân sağlanmalıdır. Özellikle Cuma ve Bayram namazlarında olduğu gibi, bütün müminlerin bir arada topluca ibadet ettikleri zamanlarda hissettikleri manevî zevk, çocuklara da tattırılmalıdır. Gerekirse hediye ve armağanlarla, onların küçük yaştan itibaren mabedlere ilgi duymaları sağlanmalıdır. Bu şekilde davranmakla, çocuğa dinî hayatla iç-içe olma fırsatı verildiği için hem dinî inancının kuvvetlenmesi sağlanmış olacak; hem de küçük yaştan itibaren mübarek gün ve gecelere hürmet etmeyi öğrenerek, cami ve mescidlere gitme alışkanlığı da elde edilecektir.
İdeal Şahsiyetleri Örnek Gösterin
Okul öncesi dönemde başkalarını taklide özenen çocuk, bu devrede sosyal bir ferd olacağını öğrenirken; aynı zamanda en küçük ayrıntısına kadar kopya edeceği bir modele de ihtiyaç duyar. Ayrıca, çocukların manevî hayatlarında, anlatılan hikâye ve menkıbelerin, onların ruhi tecrübelerini ve dinî şuurun gelişmesini de etkilediği bir gerçektir. Öteden beri eğitim-öğretimde "kıssayla eğitim” metodundan faydalanılır. Çünkü anlatılan kıssadaki (hikâye, menkıbe...) renkli anlatım ve zengin dekor havası, çocukları büyük ölçüde etkilenir. Hikâyede geçen ideal kahraman, çocuğun ruhuna işler ve onun benliğinin adeta bir parçası olur. Neticede çocuk, hikâyenin kahramanına özenir ve onun gibi hareket etme isteği duyar. Edebiyatçılarımızdan Fâzıl Ahmet Akçay’ın bir hatırası konuyu aydınlatacaktır. Yazar şöyle anlatır:
“Galiba vatan coğrafyasından ilk öğrendiğim isim Malatya’dır. Seyyit Battal Gazinin doğup büyüdüğü bu şehri görmek isterdim. Ve yatsı namazından sonra Allah'a ettiğim en yakıcı dualar, beni gürbüz ve kuvvetli bir kahraman etmesi içindi. İsterdim ki ben de, o menkıbelerini dinleye dinleye kendimden geçtiğim fevkalâde insan gibi, bir narada yetmiş bin kâfir kırayım.”
Çocukların, hikâye veya menkıbede geçen Çocukların dinî hikâye ve menkıbelerden de zevk aldıkları ve bunların yıllar geçmesine rağmen unutulmadığı bir gerçektir. Bu zevki, Necip Fazıl bir çocukluk hatırası olarak şöyle anlatır:
“Yatakta da büyük babamla beraberim ve hep kürkünün içindeyim... İlk dinî telkinlerimi ondan aldım. Yatakta ondan dinî menkıbeleri dinliyorum. İşte, üçüncü katta, bizim yatak odamızın karşısındaki büyük yatak odasında, kocaman bir ceviz karyolada büyük babamın yanında ve kürkünün içindeyim. Hazret-i Ali'ye, onun misilsiz kuvvet ve şecaatine dair bir menkıbe dinlemiş bulunuyorum. Soruyorum;
- Büyük baba, Hazret-i Peygamber mi daha kuvvetliydi, Hazret-i Ali mi?
Beş altı yaşındaki çocuk saffetinin içinden fışkıran bu sual, büyükbabama hem çocuklara, hem de büyüklere verilebilecek cevapların en güzelini verdiriyor:
- O kimseyle ölçülmez, O’nda Peygamber kuvveti vardı.
Büyükbabamın 'O’nda Peygamber kuvveti vardı.’ sözünü, hecesi hecesine hiçbir ân unutmadım. Allah büyükbabama rahmet eylesin...”
Görüldüğü gibi, çocuklar dinî hikâye ve menkıbeleri büyük bir ilgi ve zevkle dinlemektedirler. Bu nedenle onlara 3-4 yaşlarından itibaren bu tür kitaplardan bölümler okunmalı ve çocuğun dini duyguları pekiştirilmelidir. Bu konuda Kuranda geçen peygamberlerin hayatlarını içeren çocuk kitapları oldukça faydalıdır. Peygamberlerin inançları uğruna, çektikleri sıkıntı ve eziyetlere sağlam bir irade ve metanetle göğüs germeleri; gerektiği zaman mucizeler göstermeleri ve sonuçta Allah’ın yardımıyla başarıya ulaşmaları... Bütün bunlar, çocuk ruhunda derin ve olumlu izler bırakacaktır. Özellikle Hz. Peygamber’in hayatı; çocukluğu, mucizeleri, savaşları... çocuklar için zevkle dinlenen konulardır. Mekke’den Medine’ye hicret ederken, mağarada gizlenmeleri olayını dinleyen pek çok çocuk, Peygamber’in görülmesine engel olmak için ağ ören örümceğe; yumurta yapan güvercine minnet duygularıyla sevgi beslemekte ve günlük yaşantısında onları koruyup gözetmektedir.
Uykudan önce dinlediği sıcak ve tatlı ifadelerle yüklü bir dinî hikâye, çocuğun ruhunu saracak, tertemiz kalbine Allah ve Peygamber sevgisinin yerleşmesine ve huzur içinde uykuya dalmasına vesile olacaktır.
Örnek veya ideal karakter faktörü konusunda şu önemli gerçeği tekrar dile getirmeliyiz. Çocuk için en önemli, en etkili örnek ve onun gözünde en ideal karakter, anne babasıdır. Bu nedenle, anne babalar, her şeyden önce dinî prensipleri bizzat yaşayarak çocuğa örnek olmalıdırlar.


Çocuğunuzun Gönlüne Hitap Edin
Etrafında gördüğü tüm varlıkların ona faydalı olması amacıyla Allah tarafından yaratıldığı, çocuğa anlatılmalıdır. Bu konuda Kur'ân-ı Kerim'deki ilgili ayetler, çocuğun dikkatini çekecektir. Bunun yanında, Allah'ın, yarattığı varlıkları sevdiğinden, özellikle çocukları daha çok sevip, onları kötülüklerden koruduğundan da bahsedilmelidir. Bu şekilde yapılan açıklamalar, çocuğun benlik duygusuna hitap ettiği için oldukça hoşuna gidecektir. Ayrıca Allah’ın insana çeşitli güzelliklerde, sayılamayacak nimetler sunduğu, yanlış davranışları hemen cezalandırmayıp, tevbe edilmesi için zaman tanıdığı, iyi ve beğenilen davranışlara kat kat mükâfatlar verdiği ve O’nun, bizim Yüce Rabbimiz olduğu da anlatılmalıdır.
Çocukça isteklerinin yerine getirilmesi arzusunda olan çocuk için, dua, önemli bir sığınaktır. Dua etmekle o, bir bakıma rahatlar ve huzur bulur.

Çocuğunuzun Dikkatini Etrafındaki Eşya ve Olaylara Yöneltin

kâinatta var olan her şeyin bir "ilahi düzen” içinde kendisine verilen görevi yerine getirmesi, insan için hep ibretle seyredegeldiği olaylardır. İşte bütün bu güzelliklere ve değişmeyen düzene, çocukların ilgisinin çekilmesi gerekir. Etrafında var olan eşya ve meydana gelen olaylara dikkati çekilen çocuk, bu eşsiz düzenin mutlaka bir düzenleyicisi olduğuna kendisi karar verecek ve bu Yüce Kudret’in "Allah” olduğunu rahatlıkla kabullenecektir. Çocuğun etrafındaki eşya ve olaylardan etkilenmeleri, yetişkinlere nazaran daha güçlüdür. Zira onlar zaten eşya ve tabiatın gizliliklerinde birtakım sırlı güçlerin varlığına inanır bir haldedirler. Onları bu sırlı olayların yegâne sahibinin Allah olduğuna yönlendirmelidir. Öte yandan, yaşı ilerledikçe, Kur’an’da, insanların kâinattaki olayları ibretle seyretmelerini tavsiye eden ayetlerden de çocuğa bahsetmek faydalı olacaktır.
Ünlü pedagog Salzmann, çocuğun gördüklerinden ve işittiklerinden çok etkilendiğini, bu yüzden din eğitiminde duyumların eğitimine önem verilmesi gerektiğini ifade etmektedir. Salzmann, kendi din eğitiminde babasının büyük rolü olduğunu, her zaman babasıyla kırlara çıktığını ve babasının böyle zamanlarda kendisine Tanrı’nın büyüklüğünü anlattığını söyler.

ÇOCUKLARIMIZA ALLAH'I NASIL ANLATALIM
Prof. Dr. Mehmet Emin AY

Kaynak:Haber Kaynağı