B.Yıldırım İle Röportaj

B.Yıldırım İle Röportaj

Daha 24 yaşında bir üniversite öğrencisiyken birkaç arkadaşıyla çıktığı iyilik seferlerini büyük bir heyecanla anlatan Başkan Yıldırım...

İHH İnsani Yardım Vakfı Başkanı Bülent Yıldırım'la 1992 yılında temelleri atılan İHH'nın o yıllarda başlattığı kurban çalışmalarını konuştuk.

'' İlk defa 1993 yılında 33 ülke ile başladık kurban çalışmalarına."Maddi durumu çok kötü olup bize bir lira veren, maddi, durumu iyi olup da yüz milyon verenden daha iyidir." anlayışıyla çıktık yola.

İHH kurban serüvenine ilk olarak ne zaman ve nasıl başladı?


Kurban çalışmalarımıza ilk 1993'te başladık.

Vakfın kuruluş tarihi olan 1992'de kurban çalışması yapılmıyor muydu?
1992'de de kurban bağışı alıyorduk ancak Türkiye içerisinde kurban kesimlerine 1993'te başladık. 1992 yılında yurt dışından gelen kurban bağışlarını Bosna'da kesip dağıtıyorduk. Fakat daha sonra Türkiye'de kurban toplayalım, vekâleten keselim, fikri oluştu. Bir ilk olacaktı bu.

Bir gün durup dururken spontane bir şekilde mi karar verdiniz? Bu fikri ortaya attığınızda kaç yaşlarındaydınız?
Hayır, o şekilde değil tabii. Üç-beş arkadaş oturmuş misyonerlikle ilgili ne yapabiliriz diye düşünüyor, İHH'nın geleceğe yönelik stratejisini belirlemeye çalışıyorduk. O zaman yaşlarımız çok gençti. Düşünün, içlerinde en yaşlısı bendim. Ben de 24-25 yaşlarında idim buna karar verdiğimizde. Diğerleri de ya lise öğrencisi ya da liseyi yeni bitirmiş arkadaşlardı.
Misyonerlerle nasıl baş ederiz derken, onların tahmin edemeyeceğimiz kadar güçlü olduklarını, özellikle maddi imkânlarının çok olduğunu biliyorduk. Zaten bu imkânlarından dolayı kendi hesapları doğrultusunda her istedikleri yere gidebiliyor, raporlar hazırlayabiliyor ve durumu kolayca tahlil ederek çözümler üretebiliyorlardı. Ellerindeki maddi güçle her yere kiliseler açıyor, sömürebilmek için de insanları dinsizleştiriyorlardı. Bizim onlarla maddi olarak baş etmemiz mümkün değildi ama yapabileceğimiz bir şeyler muhakkak olmalıydı. Biz de azınlıkta olan Müslümanların yaşadığı bölgelere nasıl gidebiliriz diye imkânlarımızı sorgulamaya başladık. Hesapladığımızda çok ciddi rakamlar çıktı karşımıza. O zaman dedik ki, biz bir kurban çalışması yapalım. İnsanlardan kurban bağışı alalım, ilan ettiğimiz ülkelere gidelim. Bu kurban bizim için bir burak olsun. Yani ulaşım vasıtası olsun.

Peki, bunu düşündüğünüz zaman İHH'nın ne kadar bir bütçesi vardı? Mesela Etiyopya'ya, Arakan'a, Bosna'ya gitmek o dönemde İHH için bir hayal gibi miydi?

İHH'nın bir bütçesi yoktu. İHH daha yeni kendisini tanıtma yolundaydı. Doğrusu biz ilk kurban çalışmamızda ne toplayacağımızı dahi bilemiyorduk. Ama hayallerimiz çok büyüktü. Planlarımız bugünleri öngörmüştü. Biz dünyanın her tarafına ulaşabileceğimizi -bu işi başarabilirsek- Müslümanlarla görüşebileceğimizi ve dünyanın her tarafında aklını kullanan Müslümanların yetişmesine katkıda bulunabileceğimizi ta o zamandan planlamıştık. O nedenle "Bugünleri düşündünüz mü?" derseniz, o genç yaştaki arkadaşlarla daha ötesini bile düşündük. Ama bizim için bu planları uygulayacak vasıtalar önemliydi.

Vekâleten kurban aldığınız zamanlar bir ofisiniz var mıydı?
Evet, asansörsüz bir binanın altıncı katında iki oda, toplam 25 metrekarelik, belki 25-30 metrekarelik bir yer vardı. O dönem her şeyi kendimiz yapıyorduk. Bosnalı mültecilere yardım topluyorduk. Mesela bir haber geliyordu; üçüncü, beşinci katta eski bir buzdolabı var. Gidiyorduk, sırtımıza alıp indiriyorduk. Sonra arkadaşlardan biri babasının arabasını alıyordu. O arabaya koyuyorduk buzdolabını, ihtiyaç sahiplerinin evlerine götürüyorduk vb. Böyle imkânsızlıklar içerisindeydik. Hiçbir bütçemiz yoktu. Ve ilk defa 1993 yılında 33 ülkede başladık kurban çalışmalarına. Hakan Albayrak'ı aradım. Dedim, "Hakan böyle bir şey yapacağız, bir slogan üretebilir misin?" O da düşündü ve döndü: YENİDEN ÜMMET SEFERİ.

Bu slogan o zaman mı kullanıldı?
Evet, ilk olarak o zaman kullanıldı. Şimdi tabii gençler olarak siz, bunun ne anlama geldiğini tam anlayamazsınız. "Ümmet" kavramı o dönemde çok siyasi bir kavram olarak algılandığı için kimse konuşmaya cesaret edemezdi. Hep "millet" denilirdi. İşte biz "ümmet"i kullandığımız dönemde, aslında her tarafa bu afişleri asarken tek amacımız sadece kurban bağışı toplamak değil, aynı zamanda Türkiye'de bazı kavramları yeniden canlandırmaktı. "Yeniden Ümmet Seferi, 33 ülke ve bölgede kurban kesimi yapacağız." dedik ve böyle başladık.

Gazetelere 33 ülke ve bölgeye kurban kesmeye gittiğinizin ilanını verdiniz mi?
Evet, bazı gazetelere ilan verdik. Kısa sürede tanınmamızda ilanların yanı sıra bütün cemaatlerin bize karşı gösterdiği yakınlık da etkili oldu. Çünkü gençlik hareketleri içerisinde Müslümanların bir araya gelmesi çok önemliydi ve biz hep bir araya gelir konuşurduk. Birbirimizi tanırdık. O nedenle İHH çıktığında, Bosna'da yaptıklarından sonra, İHH'ya karşı bir teveccüh oldu. Ve gerçekten insanlar ilk günden itibaren bize sahip çıktılar.

Kurban ilanını verdikten sonra bağışlar gelmeye başlamıştır. Peki, yeteri kadar bağış toplayabildiniz mi?
Bağışlar gelmeye başladı da, tabii çok az geldi. 15-20 gün uğraşmış ve ancak 700 civarında kurban bağışı toplayabilmiştik.

O zaman insanlar bizzat kendi elleriyle mi bağışlarını ulaştırıyorlardı?
Evet, kendi elleriyle getiriyorlardı. Sonra arkadaşlardan birini Keşmir'e gönderdik. Murat Yılmaz, 19 yaşında Keşmir'e gitti. Yol bilmez, iz bilmez. Bir diğer arkadaşı başka bir yere gönderdik, derken gönüllüleri de gönderdik. 700 kurbanla gidilmedi 33 ülkeye. Üç gün kalmıştı kurbana. Bu arada Avrupa'dan gelecek bağışları da bekliyorduk ama üç gün kalmıştı. Ben de uzatmalı öğrenciyim, bu işlerden dolayı okulu bitirme şansım olmuyordu. Dedim, "Herkes gitsin, ben de bu iki odalı yerde ders çalışayım. Şu hukuk fakültesini artık bitireyim." Sabahleyin geldim. Biraz sonra kapı çaldı. Kapıyı bir açtım, merdivenler aşağı kadar dolu. Millet sırada. "Hayırdır?", dedim. "Ee, kurban için geldik." dediler. Şimdi anlıyoruz, meğer son üç dört gün kala yoğunlaşıyormuş kurban bağışları. O zaman bu detayı bilmiyorduk. Tabii kimse de yok. Bu sefer ben ders çalışmayı bıraktım, o insanlarla ilgilenmeye başladım. O üç gün içerisinde 3.000 küsur kurban daha topladık.

Peki, ekipleriniz yola çıkmıştı 3.000 kurbanı hemen gönderebildiniz mi?
Evet, hepsini gönderdik. Hemen yeni arkadaşları organize ettik ve bölgelere gönderdik. Derken 33 ülkede kurban kesimlerini gerçekleştirmiş olduk. O bölgelerden insanlarla tanıştık. Bu insanları Türkiye'ye davet ettik. Burada cemaatlerle görüştürdük, âlimlerle görüştürdük. Onlar gelip gittikçe ümmet şuuru arttı. Biz hedeflerimize doğru hızla ilerliyorduk. Derken, burada önemli bir nokta var; Türkiye'de bu organizasyonu yapan ilk biz olduk. Diyanet o dönemde "Vekâleten kurban olmaz." diye bir şey söyledi. Biz de âlimlere gittik, danıştık ve aldığımız cevaba binaen vekâleten kurban olacağını gazetelerde ilan ettik. Karşılıklı böyle tartışmalar oldu. Bir sene ya da iki sene sonra diyanet de vekâleten kurban kesmeye başladı.

İlk hangi ülkelere gidildiğini hatırlıyor musunuz?

Şu anda tam olarak hatırlamıyorum ama kayıtlarda vardır. Keşmir vardı, Afganistan vardı, Bosna vardı"

Bölgelere giden arkadaşlar geri döndüklerinde bir araya gelip izlenimlerinizi paylaşıyor muydunuz?
Tabii, toplantılar yapıyorduk. Çok büyük bir heyecan vardı. Hepimiz çok gençtik. Bir gencin heyecanıyla bir orta yaşlının veya bir yaşlının heyecanı çok farklıdır. Kitaplarda okuduğumuz şeyleri gördük oralarda. Çok büyük heyecan duyduk. Hani derler ya, "Bu saatten sonra kim tutar seni?" diye, aynen öyle" Oturduk. Tekrar ilkelerimizi düşündük. Evet, bizim tek sermayemiz samimiyet. Allah'a dayanacağız ve ümmetçiliği yaygınlaştıracağız. Türkiye'de "infak" kavramının iyice algılanmasını sağlayacağız. Misyonerliğe karşı set oluşturacağız. Emperyalizmin, siyonizmin gerçek yüzünü insanlığa göstereceğiz ve bilinçli nesiller yetiştireceğiz. Böylece kendi hedeflerimizi netleştirdik. O günden beri de yolumuza devam ediyoruz.

Bülent Bey, siz şahsen kurban çalışması yapılan bölgelerden birinde bulundunuz mu?
Doğrusu ben kurban için hiçbir yere gitmedim. Hep arkadaşlarımın gitmesini tercih ettim. Hâlâ da öyle devam ediyorum. Kendime onu âdet edinmişim.

Neden peki?
Baştan öyle bir karar verdim. Gençlerin gitmesi varken ben gitmemeyi tercih ettim. Biz nasıl olsa bir şekilde kurban haricindeki zamanlarda bölgelere gidiyoruz, ümmeti tanıyoruz. Yani birçok yeni arkadaşımız gitsin ve tanısın diye düşündüğümüz için bunu tercih ettik.

Peki, bugün İHH 100'den fazla ülkede okullar, yetimhaneler, su kuyuları açıyor. Sadaka-i cariyelere, hayır müesseselerine vesile oluyor. Tüm bu çalışmaların başlangıcı o ilk kurban çalışmasına dayanıyor diyebilir miyiz?

Evet kesinlikle. Tüm bu çalışmaların başlangıcı o gün başlattığımız kurban çalışmasına bağlı. Bugün artık insanlar vakfımızı tanıdı. Bu anlayış gelişti. Yeni dernekler kuruldu. İnsanlar artık sadece kendi yaşadıkları coğrafyayla değil, dünya üzerindeki tüm problemlerle ilgilenilmesi gerektiğini kabullendi. Şimdi kurbanın dışında fonlarımız zaten geliyor. Ama kurban bizi ilk taşıyandır. Her tarafa ulaştıran çalışmadır. Ve kurbanla gittiğimiz bölgelerde hastane, okul, su kuyuları vb. ihtiyaçları tespit ediyorduk. Onları projelendiriyorduk ve bunları halka duyuruyorduk.

Şunun altını çizmek gerekir; biz İHH olarak belli kişilere gitmedik. Yani belli zenginlere gidip de "Gelin şunu yapalım." demedik. Biz planlarımızı halka duyurduk. Bizim hedefimiz halkın bizim yanımızda olmasıydı. Halk bizim yanımızda olursa bağımsız kalır, kimseye muhtaç olmazdık. Hatta maddi durumu çok kötü olup bize bir lira veren, maddi durumu iyi olup da yüz milyon verenden daha iyidir, anlayışıyla çıktık yola. Verdiğin sadaka seni etkileyecek ki, biraz daha samimi olsun. Yaptığın şey seni hiç etkilemiyorsa o zaman o samimiyette biraz problem oluyor. Onun için buna dikkat ettik.

Ve o kadar genç yetişti ki ardımızdan" Daha geçen Adapazarı'na gittim. Birçok arkadaşla sohbet ettim. Sonra bir grup insan geldi. Tanıştırdılar. Bu arkadaşlar yıllardır Adapazarı'nda yoksul insanların ihtiyacını görüyor, çeşitli çalışmalar yapıyorlarmış. Hakikaten çok sevindim. Derken oradan biri dedi ki; "Ağabey biz bu çalışmayı aslında İHH'dan öğrendik. 1994'te siz bir stant açmıştınız İstanbul'da. Ben de üniversitede okuyordum. Geldim, oradan bir broşür aldım (Broşür muhtemelen o dönem ya kurbandır ya Çeçenistan.). O gün o broşürle beraber İHH'ya gidip gelmeye başladım. Okulu bitirdim ve o zamandan beri yıllardır burada bu çalışmaları yapıyoruz."

Şimdi düşünün; bir okul, bir ekol olmuşsunuz. Bu sadece Türkiye'de değil, dünyanın her tarafında böyle. Rabbim ayağımızı kaydırmasın. Allah, bu çalışmalara hizmet eden -hangi dernek içerisinde olursa olsun- insanlığı gerçekten düşünen samimi Müslümanların hepsinin yardımcısı olsun!

Bülent Bey, ilk zamanlarda çok zor bölgelerde bulundunuz. Mesela Bosna'da, Kosova'da, Çeçenistan'da" Oralara gitmek gelmek, kurban kesmek zordur mutlaka.
Ben kurban dışında da o bölgelere gittim, oraları biliyorduk. Ama bu işte herkes büyük fedakârlıklar yaptı. Mesela bir şey anlatayım; bizim Mahmut Satıcı adında bir ağabeyimiz vardı. Çeçenistan'da kurban kesimi yapılacaktı. Bir grup arkadaşı göndermiştik. Sonra birden yoğunlaşma olunca yine birilerini göndermemiz gerekti. O dönem bölgedeki arkadaşları öyle telefonla arayarak şu kadar daha kurban kesin deme imkânı yoktu. Yeni gidecek kişiler için vize sorunları da vardı. Ne yapalım diye düşünürken Mahmut ağabey geldi aklıma, onun özel pasaportu vardı. Kendisini aradığımda hastanedeydi. Çocuğu olmuş, yeni kucağına almış. Dedim ki, "Mahmut ağabey, böyle böyle... Senin pasaportuna ve sana ihtiyacımız var." Çocuğu yatağına bıraktı ve geldi. Çeçenistan'a gitti. Gelmeyebilirdi. Mesela hanımı, "Nereye gidiyorsun?" diyebilirdi, demedi. Mahmut Satıcı kalkıp bir kere sorgulamadı, "Ya benim çocuğum var." demedi. Geldi. Çantasını aldı. Kurban paralarını aldı. Yola çıktı. Gitti. Kurbanları kestiler ve geri geldiler; ki o zaman bir sürü kontrol noktasından geçiyorsunuz Çeçenistan'a; Rusların içerisinden geçiyorsunuz vs.

Allah sizlerden razı olsun Bülent Bey, sohbetiniz için teşekkür ederiz.
Allah sizden de razı olsun. (tıme)