Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Çağdaş Bir Hasan Sabbah, Haşhaşiyyûn ve Alamut Kalesi mi?

Başbakan Erdoğan’ın 14 Ocak Salı günü partisinin Meclis Grubu’nda yaptığı konuşma sırasında, ülkenin son zamanlarda sürüklenmek istendiği konulara değinirken kullandığı dil, epeyce ağırdı.

Bu da, ülkeyi 11 yıldır genelde başarılı şekilde yönettiği içte ve dışarda genel olarak kabul edilen bir Hükûmet’in tam da arka arkaya gelecek olan (2014’deki Mahallî seçimler ve Cumhurbaşkanlığı seçimi ile 2015’deki Genel Seçimler olmak üzere)  üç seçim dönemine girilirken özel olarak tezgâhlandığı anlaşılan büyük tuzak yüzünden olmalı.. Erdoğan’ı  (evet, AK Parti’yi değil, bizzat Erdoğan’ın şahsını bertaraf etmeye odaklanmış olan iç ve dış güç merkezleri ve çevrelerin) başka türlü bertaraf etmekte başarılı olamıyacaklarını anlayan odaklar ülkenin sosyo-ekonomik yapısını zorlayacak tertibler içine girmişlerdi. Erdoğan’ın tepkisinin sert olması da, oyunun böylesine girift ve çok yönlü, iç ve dış odaklı olması yüzünden olsa gerek..

Ama, yine de Erdoğan’ın özellikle, ‘acırsan, acınacak hale gelirsin..’ şeklinde bir söz telaffuz etmesini beklemezdim. Bu sözle kararlılığını göstermek istemiş olabilir, ama, kararlılığı göstereyim derken, böyle genellemelere başvurması sanırım, yanlıştı. Onun yerine, ‘acınacak hale düşmemek için, adaleti ve insafı elden bırakmıyacağız..’ gibi bir cümle kursaydı, keşke.. Ne var ki, o söz artık ağızdan çıkmıştır ve yaydan fırlayan ok gibi bir yerlere çarpmıştır, başta bizzat kendi kalbî ölçüleri olmak üzere..

*

Tayyîb Erdoğan’ın söz konusu konuşmasında değindiği ve üzerinde çok tartışılan bir konu ise, ‘haşhaşiyyûn’ taifesi oldu. Erdoğan, 1000 yıl öncelerde yaşanmış olan bir Hasan Sabbah  Hadisesi ile devlet bünyesi içinde varlığı gizlenemiyecek boyutlara ulaşmış bulunan ‘paralel yapılanma’ arasında zımnen bir benzerlik kurmuş oldu.

Erdoğan o konuşmasında, “17 Aralık komplosu, Türkiye'nin demokrasi ve hukuk tarihine kara bir leke olarak geçti. 17 Aralık sabahı belli merkezlere baskın yapılıyor. Tamamen gizli yürüttükleri soruşturmaları seçime 3,5 ay kala başlatıyorlar. Geçmişi 3 yıla kadar uzanıyor. Bunca zamandır bu adımları niye atmadınız? Düşünebiliyor musunuz, 25 mühürlü çuval gelecek, bunlar açılmadan ânında adım atılacak. Bu işin nasıl organize edildiği ortada..

Bu ihanet operasyonunda maşa olarak kullanılan örgüt, taraftarlarını harekete geçirmiş, hükümete karşı kampanyanın fitilini ateşlemiş. Bir anda itibarsızlaştırma girişimleri başlamış. Milletten değil, mensubu oldukları örgütten talimât alıyor. Uluslararası kirli odakların elinde oyuncak olmuş örgüt, adeta efsunladığı mensublarını ülkelerinin aleyhine yönlendiriyor. Bu tezgâhı kuranlar kendilerini ele verdiler. (…) Büyük Selçuklu Devleti’nde Haşhaşî’ler denen gözü dönmüş gizli örgütün devleti nasıl esir almaya çalıştığını, düşmanla nasıl işbirliğine gittiğini, asırlar önce gördük. Türkiye Cumhuriyeti, bu sinsi virüslere asla geçit vermez. 

Bu sürecin Türkiye'de inançlı kesimleri mağdur etmesine asla izin vermeyiz. Örgütün üst yönetimiyle, oradaki diğer vatandaşlarımızın hassasiyetlerini birbirinden kesinlikle ayırıyoruz. Samimî kardeşlerimizden oyunu görmelerini bekliyoruz. Hiç endişeniz olmasın. Tarihte biz nice hainler gördük. Nice ajanlara, casuslara, gayri millî saldırılara şahid olduk. Bu aziz millet duasıyla gayretiyle sarsılmaz imanıyla, kardeşlik dayanışmasıyla tüm o saldırıları aşmıştır. Aramızdan bazıları ihanet etse de, emanete hıyanetlik etse de siz kalbinize umutsuzluğun zehrini yaklaştırmayacaksınız.”  diyordu.

Açıktır ki, bu sözlerdeki en ilginç benzetme, üyelerinin âdetâ efsunlandıkları, sihirlendikleri belirtilen ’Haşhaşîyyun taifesi’yle ilgili olan bölümdür.

Hatırlayalım ki, bin yıl öncelerde, Selçukluların ünlü başveziri Nizâm-ul’Mülk, önceleri arkadaşı olan Hasan Sabbah’ın kurduğu bir esrarengiz teşkilat/ örgütte yetiştirdiği ve ’haşhaş / esrar’  kullandırılarak ’efsunlandırıldıkları’ iddia olunan ve bunun Haşhaşiyyûn’ isimlendirilen ’fedaî’leri aracılığıyla müslüman coğrafyasının kalbinde on yıllarca bir tedhiş ve dehşet havası, bir terör havası estirmiş ve kendilerini bertaraf etmek için için kararlı bir mücadele veren Selçuklu’ların ünlü başveziri Nizâm-ul’Mülk de, bizzat bu fedaîler eliyle katledilmişti.

Şiî -İslam’ın 12 İmam aqîdesi’ne karşı, 6. İmam Cafer-i Sâdıq’ın oğlu İsmail’i 7. İmam olarak kabul ettikleri için İsmailiyye veya  7 İmam mezhebi diye anılan hareketin en ilginç isimlerinden olan Hasan Sabbah, muhakkak ki ilginç ve esrarengiz bir tarihî şahsiyettir.

O, bugün İran’ın başkenti Tehran’ın 90-100 km. kadar batısında, Qazvin civarında,  2 bin metreyi aşan yükseklikte ve ulaşılması son derece çetin, bir kartal yuvasını andıran Alamut Kalesi’ni kendisine karargah olarak seçmişti.

(Unutmamak gerekir ki, Hasan Sabah ve fedaîleri konusunda tarihte tekrar olunup duran iddiaların gerçeğini belirlemek kolay değildir. Çünkü, o tarihî iddialar, hep onları bertaraf etmiş olanların iddialarına göre şekillenmiş; suçlananlar bir daha başlarını doğrultamadıkları için, savunmaları ve mukabil iddiaları bir gizli tarih söylemi olmaktan ileri gidememiştir. Herhalde galib gelselerdi, onların söyleyecekleri, hasımlarının söylediklerinden çok farklı olabilirdi.

Ve yine hatırlayalım ki, 35 yıl öncebu günlerde, İran’daki milyonların Şah rejimi aleyhine gerçekleştirdiği büyük qıyâm hareketini izah edemiyen uluslararası güçler ve gözlemcileri de, İmam Khomeynî ve tarafdarlarını, Hasan Sabbah ve fedaîlerine benzetmişlerdi, onları hiç bir gücü durduramıyacağını düşünerek..)

Şimdi.. Tayyîb Erdoğan’ın da Haşhaşiyyûn benzetmesi yapması da tesadüfî sayılamaz, herhalde.. Çünkü, yıllarca hem ’taqiyye’ anlayışını eleştirip, ’taqiyye’nin daniskasını yapan bir yapılanmadan söz edilmekte.. Üstelik, bu yapılanma, eline aldığı onbinlerce- yüzbinlerce geenç insanı, dershanelerinde, öğrenci evlerinde öyle bir eğitimden geçiriyor ki, aktif, hareketli, atılgan, ele-avuca sığmaz gencecik insanlar, bir kaç ay içinde o eski hallerine yabancı, sessiz, kibar ve iradelerini de ’âbi’ dedikleri kimselerin eline vermiş, âdetâ uyuşturulmuş ’fedaî’lere dönüşebilmekte, hattâ tahsil ve  sair bütün hayatî kararlarında, yukarıdan verilen istek ve emirlere göre hareket eder hale gelebilmekteler. Bunu, diğer alanlarda, kendilerine bağlanan ticaret ve meslek alanlarındaki insanların tavırlarında görmek mümkün..

Bu bakımdan karşı karşıya bulunulan tablo, sıkıntı verici bir durum..

Bu durumun bu noktaya gelmesine seyirci mi kalındı?

Hayır..

Özellikle 2007’de yaşanan yüksek gerilimli siyasî çalkantılar,  27 Nisan 2007 Muhtırası, cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde, bir kısım generallerce yönlendirildiği bilinen dev mitingler vs. esnasında, hiç bir siyasî güç kendisine yakın duran kesimleri dışlamak istemezdi.

Ayrıca, insanların niyetleri açıkça ortaya çıkmadıkça, niyet okumalara soyunarak bir takım tedbirlere başvurmak bir umûmî vehim ve sosyal cinnete dönüşebilirdi.

Ama, bu gibi benzetmeler ilk planda ilginç gözükse de, herkes karşısındakini, tarihteki benzer örneklerle nitelemeye başladığında, ortaya çıkan tablo çok sevimsiz noktalara varabilir.

Bunun en sevimsiz örneklerini bugün İran’da da görmekteyiz. İslam İnqılabı’na karşı  olmak ne kelime, o büyük İnqılab hareketinin en etkili mevzilerinde bulunmuş ve on yıllarca, milyonluk kitlelerce hayırla ve hattâ salâvat’la ‘Âyetullah Huseyn Ali Muntezerî, Mîr Huseyn Musevî, Mehdî Kerrubî ve hattâ Hâşimî Refsencanî’ gibi nice seçkin isimlerin ‘Yezid Karargâhı’nın askerleri, munafıqlar, sionizmin ve emperyalizmin hizmetçileri..’ vs. diye, nasıl ağır şekilde suçlandığını hatırlamak bile yeter..

*

Ayrıca, bugün paralel devlet yapılanması iddiaları konusunda da, Haşhaşiyyûn taifesine atıfta bulunmasına bakıldığında, arada bir takım benzerlikler kurulabilir mi ? Pennsylvania, bir modern Alamut Kalesi midir? Oradaki F. G. bir çağdaş Hasan Sabbah mıdır? Ve bağlıları, haşhaşiyyûn fedaîleri’ne benzerler mi?

Bu konuda ölçüyü kaçırmamak, ihtiyatla ve insafla hareket etmek gerekir. O hele de son zamanlardaki beyanlarıyla ve tarafdarları da hiç bir ölçü tanımazcasına bir tavır takınsalar bile, hepimize düşen, ateşin üzerine benzin dökmekten kaçınmak olmalıdır.

Ancak, gelişmeler bu yolu da tıkamak eğiliminde..

*

‘Ava giden, avlanır / (kendisi de av olur..)’

13.01.2014 günü, internetlere düşen bir telefon görüşmesinin ses kaydı ilginçti. İlginçliği şuradan geliyordu ki, kamuoyunda, bu gibi dinlemelerin hep belli bir kaynaktan ve devlet imkanlarıyla yapıldığı bilinir ve bunlar  Gülen Cemaati’ denilen gruba mal edilirken; şimdi, F. Gülen’le yapılan telefon konuşmaları da internetlere düşüyor; bir bakıma, Ava giden  avlanır (kendisi av olur..)’  sözü doğrulanıyordu. 

Bu konuşmalardan birisi 14 Ekim-2013’de yapılıyor ve Tayyib Erdoğan kastedilerek "büyük patron bilmesin" ve hattâ, ‘boşbakan’ ifadesi bile kullanılıyor ve F. Gülen, Rahmi Koç'a yapılan vergi denetimleri ile ilgili olarak "Bir şey yapamazlar" diyordu.

Bu telefon görüşmelerinde ‘ananas’ ticaretinden bahsediliyor ama, bu kelimenin bir şifre olması ihtimali de bulunuyor. Ayrıca, rafineriler, banka kurtarma teşebbüsleri, ‘büyük patron’un haberinin olmaması’ tembihleri, TÜPRAŞ’ta malîye müfettişlerince yapılan incelemeler, Ali Sabancı ve Turgay Ciner gibi büyük iş adamlarının ve Ciner’in gazetelerinde ‘büyüğümüz (denilen ve F.G. olduğu anlaşılan kişi)  aleyhinde bir yazı yazılmasına müsaade edilmeyeceği’  taahhüdleri..

Bu konuşmaların gerçek olduğu, F. G.’nin sözcülerin tarafından da ‘Bunlar gaayet tabiî konuşmalardır..’ denilerek doğrulanmıştır.

Elbette, öyledir de, karşımıza çıkan tip, bir cemaat  lideri, bir dinî grup değil de, âdetâ bir tuhaf  ve gizli ticarî ilişkiler ağı olursa, o zaman ne yapmak gerekir?

*

Buyrunuz o konuşmalardan bir bölüm..

- Aloo

- (F. Gülen’in sesi): Efendim

- Efendim hürmet ederim. Bir iki husus vardı efendim müsaade ederseniz arzetmek istiyordum. arzetmek istiyordum

- (F. Gülen): Buyrun

- Zatıalinizle görüştükten sonra geçen gün Mustafa Bey aradı, Koç. (…) Adnan Polat Bey de kendisini aramış efendim o görüşmeden sonra. Süleyman abi de teyid etti onu. Bu şekilde bilgi vermek istedim o konuyu.

- (F. Gülen): Evet iyi olmuş. Yani onların bulunması da iyi. Vakıa, onlara karşı da yukarıdan bir tavır var da. Fakat mali şeyleri karışık yoksa problem olabilecek yanları yoksa bi şey yapamazlar yani. Üzerlerine müfettişler salınsa bile bi şey yapamazlar. (…) Evet. Zannediyorum tedbir aldılar, haberdardılar.

- Evet Efendim. Teşekkür ettiler efendim o hususta. Davetiye taslağı gibi kendisini istişare makamında şeyler yapalım mı efendim. Temas yapalım mı bu konularda.

- (F. Gülen): İyi olur. Ama şey, Büyük Patron pek bilmesin. Onunla temasımızı çok bilmesin. (Konuşmanın şeklinden, ’Büyük Patron’ deyimiyle Cumhurbaşkanı veya Başbakan’aın kasdedildiği ileri sürülüyor.)

- Başüstüne efendim. O konuda zannedersem bir takip altındayız. Ben bazı hususlar var. O gelen arkadaşlar zatıalinizin o tarafa geldiler. Geçen başıma bir vaka geldi. Onları aktarıcam efendim. Size de gelip aktarıcam. Zannedersem o konuda takip ediyorlar orayla alakalı.

- (F. Gülen): Doğrudur

- O gittiğimiz gün akşam bazı şeyler oldu da efendim. Telefonlar geldi. Bir de efendim bu Uganda Devlet Başkanı'ndan haber geldi. Orda bir rafineri meselesi vardı. Uzun süredir gündemdeydi. Çıkarmamışlardı. Türkiye'den büyük bir firma getirirseniz memnun oluruz dediler. Onlara (Koç holding) teklif edelim mi edelim. Onların da ilgisi var bu konuya. (...)

- (F. Gülen): Öyle yapalım. Biraz da böyle dediğimizi yapacak, diyeceğimiz şeyleri derken rahat olabileceğimiz birisi olsa daha iyi olur. Olmazsa onları tercih ederiz.

- Başüstüne efendim. Bir de efendim bu Mehmet Nazif (Zorlu) Bey'in büyük bir işi vardı. Çinliler alacak gibiydi. Sonra başka iki işi onlara vermiş. O iş için Dışişleri Bakanı tekrar davet etti bayram sonrası gelseniz dedi bu işi alabilicez dedi. O konuda nasıl yapalım. Gidelim mi Nazif Bey'le tekrar?

- (F. Gülen): Olabilir. Nazif Bey'i de sıkı tutmak lazım.

- Başüstüne efendim. (...)  Daha önce (...)  işte dersanelere karşılık TUSKON'un kapatılması gibi haberler geçtiler. Üzerinde durmadık o zaman.

- (F. Gülen): Onların elinde mi öyle bir şey yapmak?

- Yani mümkün değil efendim bu. Sivil toplum kuruluşu. Denetlerler. En fazla kamu yararımızı almaya çalışırlar elimizden ama kendi kayıtlı teşekkür ve takdirleri var. Herşeyi de bakanlıklarla müştereken yapıyoruz. yani gayrı-cebri bi şey olmazsa herhangi bir şey olmaz efendim.

-(F. Gülen): O zaman o yapmak istediğiniz şeyi yapın inşallah.

- Başüstüne efendim (…)

(F. Gülen’in telefonla konuştuğu kişi, ona büyük iş ve sermaye çevrelerinin ünlü isimlerinin geçtiği konuşmasında da şöyle diyordu): 

- Ali Sabancı'yla beraberdim dün Hocam. Çok Selamları var. Sağlığınızı sıhhatinizi sordu. En çok da o arayıp sordu bu süreçte.(…) Turgay Ciner Bey'e uğradık bugün. Hasan beyle bir köşe yazarının menfi yazı yazma durumu vardı. Onu öğrenmiştik. Kendisini aradık. Bizzat devreye girdi. "Bu gazetede aleyhinize hiçbirşey çıkamaz" dedi. Hepsi bunların 'Hizmet Müessesesi' dedi. "Büyüğümüzün (yani, Fettullah Gülen) aleyhine de ben burada bir şey çıkartmam" dedi. Öyle güzel bir görüşme geçti efendim kendisiyle.’

-(F. Gülen): ’Çok iyi. Allah Razı olsun..’ 

(Konuşmanın ileri bölümlerinde ise, Uganda'dan gelen ’ananas’lardan bahsediliyor, ahizenin beri tarafındaki kişi, bazı sıkıntılı durumlardan söz ederek, birilerine, ’Siz arada kalacak olursanız bizim üstümüze atın en azından. Siz kötü olmayın Adnan (Polat) Bey'le dedim. Böyle bir şey çıktı ortaya hocam.’ diyor; F. Gülen de, ’Meseleyi çözün bence. Yumuşakça inşallah.’ diye karşılık veriyor ve daha sonra, Uganda’da kurulması düşünülen rafineri için karşılaşılan sıkıntılar konusunda Gülen’e bilgi veriliyordu.) 

21 Aralık 2013 günü yapılan konuşmada ise, Abdullah ve Osman isimli kişiler arasındaki şu konuşma yer alıyordu: 

- Abi, bu Bank Asya'yla alakalı bir ’Boşbakan'ın talimatıyla Bank Asya'ya girilme durumu vardı da. Onunla alakalı arkadaşlar bir değerlendirme yaptılar. Toptan teknik olarak bir şeye imkan var mı diye. Normalde mümkün değil dediler. Olsa bile kademelerde arkadaşlar var. Bunların hepsinden geçiyor olması lazım. Ben de onları anlattım. Fakat bir çözüm önerisi olarak bir şey söylemişler notlarımın arasında. bunu da sizinle paylaşmamı istedi. Diyor ki abi arkadaşlar yani herhangi bir şekilde bize bakan yönüyle BDDK (Bankalar Devlet Denetleme Kurulu)  yönüyle bir sıkıntı olmaz ama arkadaşların tavsiyesi şöyle. Bank Asya hakkında bir söylenti, şayia çıkması banka açısından çok tehlikeli. Şu anda twitterdan bunu yaymaya çalışıyorlar. paranın çekilmesi vs ile alakalı endişeler vatandaşta oluşursa mudilerde, daha önceden böyle bir uygulama yapmışlar mesela. (...) Bize değil de bir başkasına da yapmışlar. O bankayı batırmışlar mesela. Dolayısıyla böyle bir şey tehlikeli olabilir. Şöyle bir şey teklif ediyor arkadaşlar. Bunu çok yaymadan 10 tane büyük işadamı abiyle paylaşılsa da bunlardan 5 tanesi veya 10'u bir şekilde 300 milyon TL kadar mevduat getirseler bankaya ve 5 tanesi de kağıt üzerinde Asya Emeklilik Şirketi var ya abi,

-Evet

- Bir kısmını da bunlar satın alsalar. Buradan da 300 milyon TL gibi bir giriş olsa bu durumda şey iyicene sağlamlaşır. Bunların girmesinin önü kapanır. Dolayısıyla Hocaefendi bu yapılabilirse  yapılsın dedi. Size söylememi istedi.

- Bana söyledi de ben detayını bilmiyordum. Bu işin tekniğini yani o bankada teknik olarak kim bilir?

- Şöyle abi, bizim bi ekibimiz, sizin adınıza biz bir ekip kuracaktık ya arkadaşlar destek verecekti.

- Ha anladım

- 3 kişi bir araya geldiler Orada Yakup diye bir arkadaşımız vardı. o sivil bir arkadaşımız. Onlar biraraya geldiler. Bunların bu ihtimaline binaen biz BDDK olarak durumumuz nedir, nasıl koruruz diye.

- Mesela şimdi orada Zafer Bey var. Zafer Beyle kim görüşecekse görüşse Zafer Bey bize ne yapılması gerekiyorsa anlatsa. Yönetimde ya.

- Zafer kim abi?

- Orada (BDDK) Yönetim Kurulu'nda ya. Teknik arkadaş.

- Bununla alakalı olabilir. O da olur ama teknik dili konuşan Ahmet de olabilir.

- O zaman ya Ahmet olsun ya Zafer

- Tamam. aynı dili konuştuklarından teknik bi şey olacaksa Ahmet olursa size daha rahat izah edebilirler bunlar.

- Olsun. O izah etsin o zaman

- Dolayısıyla. Tamam. Yani, işadamlarının bulunması ve bu iki husus diyorlar bankayı daha kemikli hale getirir. Dolayısıyla bu süreci baltalar. Bu süreçte böyle bir duruş sergilememizde fayda var diyorlar çünkü fon açısından biraz daha bankanın mevduata ihtiyacı var diyorlar. Hocaefendi "bunu yapalım o zaman" dedi. "Şu süreçte bir zarar görmemek için bunu yapalım" dedi. Ama normal şartlar altında endişeye mahal bir durum yok. Çünkü orada Başkan Yardımcısı'nı geçmeleri lazım. Daire Başkanı'nı geçmeleri lazım. Onun altında Daire Başkan Yardımcısı'nı geçmeleri lazım. Bunların hepsi bizim arkadaşımız. ama olur da yani bir talimat gelirse endişesinden dolayı bunu yapıyoruz.

- Mühim değil. Ben anladım. Sizin ilgili arkadaş görüşsün. Bize mesela yarın nasıl ulaşacaksa ulaşsın. Yarın ilgili arkadaş teknokrat arkadaş bizi bilgilendirsin.

- Tamam. bizi bilgilendirsin derken Ahmet'i çağırıp ona mı söylesinler abi, yoksa

- Tabi Ahmet'e söylesinler. Ahmet bizi bilgilendirsin.

- Tamam. öyle yapalım. Tamam abi (...)

*

Bir diğer konuşma.. .

- Aloo

- (F. Gülen’in sesi): Efendim

- Efendim hürmet ederim. Bu Ali Bey'in işyeriyle alakalı bu büyük müşterilerden bir kaç tanesi almış yani almış şeylerini. tabi o bayağı büyük. bunlar içerisinde henüz belli olmayan THY var bir de Banka var. O da alırsa biraz zorlanacak gibi görünüyor. Acaba biz bu arkadaşlarla beraber olacağız birazdan onlarla böyle usturubuyla görüşsek böyle önde gelen olanları 2001'de olduğu gibi şeylerini yatırmalarını istesek uygun olur mu?

- (F. Gülen): Ben size demiştim o elinizdeki şeyler olmuyor mu?

- Onlar küçük kalıyor efendim.

- (F.  Gülen): Öyle mi?

- Evet. Yani bu büyük. Bayağı büyük. Böyle yani bayağı bi arkadaşların da paniğe maniğe sevketmeden külli şeyin olması ancak o şeyleri kapatabilir.

- (F. Gülen): Var mı? yolu var mı onun?

- İşte efendim şu anda bazıları mesela şimdi ihtiyaçtır deyip kendileri aramış. ama biz bunu aşarız diye bir hafta içerisinde şey olmuş ama fakat şu andaki görüntü THY ne yapacak belli değil? Büyük. 300 küsur. Bir de o Banka'nın 300 küsur. Öyle büyük toplu şey yaparlarsa o şeymiş. yapma ihtimalleri çok yüksek şu anda. Çekme ihtimalleri.

- (F. Gülen): Ne yapılabilir?

- Efendim arkadaşlarla görüşerek, arkadaşlar bu yakın çevrelerin yani şeylerini oraya 2001'de olduğu gibi yatıracaklar.

- (F. Gülen): Mümkün mü o?

- İşte o daha önceden malumuâlileri yapmıştık zatıalinizin tensibiyle 2001'de.

- (F. Gülen): Yapın. Yapın. Hiç ahesteler hissetmeden çarçabuk hemen yapın. Çarçabuk.

- Başüstüne efendim. Bir de efendim bugünkü şeyle alakalı, bugünkü Hüseyin Gülerce'nin yazısı o sulh mü o zatıalinizin bilgisi dahilinde mi yoksa kendiliğinden mi yazdığı bir şey? (H. Gülerce’nin 25 Aralık tarihli, ‘Bu yangın söndürülübelir mi?’ başlıklı yazısına değiniliyor.)

- (F. Gülen): Hatırlayamadım. Nedir O?
- Efendim 3 şart koşuyor. 1. yolsuzlukların üzerine gidilsin diyor. Yani paralel yapı varsa onları tasfiye edebilir. 2. Dedikodu gıybet etmeyelim. Bu bütün ülkeyi rahatsız ediyor. Sulh yolunu teklif ediyor.

- (F. Gülen): Önemli değil. (...) Haberim yok.   Siz şimdi o meseleyi halledin. O meseleyi halledin.
- Başüstüne efendim. Hürmet ediyorum. Allah sağlık-sıhhat versin.

*

Evet, bu konuşmaları herhangi bir kimsenin yapabileceği konuşma olarak nitelemek de mümkün.. Ama, rafineriler, bankalar, yapılması düşünülen işler hakkında büyük iş adamlarıyla konuşmalar, BDDK gibi önemli kurumlardaki personelin neleri nasıl yapacağına dair konular..

Bütün bu konuların, F. Gülen’in -maşaallah- ilgi ve bilgi alanı içinde olduğu anlaşılıyor!

*

Sadece duyup kenarından geçilemiyecek tesbitler!

Yeni Şafak yazarı Ali Bayramoğlu, emniyet ve yargıdaki cemaat yapılanmasını anlattığı kitabı yüzünden Devrimci Karargâh Dâvâsı’ndan, 15 yıl hapis cezasına çarptırılan eski ünlü istihbaratçı polis şefi Hanefi Avcı ile cezaevinde yaptığı röportajı 12 ve 14 Ocak günlerinde gazetesinde yayınladı.. Hanefi Avcı 2010'da yayınladığı 'Haliç'te Yaşayan Simonlar, Dün Devlet, Bugün Cemaat'  başlıklı ve cemaati sorguladığı ve teşhir ettiği kitabı yüzünden, tutuklanmıştı ve bu durumu hâlâ da  devam ediyor. Bayramoğlu, Fethullah Gülen’in, o günlerde Avcı için, 'Son günlerde emniyet teşkilatından birisinin 'falan yerde kadrolaşma' gibi çok yakışıksız iddiaları oldu. Allah taksirâtını affetsin, Allah insanları cehenneme gitme yoluna düşürmesin…' dediğini hatırlatıyordu.

Bu röportajı geniş bir şekilde aktarmakta, - bugünlerdeki tartışmaları daha derinlemesine anlamak açısından- fayda olsa gerek.. Çünkü, Avcı, bu sahanın en uzman kişilerindendi. Ve Bayramoğlu bu çalkantılı günlerde, en uzun süre ve en etkili şekilde bu konuların içinde bulunmuş olan H. Avcı ile röportaj yapmayı akletmekle takdire değer bir iş yapmış bulunuyor. Şimdi bu röportajın geniş bir özetine bir göz atalım:

*

-Şu an yaşananlar karşısında ne hissediyorsunuz? Haklı çıktınız, haklı çıktığınızı hükümet de gördü..'

Haklı çıktım diye gram kadar sevindiğim yok. Bilinen, görünen bir şeydi. Bugün yaşananlar ülke için, insanlar için sıkıntılı bir durum. Bundan herkes zarar görecek. Hükümet de cemaat de, özellikle cemaat. Ama olumlu düşünecek olursak, bunun sayesinde belki bazı şeyler yerli yerine oturur. İnsanlar zamanla başka gerçekleri görüyor. Eskiden ben ve çevrem cemaatin verdiği eğitim hizmetini her şeyden değerli, her şeyden önemli görürdük.. İstihbarat için, telefon dinlemeler için de aynı şey oldu. Ben bunları suç takip için çok önemli görürdüm. Ancak yeri geldiği zaman bunun ne kadar sorun yaratabileceğini, nasıl kötüye kullanabileceğini, nasıl haksızlığa yol açabileceğini de gördüm... (...) Bu sorulara cevap vermek için önce şu anki durum ne, onu bir tam tespit etmek gerek. Geçmişime bakıldığında her iki tarafa da en yakın kişiyim, samimi, içten, onlarla gönül bağı olan, aynı değerlere inanan, özel dünyamda aynı yaşam biçimini arzulayan biriyim. Bu yetiştiğim çevremden, özel yaşamımdan, yakınlarımdan bilinen, anlaşılan bir halimdir. Bugün ise her ikisinden de ağır cezalar gördüm. Cemaat uydurma iddialar, iftiralar ile bana ceza davaları açılmasında etkin oldu, hükümet ise haksız yere birkaç defa meslekten, memuriyetten ihraç ve onlarca disiplin cezası verdi. Ama bugün durum şu: Hiçbir ülkede hiçbir iktidar kendi kurumlarının dışarıdan birilerince yönetilmesine ve kendi menfaatleri için kullanmasına müsaade edemez. (...)

-Bugünkü noktaya gelineceğini bekliyor muydunuz?

Üç yıldır hapisteyim. Uzaktan bakmak bazen iyi olabiliyor. Az bilgiyi iyi kullanabiliyorsunuz mesela. Bazı gelişmeleri baştan gördüm. (...)

-Bu 'organizasyon', bu 'mekanizma' nasıl işliyor?

Kamu kurumunda çalışan her kişi kendi elde ettiği bilgileri, cemaate aktarıyor. Bu yukarıda birleştiriliyor. Büyük bir havuz oluşturuyorlar. Sonra kime dava açılacak, kim tutuklanacak yukarıda karar veriyorlar. Önce olayı kendileri yakın medya üzerinden sızdırıyorlar. Sonra polis savcının işini yapıyor. Tespit tutanağı fezlekeye geçiyor. Fezleke iddianameye dönüyor. Örneğin bir dilekçe veriyorsun ya da soruşturma başlıyor. Öne arkaya kaydırarak belli kişi ve makama denk getiriliyor. Savcılar şikayet dilekçilerini dikkate almıyor. Tanık üretiliyor. Bu adamların çalışma biçiminin gösterilmesi lazım. Binlerce insan dinlenmiş kimsenin haberi yok. (...)

ONLARI BEN YETİŞTİRDİM GÖRÜR GÖRMEZ ANLARIM

-Beşir Atalay'ın İçişleri Bakanlığı zamanında  Emniyet Genel Müdür Yardımcısı olacağınız söyleniyordu..

Bakan Eskişehir'den beni Ankara'ya almak istedi. Daire başkanlığı önerdiler ama o zaman bu uygun olmazdı. Bakanın yanında olmam için bir formül aranıyordu. Bulunamadı. Ama o esnada cemaat haber gönderdi. Ankara dışına çıksın da nereye giderse gitsin diye...

Bakana anlattım o zaman, 'cemaat yapılanması sizin tahmininizden çok derin' diye. Cemaat tüm bilgilere hakim. MİT'in, Emniyet'in, Maliyenin bilgileri ellerinde. Bu, büyük bir güçtür dedim. Bunun üzerine gidilmesini, denetim yapılmasını, yoksa büyük sorunlar doğabileceğini söyledim. Temelde istihbarat dairesi vardır. Sizin haberiniz olmadan, dinleyen kim adına dinliyor. Buna kim karar vermiş. Şube müdürü olabilir mi? Olmaz. Dışarıdan birileri talimat veriyor. İşte bunlardan birisi Kozanlı Ömer...

Bir hüsn-ü niyet var(dı)  bunlara karşı. O yüzden 'her şeyi yapabiliriz' havasına girdiler. Hükümetin hoşgörüsüyle, görmezden gelmesiyle, bir iki ihlale göz yummasıyla iyi cesaretlendiler, ciddi hukuksuzluklar üretmeye kadar gittiler. Sahte delil üretmeye başladılar.

En iyi bildiği konuyu emniyet istihbaratın altını özellikle çiziyordu:

İşin çapı büyük. Cemaat kendi parasıyla dinleme cihazı alıp bunları Emniyet İstihbarat'ta tutup kullanıyor, TİB'de kendi kanallarıyla dinleme yapıyorlar. Sahtecilik operasyonunu onlar yapıyor. İzmir (casusluk) süreci bir rezilliktir. Cemaatin istihbarattaki adamları, istihbaratın kendi fişleri, kendileri için hazırladıkları fişleri seçip subayların bilgisayarına koymuşlar. Bir istihbaratçı olarak, bu adamları yetiştirmiş biri olarak, bunu görür görmez anlarım. (…)

Tehlikenin görüldüğü artık açık, şimdi ne yapmalı?

Evet, şimdi olayın halka anlatılması gerekir. Ben yaşamasam inanmazdım devletin kendi insanını sahte delil yaratarak suçlayacağına... Göstermek lazım, karşımızda görevini yapmaya çalışan bir polis-yargı düzeni yok. Hukuku tanımayan, ülkeyi ve devleti nereye getireceğini göremeyen, devleti devlet olmaktan çıkaran, devlete, yargıya-polise güveni yok eden bir çalışma biçimi ve yapı var. Gerçek yaşanan hukuksuzlukları halk tam bilmiyor, onun için öncelikle bu konuda yapılan hukuksuzlukların ortaya konması gerekiyor. Bunu özellikle cemaatin tabanının görmesini sağlamak lazım. Cemaat polisleri, savcıları yaptıklarını devlet için yapmıyorlarsa, 'kimin için yapıyorlar', 'neden yapıyorlar' sorusuyla anlatmak çok önemli. Özellikle cemaat tabanının bunları görmesi, soru sorması sağlanmalı. (…)

*

7 ŞUBAT MİT KRİZİ

(Hükümet-cemaat çatışmasının açığa çıkması cemaatin ilk büyük hamlesiyle, 7 Şubat 2012'de MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın MİT'in izlediği rota yüzünden ifadeye çağrılmasıyla olmuştu.)

-İşin istihbarat boyutu da var, bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Basına önceden verilen bilgilere, belli kişilere MİT faaliyetleri ve bazı mensupları hakkında yazdırılan kamuoyunu hazırlamaya yönelik yazılara bakarak, MİT müsteşarı soruşturmasıyla ilgili tahminim şudur: Eğer 7 Şubat operasyonu durdurulmasaydı bugün birkaç yüz kişi tutuklu olurdu. MİT mensuplarının tutuklu olduğu bir davamız olurdu. 7 Şubat operasyonu başarılı olsaydı MİT'te muhalifler bertaraf edilecekti. Kendi taraftarları yönetime gelince devletin icrai bir gücü ve bilgi toplama, bilgiyi kullanma gücü tamamen cemaatin etkisi, denetimi altına girecek, böylece cemaat iç güvenlikte istediği politikaları uygulama imkanına kavuşacaktı...

-17 ARALIK SORUŞTURMASI?

Ben de yolsuzluğa, rüşvete, ihaleye fesat karıştırılmasına karşıyım. Hayatım bu işlerle mücadeleyle geçti. 1983 yılında Mersin'de hayali ihracat ve altın kaçakçılığı tahkikatı yaptım. Birçok üst düzey bakanlık yetkilisi, banka genel müdürü, holding patronunun adı geçti. KOM Başkanı iken Enerji Bakanlığı'nda ihale yolsuzlukları soruşturması yaptık, bazı AK Partililerin adı geçti. Kapıkule'de yolsuzluk operasyonu yaptık. Tüm bu operasyonlarda her zaman üstlerimizin haberi vardı. Enerji operasyonunda hem Enerji Bakanı'nın hem İçişleri Bakanı'nın haberi vardı. 17 Aralık soruşturmaları bu açıdan çok garip ve anormal. Özellikle emniyetin, özellikle istihbarat ve TEM (Terörle Mücadele) birimlerinin çalışma biçimlerini bilen insanlar için olay çok garip ve anormal'..

AMİRDEN HABERSİZ SORUŞTURMA OLMAZ

(Bu gariplik işinin altını özellikle çizmek gerek. Zira Avcı'nın anlattığı yerleşik ve yasal takip, izleme, soruşturma düzeni ile 17 Aralık soruşturması arasında oldukça büyük bir fark var. Bu fark adeta, otonom, içine kapalı, kendi niyetleri üzerinden hareket eden bir yapıya işaret ediyor.)

-Nasıl çalışır sistem?

İstihbarat Dairesi bir örgüt hakkında çalışmaya başlarken, önce Emniyet Genel Müdürlüğü'ne rapor vererek olayı anlatır ve bu çalışmayla ilgili bir plan önerir. Plan onaylanırsa buna uygun olarak izleme, takip işleri başlar. İllerde de bundan önce emniyet müdürünün haberi olur. Ankara'ya yazı emniyet müdürünün imzası ile gider. Çalışma başlayınca her yapılan işlemden mutlaka merkeze bilgi verilir. Merkez her safhayı bilir. Her yazının bir sureti merkeze gönderilir. Her dinlenen telefon, her kişinin takip raporu merkeze gönderilir. İlde emniyet müdürüne ve onun vasıtasıyla valiye bilgi verilir. Merkezde ise daire başkanlığı her ilin yaptığı çalışmaları emniyet genel müdürlüğüne ve bakana arzeder. O kişiler teferruat bilmezler ama geneli bilirler. (...)

17 Aralık operasyonunda Emniyet Müdürünün, Valinin, Emniyet Genel Müdürünün, İçişleri Bakanının haberi olmamasını anlamak mümkün değil. Bir şube müdürü üstüne anlatmadığı çalışmayı neden yapar ki? (...)

-BÖYLE DEVAM EDEMEZ..

Türkiye'de istihbarat ve KOM biriminin ve özel yetkili yargının uygulamaları ile sanki iki ayrı hukuk, iki ayrı devlet, iki ayrı uygulama varmış gibi bir görüntü ortaya çıktı. Ülkedeki bu ikilik mutlaka kaldırılmalı. Bu faaliyetin devamı herkes için felaket olur. Bugüne kadar yeterince fark ettirilmeden yapılan işlemler veya zararların tazmini ciddi sorun, ama bundan sonra devamını düşünmek korkunç. Bu, çok büyük çatışma getirir ve bu çatışmanın galibi de olmaz; AK Parti ve cemaatin karşısında olanlar dahil, bu ülkedeki herkes bundan zarar görür. Bu, devleti, toplumu, tüm değerleri temelinden sarsar. (...)

-CEMAAT TAŞERONLUK MU YAPIYOR?

Ben cemaatin dış güçlerle, ABD veya şu ülkeyle veya bu teşkilatla işbirliği yaptığı konusunda bilgi sahibi değilim. Tahmin de etmem, millî olduklarını kabul ederek ülkeye ihanet etmeyeceklerine inanırım. Ancak dış ülkelerin bu tür yapıları, akıl almaz yöntemlerle, her şeyi, her yolu deneyerek, sofistike yöntemlerle kullanmak isteyeceklerini de bilirim. İstihbarat temini için bunca sistem kuran, uydu, uçaklar alan, trilyonlar harcayan istihbarat teşkilatlarının böyle bir yapıyı kullanmak için her yolu deneyeceklerini de tahmin ederim. (...) O ülkelerin yerinde olsam ben de yaparım; neden yapmayayım; böyle bir yapı varsa ben de kullanmayı, denetlemeyi düşünürüm.’

*

Evet, ünlü ve eski istihbaratçı polis şefi Hanefî Avcı’nın söyledikleri bunlar.. Bu tesbit ve iddiaların aynen olmasa bile, büyük çapta doğru olabileceği düşünülebilir. Çünkü, teknik açıdan uzmanlık isteyen konularda söyledikleri zaten ilginç de, diğer konularda tevatür halinde söylenenler de esasen onu büyük çapta doğrular mahiyette.. Buna bir de, her itiqadî veya ideolojik hareket veya yapılanmanın bağlılarının daha güçlü olabilmek için özel sistemler geliştirdikleri ve hele de ‘F tipi yapılanma’ denilen bu konuda, meselâ, ‘bilgisayar mühendisliği, kimya, mimarlık, mühendislik, fizik’  vs. okumak isteyen bir öğrencilere, ‘âbi’ denilenler tarafından söylenen, ‘hayır, siz  hukuk, siyasal bilgiler, kamu yönetimi vs. okuyacaksınız, siz bize bu sahada lâzımsınız..’  şeklindeki dayatma yönlendirmeler gözönüne alınırsa, tablonun kavranılması daha bir kolaylaşabilir.

Bu gibi yöntemleri tercih etmek, birilerinin hakkı olarak görülebilir, elbette;  ama, o zaman, hesabını halk’a vermek durumunda olan hükûmetlerin bu gibi durumlar için mukabil tedbirler almaları da bir hak olarak görülmelidir.

haksöz

Bu yazı toplam 1307 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar