12 Eylül mağdurları işkenceleri anlattı

12 Eylül mağdurları işkenceleri anlattı

12 Eylül askeri darbesinde gözaltına alınan yada tutuklananlar gördükleri insanlık dışı işkenceleri anlattılar. İşte mağdurların dilinden yaşananlar.

29 YIL GEÇTİ UNUTAMADIK

12 Eylül 1980'de Türkiye bambaşka bir sabaha uyandı. Sokaklarda tank paletlerinin sesleri yankılanıyordu. Herkes 10 yıl öncesinden kalma bir alışkanlıkla radyoyu açtı. Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Kenan Evren, askerin yönetime el koyduğunu, sıkıyönetim ilan edildiğini, ikinci bir emre kadar sokağa çıkmanın yasak olduğunu söylüyordu. Bir gün sonra nasıl olduysa bıçakla kesilir gibi bitmesine rağmen, darbeden önce gazete manşetleri çıkan çatışmalarda ölen insanların haberleriyle doluydu. Darbeden sonra ise işkence, cezaevleri ve idamlar haber olmaya başladı. 1980-84 arasında 17 sol görüşlü, sekiz sağ görüşlü, 24 de adli mahkum, yani tam 50 kişi idam edildi. Onbinlerce insan işkence gördü. Yüzlercesi kayboldu. Aradan geçen 29 yılda Kenan Evren'in idamlar için "Netekim pişman değilim" cümlesi kimileri için tarihin tozlu sayfalarında kaldı ama oğlu idam edilen annenin bu cümleyi unutması mümkün olmadı. Cahit Akçam, o günlere tanıklık edenlerle konuşarak 12 Eylül'ün Adaleti adlı bir belgesel çekti. İşte bugün ilk kez Ankara İnşaat Mühendisleri Odası Genel Merkezi'nde gösterilecek olan o belgeselin hikayesi ve tanıkların anlattıkları...

Kendisi de 12 Eylül'de tutuklanıp sekiz yıl Mamak Cezaevi'nde kalan Cahit Akçam, askeri darbenin 29'uncu yılında gösterilecek belgeselin yapımcılarından biri. Belgeselde kameramanlıktan muhabirliğe çeşitli görevler üstlenen Cahit Akçam, 12 Eylül Adaleti adlı belgeselle ilgili sorularımızı yanıtladı...

12 Eylül'de gösterilecek belgesel ne anlatıyor?

12 Eylül döneminin, hukuk alanında yarattığı yıkımı, insanlar üzerindeki dehşeti ortaya koyacak bir belgesel bu. Adı 12 Eylül Adaleti. Belgesel de bu yargılamalar, cezaevleri ve idam cezaları üzerinden yükseliyor. Mesela o dönemde Diyarbakır'da askeri savcı olan Ümit Kardaş, tanıklarımızdan biri. Ekrem Çelenk ise Dev-Yol davasının yargıcı; geçen yıl şubat ayında öldü. Onunla 2008'in mart ya da nisan ayında röportaj yaptık. Bu belgeselde adalet düzleminde gerçekleşen bütün haksızlıkları, hukuksuzlukları ve insan hakları ihlallerini açıkça ortaya koymaya çalıştık.

Cezaevine girdiğinizde kaç yaşındaydınız?

24 yaşındaydım. Çıktığımda 32 olmuştum.

Cezaevine girmeden önce nasıl biriydiniz? Cezaevi hayatınızı nasıl değiştirdi?

Çok büyük işkencelere uğradık. Bizi istedikleri gibi kullanabilecekleri nesneler haline getirmeye çalışıyorlardı. Belki istediklerini yapmak zorunda kaldık ama bizi hiçbir zaman teslim alamadılar.

Ne kadar kayıp verdi sizce Türk gençliği o dönemde?

Ortalama 18-25 yaş arası insanlardı. Dolayısıyla bu ülkenin bir kuşağını ezdiler.

Travma olarak tanımlanabilir mi bu yaşananlar?

Elbette. Topluma gözdağı verip sindirdiler. İnsanların büyük bir çoğunluğu akıl ve ruh sağlıkları yerinde dışarı çıktı ama tekrar biraraya gelemedi.

Kaç kişiyle görüştünüz belgesel için?

140 civarında. Aslında görüştüğümüz insanlar, görüşmek istediğimiz insanlardan 100 kişi eksik.

Ne zaman başladınız çekimlere?

2008 yılının mart ayında başladık. Aşağı yukarı bir buçuk yıl oldu.

İdam edilen insanların aileleriyle konuştunuz. Onları nasıl ikna ettiniz?

Çok az kişi konuşmak istemedi. Örneğin Erdal Eren'in annesi ve ağabeyiyle konuşamadık. Onun dışında idam edilenlerin yakınları o günlerde yaşanan olayları, nasıl bir duygu, düşünce dünyası içinde olduklarını bizimle paylaştı. Tabii bütün bu anlatılanları dinlemek bizim için de kolay olmadı.

Ağladınız mı onları dinlerken?

Çekimlerde ağlamadım, ama o kadar birikmiş olmalı ki, daha çok kendimle baş başa kaldığım zamanlarda ağladım. O insanlara acılarını unutturmak mümkün değil. Ama insanların nasıl bir acı yaşadığını bilmeyenlere, duymayanlara anlatmak gerekiyor. "Erdal Eren idam edildiğinde 17 yaşındaydı" cümlesinin nasıl bir ağırlığı olduğunu görmelerini sağlamak lazım.

Erdal Eren idam edildiğinde Mamak'ta mıydınız?

Hayır. O sırada emniyette gözetim altındaydım. İdam edildiğini polislerden öğrendim, çok üzüldüm.

Röportajları nasıl, nerede yaptınız?

İdam edilen arkadaşların ailelerinin evlerine gittik. Orası idam edilerek öldürülen insanların yaşadığı mekandı. Görüşmeler yaklaşık bir saat, 45 dakika sürdü. İstanbul'da Metris Cezaevi ile ilgili kısımları çekerken iki gün üst üste sekiz saat çekim yaptığımızı hatırlıyorum.

İDAM EDİLENLERDEN BAZILARI

NECDET ADALI (20) 77 Temmuz'da gözaltına alındı. 8 Ekim 80'de idam edildi.

SERDAR SOYERGİN (20) 14 Eylül 80'de gözaltına alındı. 25 Ekim 80'de idam edildi.

ERDAL EREN (17) 2 Şubat 80'de gözaltına alındı. 14 Aralık 80'de idam edildi.

VEYSEL GÜNEY (23) 28 Aralık 80'de gözaltına alındı. 11 Haziran 81'de idam edildi. Cenazesi ailesine verilmedi.

AHMET SANER (22) 16 Nisan 80'de gözaltına alındı. 26 Haziran 81'de idam edildi.

KADİR TANDOĞAN (23) 16 Nisan 80'de gözaltına alındı. 16 Haziran 81'de idam edildi.

MUSTAFA ÖZENÇ (22) 7 Ocak 81'de gözaltına alındı. 21 Ağustos 81'de idam edildi.

İ. ETHEM COŞKUN (23) 29 Nisan 80'de gözaltına alındı. 13 Mart 82'de idam edildi.

SEYİT KONUK (26) 29 Nisan 80'de gözaltına alındı. 13 Mart 82'de İzmir'de idam edildi.

NECATİ VARDAR (22) 30 Nisan 80'de gözaltına alındı. 13 Mart 82'de idam edildi.

ALİ AKTAŞ (27) 9 Haziran 80'de gözaltına alındı. 23 Ocak 83'te idam edildi.

ÖMER YAZGAN (27) 17 Ocak 81'de gözaltına alındı. 30 Ocak 83'te idam edildi.

ERDOĞAN YAZGAN (23) 17 Ocak 81'de gözaltına alındı. 30 Ocak 83'te idam edildi.

MEHMET KAMBUR (28) 17 Ocak 81'de gözaltına alındı. 30 Ocak 83'te idam edildi.

RAMAZAN YUKARIGÖZ (23) 17 Ocak 81'de gözaltına alındı. 30 Ocak 83'te idam edildi.

İLYAS HAS (29) 28 Aralık 80'de gözaltına alındı. 7 Ekim 84'te idam edildi.

HIDIR ASLAN (26)Şubat 80'de gözaltına alındı. 25 Ekim 1984'de idam edildi.

12 EYLÜL DARBESİNDEN TAM 29 YIL SONRA ÖLÜME 10 DAKİKASI KALANLARIN SON SÖZLERİ:

12 Eylül 1980 darbesi sonrası kurulan Sıkıyönetim Mahkemeleri üst üste idam cezaları verirken, Kenan Evren, "Hainleri asmayıp da besleyecek miyiz?" dedi, herkes "fikrini" öğrendi. Dört yılda darağacına gönderilen 50 kişi arasında yer alan gençlerin ne düşündüğü ise tam 29 yıl sonra "son mektup"larıyla ortaya çıktı.

Ümran AVCI - AHT
"ŞU mektubu yazarken bir yandan çay, sigara içiyorum. Ağır ağır. Tadına vara vara. Neşesiz değilim. Bir yandan yaşamımın film şeridini toplamaya çalışıyorum kafamda..." "Şu anda saat 04.00 ve ben infaz için son hazırlığım olarak bu mektubu yazıyorum..." "Biraz acele etmek zorundayım. On dakika bile bana çok görüldü. Elimde kelepçe ile yazmak zor..." "Az sonra son görevimi yapmak üzere darağacına çıkacağım. Sloganlarımı haykıracağım, dizlerim titremeyecek. Yirmi yedi yaşına bastığım bu gecenin sabahını kimse unutmayacak..." Bu sözler 12 Eylül sonrası idama mahkûm edilen ve darağacına gitmeden önceki "Son 10 dakika"larında sevdiklerine seslenen gençlerin kaleme aldığı mektuplardan...

Yaşlanmamış bedeninin az sonra darağacında sallanacağını bilen biri kelepçeli elleriyle "son söz" olarak ne yazar. Ne düşünür. Ölüme dakikalar kala, geride bıraktıklarına neler söyler? Bütün bunların yanıtları 78'liler Vakfı'nın arşivinde yer alan ve 12 Eylül döneminde ölüm cezası infaz edilenlerin kaleme aldığı ve dosyalarda saklanan mektuplarda gizli... İşte o idam mahkûmu 11 solcu gencin sözleri: Zavallı ve çaresiz biriymişim gibi ardımdan ağlamayın. Başı dik olun

NECDET ADALI (7 Ekim 1980 Ankara)
Sevgili anneciğim ve babacığım, sizleri ve ezilen halklar uğruna mücadeleyi erken bırakmak zorunda kaldığım için üzgünüm...

SERDAR SOYERGİN (25 Ekim 1980 Adana)
Sevgili anneciğim eğer ben asılıp ölürsem, sen hiç üzülme. Geride kalan yoldaşlar da senin oğlundur. (...) Biz bir ölürüz bin doğarız. (...) Biz ölürken bile başımız dik yürürüz...

VEYSEL GÜNEY (10 Haziran 1981 Gaziantep)
Değerli babacığım ve tüm dostlarım. (...) Ben kimseyi öldürmedim, suçsuzum. Babacığım, ben ölüme seve seve gidiyorum, bir namussuzluk ve bir ..lik yapmadım. Onun için hiç üzülmeniz gerekmez. (...)

HIDIR ASLAN (24 Ekim 1984 İzmir)
"Canım Abim. Uzun uzun yazacak değilim. Bu ana hep hazırdım. Son yolculuğum yaşamım kadar güzel olmalı. Üzülmek mi? Bunu hiç istemiyorum canlarım. Büyük sözler etmeyi gereksiz buluyorum. Her şey yaşamımız kadar açık ve sade olmalı. (...) Şu mektubu yazarken bir yandan çay sigara içiyorum. Ağır ağır. Tadına vara vara. Neşesiz değilim. (...) Çok şey söylemek istiyorum ama zaman öyle kısa ki. On dakikamız var. Üzülmeyin acılara yenilmeyin hayata karşı güçlü olun yaşam budur. Başı dik olun.

ERDAL EREN (13 Aralık 1980 Ankara)
Sevgili annem, babam ve kardeşlerim. (...) Ama çok açıklıkla söylüyorum ki benim moralim çok iyi ve ölümden de korkum yok. (...) Zavallı ve çaresiz biriymiş gibi ardımdan ağlamanız beni yaralar.

ÖMER YAZGAN (29 Ocak 1983 İzmit)
Sevgili anama, babama ve kardeşlerime, şu anda saat 04.00 ve ben infaz için son hazırlığım olarak bu mektubu yazıyorum. (...) Elimde kelepçe ile yazmak zor. (...)  Gözyaşlarınızı düşmanlardan gizlemeyi öğrenmelisiniz. (...)

MEHMET KAMBUR (29 Ocak 1983 İzmit)
Değerli karıcığım, biz tarihi görevimizi yerine getirirken en azından seni görmek isterdim. (...) Son olarak da ülkemin özgürlüğü uğruna canımı severek feda ediyorum. (...)

MUSTAFA ÖZENÇ (20 Ağustos 1981 Adana)
Sevgili Babacığım. (...) Bu satırları yazmamın nedeni kendinizi bu konuda suçlamamanız içindir. Siz bana karşı görevinizi fazlasıyla yerine getirdiniz.

İLYAS HAS (6 Ekim 1984 İzmir)
Şu an sizlere en son mesajımı iletiyorum. Ben sizlerin yüzüne kara çalacak hiç bir şey yapmadım.(...) Belki de çok şey vardır sizlere iletebileceğim ama şu an aklıma bir şey gelmiyor ki... Bu da doğal olsa gerek.

RAMAZAN YUKARIGÖZ (29 Ocak 1983 İzmit)
Değerli aileme, annem, babam ve kardeşlerime. Sizler için birçok şey yapmak istedim ve her zaman da isterdim. (...) Benim için üzülmenizi, gözyaşı dökmenizi istemem. Devrimci olarak yaşadım, devrimci olarak ölüyorum. (Annesine yazdığı mektuptan) Burada şereflice yaşayıp şereflice ölerek sana olan borcumun bir kısmını ödemek istiyorum.

KADİR TANDOĞAN (25 Haziran 1981 İstanbul)
Sevgili aileme, anneme, Mediha ablama, Nuriye ablama, kardeşim Meliha, yeğenim Servet ve enişteme: İnanın bu yaşamımda ölmeme değil, sizleri arkada, gözü yaşlı bıraktığıma üzülüyorum. Kolay değil, benimki bir anlık şey. Ya sizler? (...) Bu mektup elinize geçtiğinde ben ölmüş olacağım. Mektubum baştan sona hüzün dolu. Ama bu şartlar altında yazmak için aklıma başka bir şey gelmiyor.

İDAM EDİLENLERİN YAKINLARI ANLATIYOR

AYSEL YUKARIGÖZ / RAMAZAN'IN ANNESİ: CENAZESİNİ ALACAK MISINIZ DİYE SORDULAR

Gece "tak tak" kapı vuruldu. Hemen kalktım. Polis. "Hayrola ne oldu" dedim. "Ramazan'ın evi burası mı" dediler. "Ne oldu, bir şey mi oldu Ramazan'a" dedim. Babasını kaldırdım. Babasıyla arabanın orada konuşmaya başladılar. "Nereye gömülmesini istersiniz? Cenazesini alacak mısınız, almayacak mısınız" diye sordular. Babası arabayı yumruklamaya başladı. "Şimdiye kadar sefilleri oynadık, şimdiden sonra isyanları oynayacağız, tabii alacağız cenazesini. Dirisi onlarınsa, ölüsü bizim. Ne demek almamak" dedi. O zaman ben yıkıldım... "Çocuğumu

görmek istiyorum" dedim. "Göremezsin" dediler. "Niye göremeyeyim" diye sorunca, "Tabut mühürlü" dediler. "Sizin mührünüz bana vız gelir" dedim. Çektim, kopardım mührü. Açtım tabutu. Baktım, saçları böyle yeni taranmış sanki. Kaşları böyle kalem gibi. O bir bambaşka güzeldi. Öptüm yüzünü.

T. DOĞAN TOKER / ERDAL EREN'İN CEZAEVİ ARKADAŞI: ERDALIMIZ'I GÖTÜRDÜLER

Bir asker, copunu uzatıp omzumu dürterek beni uyandırdı. Sessizce yanaştım kapıya, "Erdalımız'ı götürdüler" diye ağlıyordu. "Nasıl, kim, nereye götürdü" diye sordum. Mamak Cezaevi'nin A bloğunun çıkış kapısında nöbetçi olduğunu, o gece bir grubun gelip Erdal'ı aldığını ve idama götürdüğünü, kendisinin de bunun üzerine kapıyı açmamak için vakit kazanmaya çalıştığını, biraz da üzüntüden elinin titrediğini, çok oyalanınca kapıdaki grubun kızdığını, bu durumu görünce Erdal'ın da "Aç kapıyı Asker, işimiz var, gideceğiz" dediğini anlattı.

OKAN CİNEMRE / ÖMER YAZGAN'IN YEĞENİ : YORGANIN ALTINDA SAATLERCE AĞLADIM

Gece telefon çaldı ve bir anda haber geldi. Hem de en umutlu olduğumuz anda. O telefon görüşmesinden sonra babamın içerideki odaya ağlayarak kaçtığını, annemin ağlayarak kendini başka bir yere attığını hatırlıyorum. Ben de yorganın altına girip saatlerce ağladım.

NURSEL AKTAŞ / ALİ'NİN KARDEŞİ: YAŞAMA SEVİNCİMİZDİ

Saçlarımın bir an uçuştuğunu hissettim. Koşarken saçlarım yok mu gerçekten diye kontrol ettim. O an şoka girdim. Gidip kendimi kaymakamlığın orada öldürmek istedim. Çünkü ağabeyim yaşama sevincimizdi bizim.

GANİME AKTAŞ / ALİ AKTAŞ'IN ANNESİ: AY IŞIĞI MEZARIN İÇİNE DÜŞTÜ

O an bittim... Öyle bir acı duydum ki, bir titreme geldi. Bir soğuk, bir sıcak bedenime sanki bir şey girdi. Mezarlığa gece yarısı götürdük. Ay ışığı vardı. Mezara koyduğumuzda, ay ışığı mezarın içine düştü. O an gömdük Ali'yi.

MAMAKLI KIZLAR

12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra Mamak Cezaevi'nde yatan kadınlar, dışarıya çıktıktan sonra bir mail grubu kurdular. Tam 26 yıl önce birbirlerine yazdıkları ama kaybolan mektupların bulunmasından sonra kurulan grubun adı Mamaklı Kızlar. İşte Mamaklı Kızlar'ın cezaevinde yaşadıkları..

MAMAK BİR TOPLAMA KAMPIYDI

Feride Çiçekoğlu

1980 yılı öncesinde Mamak, sadece askeri bir garnizondu. Ancak 12 Eylül'den itibaren görüntü değişti ve gözaltına alınan binlerce insanla birlikte tam bir toplama kampına dönüştürüldü.

KAFESTE İNSAN OLDUĞUNU UNUTMAK

Hilal Ünlü

Mamak Cezaevi'ne girenler ilk önce kafes adı verilen demir parmaklıklarla örülü korkunç bir yerde bir gün bekletiyorlardı. Askerler demir parmaklıklara sürekli olarak vuruyordu. İnsana, insan olduğunu unutturacak bir yerdi. Kimliğini kaybettirmeye yönelik ilk adımlar burada atılıyordu.

MANGA ÜRPERTİCİ SESLER ÇIKARTIYORDU

Zehra Kürkçü

Koğuşun demir kapıları olur olmaz saatte açılıyordu. Sayım mangasını oluşturan askerler, çok yüksek sesle marş söylüyordu. Belli ki bize karşı doldurulmuşlardı. Çünkü insanı ürkütecek sesler çıkartıyorlardı. Bu sahne çok fazla tekrarlanıyordu.

MAHKEMEYE GİDERKEN VAJİNAL ARAMA

Sükun Öztoklu

Mahkemelere gidip gelirken vajinal arama diye bir şey yapmaya kalkmışlardı. Çamaşırlarımızı çıkartmamızı istiyorlardı. Biz de doğal olarak kabul etmeyip direniyorduk. Bu uğurda çok dayaklar yedik, üstümüz başımız yırtıldı.

DİYARBAKIR CEZAEVİ'NDE KALANLAR ANLATIYOR

32 KİŞİ ÖLDÜ 32'Sİ DE ECELİYLE DEĞİL

Hıdır Göktaş

Diyarbakır Cezaevi için şunu diyebilirim; tanrının kulunu kapısında bırakıp gittiği

yer. Azrail dahi Diyarbakır Cezaevi'ne giremedi o süre içerisinde. 32 kişi öldü.

32'si de eceliyle değil.

HAYDAR İSTERSEN KAYTAR

Filiz Ağın

Ellerinde bir kalas vardı. Üstünde "Haydar, istersen kaytar" yazıyordu. Copun tersiyle, yani lastik kısmıyla vurmuyorlardı, kendi tuttukları demirle vuruyorlardı. "Emretkomutanım" diye bağırtıyorlardı. Elleriniz kollarınıza kadar kabarıyor, şişiyor ve gücünüz kalmıyor; yere düşüyorsunuz.

İKİNCİ KATTAN ATLASAM ÖLÜR MÜYÜM

Mustafa Caymazer

Adamı getirdiler, anadan doğma soydular. Yaşlı başlı adam, biz utanıyoruz, başımızı önümüze eğiyoruz, her taraf açık. İpi yaşlı adamın hayalarına bağladılar. Bir gardiyan da karşıya geçti, ipi sarıyor. "Tek tek siz de üstünden atlayın" dediler. Koğuşun bir kısmı gitmedi, beş altı kişi atladı ama o anda biri ipin üstüne bastı. Adamın feryatları... "Ağzınızı açın" dediler. Açıyoruz. Zaten ne diyorlarsa onu yapıyoruz. Copu küçük dilimize vuruyorlardı. Ağzımızdan kan fışkırıyordu. Bir seferinde bir tabağın içinde, foseptikten çıkartılmış bok getirdiler. Yaşlı adam artık çıldırmıştı. "Mustafa ikinci kattan aşağı atlasam, acaba ölür müyüm ölmez miyim" diye soruyordu bana. İsmi Ali'ydi. "Ya Ali Abi, ne bileyim" dedim. "Ben ölümden

korkmuyorum, ölmezsem yarın nasıl olacak, yani bu gardiyan beni işkenceden

perişan edecek" dedi...

RAKAMLARLA 12 EYLÜL

# 1 milyon 683 bin kişi 'fiş'lendi.

# 650 bin kişi gözaltına alındı.

# Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı.

# 7 bin kişi idam istemiyle yargılandı.

# 517 kişiye idam cezası verildi.

# 259 kişinin idam dosyası Yargıtayca onandı.

# 49 kişi idam edildi.

# 71 bin kişi 141, 142 ve 163'den yargılandı.

# 98 bin 404 kişi 'örgüt üyesi' olmak suçundan yargılandı.

# 388 bin kişiye pasaport verilmedi.

# 14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı.

# 30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurtdışına gitti.

# 300 kişi 'kuşkulu bir şekilde' öldü.

# 171 kişinin 'işkenceden öldüğü belgelerle kanıtlandı.

# 14 kişi cezaevindeki uygulamaları protesto etmek için yaptıkları 'açlık grevi' sonucu yaşamını yitirdi.

# 1402 sayılı yasa nedeni ile 3 bin 854 öğretmenin ve 120 öğretim görevlisinin işine son verildi.

# 23 bin 667 derneğin faaliyeti durduruldu .

# İstanbul'da gazeteler toplam 300 gün yayımlanmadı.

# 31 gazeteci cezaevine konuldu.

# 300 gazeteci saldırıya uğradı.

# 3 gazeteci öldürüldü.

# 49 ton gazete, dergi ve kitap, sakıncalı olduğu için imha edildi.

Nur TOPRAKOĞLU / GAZETE HABERTÜRK - HT CUMARTESİ


Protestolar Veysel Güney'e adandı

Bu yılki 12 Eylül'ü protesto etkinlikleri darbe sonrası idam edilen ve mazarının yeri bilinmeyen Veysel Güney'e adandı. 78'liler Derneği, Güney'in cenazesinin teslim edildiği Yüzbaşı Erdem'i mezar yerini açıklamaya çağırdı

12 Eylül askeri darbesi 29. yıldönümünde birçok ilde düzenlenecek etkinlik ve gösterilerle protesto edilecek. Yarın Ankara ve İstanbul'da onlarca sivil toplum kuruluşunun katılımıyla mitingler düzenleniyor. Devrimci 78'liler Derneği bu yılki etkinlikleri 10 Haziran 1981'de Antep Kapalı Cezaevi'nde idam edilen ve hâlâ mezarı bilinmeyen Veysel Güney'e adadı. 12 Eylül döneminde idam edilen ve mezarı hâlâ bulunamayan Veysel Güney'in nüfus bilgileri toprağa verilirken ölü kayıt defterine yazılmadı. Gaziantep Mezarlıklar Müdürlüğü, Veysel Güney'i ölü kayıt defterinde 'Hüviyeti meçhul' olarak kaydederken, 'mahallesi' bölümüne de "orduevi" yazdı. Devrimci 78'liler Derneği, idamdan sonra Güney'in cenazesinin teslim edildiği Yüzbaşı Burhan Erdem'i mezar yerini açıklamaya çağırdı.

12 Eylül 1980 askeri darbesinden bir süre sonra Gaziantep'te Güney'in de bulunduğu eve polis ve asker operasyon düzenledi. Operasyonda, Güney'in arkadaşı ölürken, sırtından Vurulan Güney de yaralı olarak gözaltına alındı. Operasyonda bir teğmen de şehit oldu. Askeri savcılık, teğmeni Güney'in öldürdüğünü iddia etti. Yargılama sonucunda Güney idam cezasına çarptırıldı. Ailesi ile görüşmesine izin verilmeyen Veysel Güney, sadece infaz öncesi idama götürülürken, cezaevi aracından annesi, eniştesi ve ağabeyi Ayhan Güney'i görebildi.

Ağabey Ayhan Güney, idam gecesini şu sözlerle anlatmıştı: "Kısa süre görüştük. Çok cesurdu. Ağlamaktan konuşamıyorduk. Annem, 'Oğlum korkmuyor musun?' dedi. O da, 'O kadar işkence gördüm ki artık ölüm bile korkutmuyor ana' dedi. İnandığı dünya için savaştığını anlattı. Slogan attık. Bizi gözaltına aldılar. Tutulduğumuz yerden biraz uzakta idam edilecekti. Orada bir ışık vardı. O sönünce anladık ki idam edildi. Vücudunda kurşun duruyordu."

Veysel Güney idamdan dakikalar önce kaleme aldığı son mektubunda kimseyi öldürmediğini belirttikten sonra şöyle demişti: "Babacığım, ben ölüme seve seve gidiyorum, bir namussuzluk ve şerefsizlik yapmadım. Onun için hiç üzülmeniz gerekmez. Benim binlerce annem babam olduğu gibi sizin de birlerce oğlunuz var. Göndermiş olduğunuz mektupları bugün verdikleri için cevabını yazamadım. İmam ve Sultan'dan da mektup aldım. Ayrıca Sultan'ın gönderdiği çamaşırları da aldım. Tüm dostlardan memnunum ve saygılarımı sunar mutlu yarınların halkımın olmasını dilerim. Size bir tek dörtlük şiir yazıyorum... Mezarımı yol kenarına kazın/Üzerime devrim şehidi yazın/Başına yumruklu yıldız kazın/Gidiyorum ölümsüzlüğe hoşçakalın..."

'Aliye teslim edilecek' denildi

Güney'in cezası 9 Haziran 1981 günü infaz edildi. Gaziantep Savcılığı tarafından 10 Haziran 1981 tarihinde hazırlanan 'Gömülme izni' belgesinde şöyle deniliyordu: "Milli Güvenlik Konseyi'nce onaylanarak resmi gazetede yayımlanan Veysel Güney'in ölüm cezası asılmak suretiyle infaz edildiğinden cesedi gömülmesi için babası Ali Güney'e teslim edilmek üzere Sıkıyönetim Komanda Bölük Komutanı Yüzbaşı Burhan Erdem'e teslim edildi." Ancak Güney'in cenazesi ailesine verilmedi. Defnedilen cenazenin yeri 28 yıl boyunca bulunamadı.

Yıllar sonra ailesinin ve arkadaşlarının yaptığı araştırma sonucunda, Veysel Güney dosyası tekrar açıldı. Gaziantep'te Güney'e ait olduğu ileri sürülen bir mezar 2006 yılında açıldı. Adli Tıp, Güney'in anne ve babasından alınan DNA örneğiyle, iskeletten alınan örneği karşılaştırdı. Yapılan incelemede mezarda çıkan kemiklerden alınan DNA örenkelerinin Veysel Güney'in anne ve babasıyla tutmadığı belirtildi.

Ancak Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığı'nın TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu aracılığıyla Güney ailesine gönderdiği 'Gaziantep Mezarlıklar Müdürlüğü Ölü Kayıt Defteri' yeni bir ayrıntıyı ortaya çıkardı. Güney'in nüfus bilgileri ölü kayıt defterine kaydedilmemişti. Defterde Güney'in isminin bulunması gereken bölüme, 'hüviyeti meçhul' yazılırken, 'Mahallesi' bölümüne 'Orduevi', 'Yaş' bölümüne 'Büyük', 'Ölüm sebebi' kısmına da 'İdam' yazılmıştı.

Devrimci 78'liler Derneği Yönetim Kurulu üyesi Yılmaz Cerek, devletin törenle astığı bir kişinin kimlik bilgilerini bilmemesinin inandırıcı olmadığını söyledi. Cerek, Güney'in mezarını bilen tek kişinin o dönem yüzbaşı rütbesinde olan Burhan Erdem olduğunu belirterek "Burhan Erdem'e çağrıda bulunuyoruz. Arkadaşımız Veysel Güney'in mezarının yerini bize bildirsin. Aksi takdirde hakkında suç duyurusunda bulunacağız" dedi.

Veysel'i yaralıyken sorgulayan ve idam edilişine de infaz savcısı olarak tanıklık eden savcı Mete Göktürk anılarını kaleme aldığı 'Adaleti Gördünüz Mü?' adlı kitabında "Veysel'in silah kullandığına dair kanıt yoktu" diye yazmış, bu kitap ve dava dosyasındaki diğer belgelerle birlikte iade-i muhakeme (yeniden yargılama) başvurusu yapılmıştı. Ankara 9. Ağır Ceza Mahkemesi'ne yapılan başvuru, savcının 'yeniden yargılama gerekir' görüşüne rağmen reddedilmiş ve Türkiye'deki hukuki süreç tükenmişti. Bunun üzerine Güney'in ailesi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) başvurdu. Temmuz 2009 tarihinde başvuruyu karara bağlayan AİHM başvurunun gündeme alınmasına gerek olmadığına hükmetti. Güney ailesi bu kez mahkemeye yeni bir başvuru yaptı. Aile şimdi bu başvurunun sonuçlanmasını bekliyor.

RADİKAL


[Evrim Alataş] Bir 'devrimci' köyün 12 Eylül'le biten öyküsü devrimci

29 yıl önce bugün Türkiye'yi sarsan darbe, Malatya'nın Gölpınar Köyü'nde hayatı tamamen değiştirdi. Devrime yürekten inanan köylülerin trajikomik hikâyesini, o köyde büyüyen bir çocuk olan Evrim Alataş, yıllar sonra ilk romanında anlattı

Evrim Alataş'ın ismini Radikal 2'ye ve Birikim'e yazdığı güzel yazılarından tanıyoruz. Yıllar süren gazetecilik yaşamından sonra yerleştiği Diyarbakır'da çocukluk arkadaşı Fidel'i, Fidel'le birlikte büyüdüğü Malatya'nın Akçadağ ilçesine bağlı Kürt-Alevi köyü Gölpınar'ı, Her Dağın Gölgesi Deniz'e Düşer'de anlatıyor Alataş. Tamamı yaşanmışlıklara dayanan kitaptaki her olay ve her kahraman gerçek. Özellikle dağ düşüne kapılıp, düşünü gerçekleştirme yolundayken 17'sinde ölen Fidel. Roman, vücudundaki deliklerin farkında olan ölü Fidel'in ağzından altı saatte anlatılan uzun bir öykü aslında. Bir patikanın bekâretinin bozulduğu ve kızlık kanının bir yanardağ lavı gibi aktığı anda, ruhunu sol omzundan çıkarken yakalayıp, bulduğu bir bağırsak parçasıyla bağlayan Fidel'in, sabah altıda ruhuyla birlikte dünyayı terk etmeden önce bir nefeste anlattıklarından oluşuyor Her Dağın Gölgesi Deniz'e Düşer. 17 yaşında ama köyünün 60 yılının hikâyesine vakıf bir bilge edasıyla anlatıyor, köyünde yapılan cemleri, barajlara kurban edilen Sultansuyu'nu, Akçadağ'da kurulan köy enstitüsünü, 70'lerde kapılınan devrim düşünü, köylerine gelen Deniz'i, Hüseyin'i, Yusuf'u ve onlarla birlikte Nurhaklara çıkan amcası Teslim Töre'yi. Evrim Alataş'ın, "O benim çocukluğumdu," dediği Fidel'e anlattırdıkları bunlarla sınırlı değil: Köylerinde sonradan oluşturulan ve Sünni Türklerden menkul Kürne mahallesini, köydeki Alevi- Sünni çelişkilerini, o yıllarda Alevilere yönelik katliam provalarını, köylülerin Maocu-Stalinist çelişkilerini, Stalinist ninesi Xace'yi, 1 Mayıs 1978'deki Taksim mitingine gelmek için İstanbul yollarına düşen annesini ve diğer köylü kadınları, 12 Mart'ta asılan Denizlerin köyde hâlâ yaşayan ruhunu, buna rağmen süren devrim mücadelesini ve her şeyi bıçak gibi kesen 12 Eylül fırtınasını. Her Dağın Gölgesi Denize Düşer bir ölünün ağzından yazılan, ülkenin epeyce kötü zamanlarını anlatan bir roman olmasına rağmen, yazarının esprili üslubuyla zaman zaman gülümsetiyor da insanı. 'Kötü nine' Xace'yi gözünüzde hemen canlandırabiliyorsunuz Alataş'ın dilinde, Sinan Cemgil'i Nurhaklarda "Biz bir meşale yakarız, diğerleri ardımızdan gelir," derken hayal edebiliyorsunuz. Evrim Alataş'la Diyarbakır'da bir yaz sıcağında buluştuk ve iki eski arkadaş olarak, samimi bir sohbetle konuştuk buğusu tüten romanını. Soru ve yanıtlara geçmeden önce alanında ilklerden biri olan romanın okunmasının, ülkemizde epeyce yoksun olan empati duygusunun gelişimine önemli bir katkıda bulunacağını belirtmek gerek.

- Kitabın ne kadarı gerçek?

- Yazdığım her şey gerçek aslında, sadece bazı yerlerde küçük kurgular yaptım.

- Yani Fidel diye biri gerçekten vardı...

- Evet Fidel diye biri bir zamanlar vardı ve bu roman da onun karın ağrısıyla yazıldı zaten.

ARAMIZDA GİZLİLİK VARDI

- Nasıl biri olduğunu anlatır mısın?

- Benim çocukluğumdu. Yapışık gibiydik, onu hatırladığımda kendimi hatırlıyorum. 20 gün arayla doğduk, beraber büyüdük, aynı yatakta uyuduk, aynı sırada oturduk, aynı ağacı taşladık, birlikte ceviz çaldık. Sonra ben İstanbul'a gittim, o köyde kaldı, ilk ergenlik dönemlerini göremedim. Güzel bir çocuktu Fidel, çekik gözleri, dik saçları vardı.

- Fidel, ünlü devrimcilerden Teslim Töre'nin yeğeni değil mi?

- Evet öyle. Ben de yeğeniyim, biz iki aile akrabayız. O baba tarafından yeğeni, ben de anne tarafından.

- Kitapta inanılmaz güzel bir köy tasviri var... Sizin köye gitmiş gibi oldum okurken...

- Herkes kendi geçmişini çok sever, ama hakikaten çocukluğumda çok güzel bir köydü Gölpınar. Çünkü çok kalabalıktı, her ailede yaşıtlarım vardı. Sultansuyu çok güzel bir vadiden geçerdi, vadi bahçelerle doluydu. Bahçeler köyün çocuklarının talanı altındaydı. Köyün içinden akan büyük dere, çocuklar için deryaydı. Sonra göçlerle köy boşalmaya başladı, Sultansuyu'nu baraj yaptılar bahçeler yok oldu, dereyi kanala çevirdiler kurudu. Köy sesizleşti. Eğlenceli bir köydü, insanlar kendileriyle dalga geçmeyi bilirlerdi.

- Hâlâ yeşil mi anlattığın gibi?

- Yeşil tabii, her taraf kayısı ağaçlarıyla dolu. Evler yıkıldı, yıkılan evlerin yerine köylüler dönüp yeni evler yapmaya başladı. İnsanlar yazın köyde, kışın şehirdeler.

- Gölpınar'ın önemli bir özelliği Kürt ve Alevi köyü olması. Köyde sonra Kürne adlı bir Sünni mahalle yaratılıyor ve bu başka bir ruh haline yol açıyor.

- Biz onların koktuğunu düşünürdük, onlar da bizim kuyruklu olduğumuzu. Aynı okulda okuyorduk ama aramızda hep bir mesafe vardı, uyuşamıyorduk. İlkokuldayken biz saz eşliğinde deyişler söylüyorduk, Kürne'nin çocukları "Sana benim gözümle bakmayanın mezarını kazacağım," diye şiirler okuyorlardı. Aramızda hep bir gizlilik vardı. Köye devrimciler gelirdi ve bu onlardan gizlenmesi gereken bir sırdı. İki tarafın arasında evlilik mevzubahis bile olamazdı. Şimdi biraz daha yumuşamış, ne bizim taraf radikal solcu, ne o taraftakiler radikal milliyetçi.

DENİZ EFSANESİ HİÇ BİTMEDİ

- Köyde kitaplar okunmaya başlamış... - Her şey değişmiş, tarlalarını sürmemişler, hatta tarlalarını ve altınlarını satıp örgütlerine vermişler. Eğitim çalışmaları yapılmış, kadınlar nakış dikiş işlemeyi bırakıp kitaplar okumuş ve çözümlemeler yapmışlar. Bizim köyün topal çobanları bile solcu olmuş.

- Sonra? - Sonrası finiş. 12 Eylül gelince, o ruh hali topyekûn bir şekilde kırıldı, ama inanç devam etti. Fakat o kadar somut bir devrim düşü değildi artık, belki bir gün olur inancıydı.

- Sanki devrimcilik çok içselleştirilmiş bir ruh hali değilmiş... - Tabii canım, öyle olsa Türkiye'nin bütününde 12 Eylül bu kadar başarılı olmazdı. 12 Eylül geldi ve her şey bitti.

- Hâlâ anlatılır mı Denizlerin köye gelmesi? - Köylüler o günleri kederle anlatıyorlar şimdi. Küçük çocuklarda bile hâlâ vardır Deniz olma hevesi. Apolitik de olsalar, eski zamanları bilmeseler de Denizler oranın efsanesi olarak kaldı.

İlkeler kitabı

- Senin kitabın, başka bir gözle yazılması anlamında bir ilk gibi... - Belki de, çünkü bu sert bir mesele. Böyle olduğu için kimse girmeye cesaret edemiyor, girenlerin çoğu uzaktan bakıyor. Türk edebiyatçıları bu işe eğilmeye çalıştılar ama dizi film izleyerek Kürtler yazılamaz.

- Edebiyat Kürtler tarafından ihmal edilmiş bir alan mı? - Kürt edebiyatçılar eskiyi yazıyorlar bugüne gelemiyorlar, Türk edebiyatçılar bakıp yazmaya çalışıyorlar, beceremiyorlar.

- Kitaptaki iki nine de önemli karakterler... - İkisinin de adı Xace. Kendi ninemi hatırlayamıyorum, ben çok küçükken ölmüş. Çok otoritermiş, zeki bir kadınmış, o da devrim hayallerine kapılanlardan. Fidel'in ninesi olan Xace ise dehşet bir kadındı, çok ceberrut ve kötüydü. Devrimcilik döneminde enerjisini askere ayırdığı için daha katlanılır bir kadınmış, ama sonrasında çok korkunçtu. Allah'a bile kızgın öldü.

29 sene önce

- 12 Eylül sizin köye ne yaptı? - Kürne tarafını tipik 12 Eylül sonrası kuşağa çevirdi, kızlar türbanlandı ve iktidar neyse Kürne öyle oldu. Bizim taraf sindi, 12 Eylül'le bir sürü insan yıllarca cezaevinde yattı.

- Dağa gitmenin bir düş olmasını edebiyatçı gözüyle nasıl açıklarsın? - Bir defa 25 yıllık bir hareket var ve bu hareket kendi bostanını ekti, şimdi hasadını topluyor. Bu atmosferde doğmuş ve dağa gitmeyi normal sayan bir kuşak bu. Bunun yanı sıra, başka bir şey var: Öfke. O öfkeyi PKK bile tam olarak tanımlayabilmiş değildir. Savaş döneminde doğmuş, köyleri yakılmış çocukların, meşhur Mart olaylarında ayaklanıp bankaları, markaları hedef almaları, oraları yıkmalarını izah etmek lazım. O çocuklar PKK'yı kendilerine ait bir kimlik olarak tanımlıyor.

- Fidel o bostan değildi ama... - Doğrudan değildi ama, bu hikâyelerle büyümüş bir çocuk, bunu devam ettirmek istediğinde etrafına bakar. 1990'larda sadece PKK vardı. 17 yaşında bir genç nasıl tercih yaparsa, o da öyle tercih yapmış.

HEM KÜRT HEM DE ALEVİ OLMAK

- Bu ülkede hem Kürt hem Alevi olmak iki kez ayrımcılığa uğramayı da beraberinde getiriyor, sen bunu yaşadın mı? - Bizimkiler hem Aleviliklerinde hem Kürtlüklerinde hem de solculuklarında fazlasıyla özgüvenliydiler ve bunu çocuklara da aşılamışlardı. Malatya'da ortaokula gittiğim günlerde adım Evrim diye kaldırırdı öğretmenler, "Adın Evrim sen maymundan mı türedin," derlerdi. Ben de "Evet biz maymundan türedik, siz de öyle öğretmenim," derdim. Yani bunu bir ayrımcılık gibi değil de, bir ayrıcalık gibi yaşadım.

- Alevilere yönelik bir Kemalizm eleştirisinin ipuçlarını vermişsin... - Anlaşılmayan şu: Alevilerin milliyetten önce üst kimlikleri Alevilik. Sopayı Alevi oldukları için yemişler. Sessiz bir asimilasyona tabi tutulmuşlar, onlar bile farkına varmamış bunun. Köy Enstitüleri Kürtler açısından bir asimilasyon, Aleviler açısından bir modernleşme projesidir bu yüzden. Temel problemleri radikal İslamla olduğu için laiklik ve modernite olarak görünen her şeye sarılmışlar. Bizimkiler o yıllarda geceler boyunca Kürneliler gelip bizi kesecek diye nöbet tutarmış. Ki haksız da değillermiş, yanıbaşlarındaki Maraş'ta gerçekten katliam yaşanmış.

SABAH