Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Boykot ahlakı

Derin Gerçekler

İmana girişte ilk iki kelime “La İlahe”, ilk kelime “LA” yani “hayır demek”. “La ilahe” kelime-i tevhid içinde “üzerimde hiçbir hüküm koyucu olmadan, kendi iradem ve rızamla, hiçbir tehdit ve baskıya boyun eğmeksizin” gibi anlamlara geliyor ve devam ediyor: Ancak Allah. Onu kendime ilah seçtim, Onu İlah edindim. O benim yaratıcımdır ve ben Onun, iradesi içinde rızasını esas alıyorum anlamına bir ikrar söz konusu burada.. Bu anlamda Allah (cc) de bizim kendi rızasının tecellisinin vesilesi olmamızı murat eder. Bizim ellerimizle zalimleri cezalandırmak ve mazlumlara yardım etmek ister.

Görevimiz belli: Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana, zalime karşı olmak.

LA” bir boykot’u ifade eder aslında. Burada mesela “zulüm” “adaletin yokluğu” şeklinde tanımlanır bizim geleneğimizde. “Karanlık” ışığın yokluğudur. Zulüm ya da zulmet/karanlık, olması gereken bir şeyin eksikliğini ya da yokluğunu ifade eder. Onun için “Işık gelince karanlık yokolur”. “Adalet gelince karanlığın yok olduğu” gibi. Onun içindir ki “Hak gelince batıl zail olur”. Onun için Müslümana düşen görev, Hakkı, adaleti, barışı ikame etmek, tutup, ayağa kaldırmak, ayağa kalkıp, insanları bu konuda uyarmaktır.

Bizim geleneğimizde “batılın tasviri saf zihinleri idlal eder” anlayışı hakimdir. “Karanlığa küfretmek” değil, kalkıp bir mum yakmak tavsiye edilir. Çünkü “ışık gelince karanlık kaybolacaktır.

İslam’da bir “Hüsn ve Gubuh” meselesi var ama artık bu kavramlar bizim mekteplerin müfredatında yer almıyor. Mesela “Adab-ı muaşerat” da öyle. Peygamberimiz güzel ahlakı tamamlamak için gönderilmişti değil mi. Edeb Ali ya da ahlak-i alai diye bir şey vardı. Ama artık yok. Mesela “ahlak estetiğin davranışa yansıyan biçimi idi” bizde. Bu açıdan baktığınızda mesela Poetika ile Politika arasında ince bir bağ olduğu görülürdü. Ama bugün bu iki kavram arasında bir bağ filan kalmadı. Algı ile artırılmış sanal gerçek, gerçekle hakikat arasındaki o ince bağ da kayboldu, Bilgi ile Hikmet arasındaki o ince bağın kaybolduğu gibi. Hak-Batıl, Doğru-Yanlış, Güzel-Çirkin arasındaki bağı da kopardık. Bu kavramlar adamına göre değişiyor.

Bakın kişi HAYIR diyemiyorsa, o kişinin HAYIR diyebileceği bir şey yoksa, onun EVET’inin de bir değeri yoktur. Her şey zıddı ile kaimdir. Şair ne diyordu: “Ey düşmanım sen benim ifadem ve hızımsın / Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın”..

HAYIR konusunda şöyle ince bir ayrıntı var: Bir şeye HAYIR diyecekseniz, o şey kimde varsa ona da hayır diyeceksiniz. Bir kişiye olan dostluğunuz ya da düşmanlığınız bile o şey hakkında sizin hükmünüzü değiştirmemeli. Bu noktada yaşadığımız, zaman, mekan ve olaylara karşı, ŞEY’lere karşı adil şahitler olmamızı engellememeli.

Bakın peygamberlerin hayatını okurken dikkat edelim, hemen hemen her peygamberin karşısında, Firavun, Nemrut, Belam, Karun gibi, müfsit bir karakter var. Çevrenize bakın, bugünkü dünyada kim kime benziyor, kimin işleri, sözleri, hal ve hareketleri kime benziyor. Hatta kendi nefsimize bakalım, nasıl bir sonuç çıkıyor ortaya..

Bakın Peygamberlerin karşısında 3 büyük güç var, dini, siyasi ve iktisadi güç sahipleri. Din dedikleri atalarını dini. Kimi ay’a - yıldız’a tapıyor, kimi put’a, kimi din adamlarını, kimi devletin başındakini İlah ve Rab edinmiş. Kimi Müneccimliğe soyunmuş, kimi Kahinliğe. Dünya bir felakete sürükleniyor, memleketimizin hali malum.

Çağdaş, zamane çakma İlah ve çakma Rab Global liderler(!?) kafayı yemiş gözüküyor. Bir yandan “yeryüzünde bir cennet ve yeryüzünde ebedi bir hayat” vadediyor, kimi, haşa “Beka sorunu”da takmış kafayı, kimi Jeff Bezos gibi kendine yeraltında kaçacak yer inşa ettiriyor korku ve panik içinde, kimi Elon Musk gibi Mars’ta kendine ev yapma hayali ile Uzaya kaçma telaşında. Sanki, ölüm meleğinden kurtulacaklar. Hemen hemen sahip oldukları şeylerin tamamına yakınını kaybeden Gazze’li bir çocuk bunlardan daha cesur. O gökten ölüm yağdıran cellatlarına acıyarak buruk bir gülümsemeyle bakıyor. O biliyor, ecelin, kaderin rızgın ne olduğunu çünkü. Ve kendini, gören, duyan, bilen, hüküm sahibi bir Allah’ın var olduğunu, Alemlerin Rabbi olan Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir kul olarak bu insanların hayata ve ölüme bakışı çok farklı. Ama hala içimizdeki birileri, ırkı ve laikçi bakış açıları ile bu hakikat karşısında hezeyan halindeler. Onların gözleri var görmüyorlar, kulakları var duymuyorlar, kalpleri var hissetmiyorlar. Bu sonuçta hepimizin suçu var. Ritüel, seremoni ve ikonalara bürünmüş din bu sorunların hiç birine çözüm getirmiyor. Oysa Allah’ın dini, yeri-göğü, ölümü. Ve hayatı açıklar.

Evet, tekrar tekrar şunu söylemeliyiz. Boykota evet ama yetmez. Bir şeyi dışlarken onun yerine iyisini, doğrusunu, güzelini ikame etmek zorundayız. Karanlığa küfretmek yetmez. İyiliği ikame etmemiz, ona destek olmamız gerek. “Gubuh”u kınarken, “Hüsn”ü desteklemeliyiz.

Ayrıca, sadece, kötülerin kötülüklerini kınamak yetmez. Eğer bir iyinin bir kötülüğü varsa, o kötülük ahvali şahsiyesine müteallik bir mesele ise, ise onu örter ve kendini, yakın çevresini, o kötülükten vazgeçmesi hakkında uyarırız. Zira yanlışın ifşası, toplumsal zihinlerde temayüle sebep olur. “O yapıyorsa, ben niye yapmayayım”. “Herkes yapıyor” anlayışına zemin oluşturur. Eğer toplumun önünde alenen, tekrar tekrar işlenen bir ayıp ya da toplumu ifsad edecek, başkalarının temel emniyeti için açık ve yakın bir tehlike oluşturan bir suçsa, onun caydırılması için tazir gerekir. Yani sadece kötülerin kötülüklerine değil, iyilerin kötülüklerine de karşı çıkmalıyız.

Bir yanlışın Müslüman biri tarafından yapılması, ya da gelenekte var olması, moda tabiri ile “Yerli ve milli” de olsa suç suçtur. Yanlış yanlıştır, ayıpsa ayıp, günahsa günahtır. Benim Şeytanım iyi değil. Şeytan Şeytandır. “Bizimkilerin topluma yansıyan ayıbını ört, başkalarınınkini şahsi bir konu da olsa faşetmek, olmaz. Cola yanlışsa ki yanlış, bunun Amerikalı Siyonistlerin ürünü olması boykot için ne kadar doğru ise, bunu kendi dinimizden, ülkemizden birinin üretmesi de o kadar boykotu hak eder, bunun adı “İhlas” “ya da “Zemzem” olsa da. Şarabın yerlisi ve millisi de haram, yabancısı da, Şarabı oturarak, 3 yudumda içmek , hele bir de besmele çekip içmek daha da haram. Siz siz olun bu anlamda, önce Sigaradan vazgeçin. Sigaradan bile vazgeçemiyorsanız, o zaman ben ne diyeyim ki!

Hadi israftan vazgeçelim. Zararlı maddelerden değil, zararlı fikirlerden de vazgeçelim. Domuza karşı çıkmak yeterli değil, Domuzluklardan da kaçınalım. İçimizdeki ıslah edici maskeli bozgunculara ve Yahudileşme temayülü içindeki kişi ve topluluklara karşı da dikkatli olalım. Bu sapkınlıkları yapanların zihniyet ikizi içimizdekilerden de uzaklaşalı, ya da eğer ıslah olmayacaklarsa onları kendimizden uzaklaştıralım. O zihniyetteki kişilere oy vermeyin yarın. Oy vermek vekalet vermek demektir. İsrail’in zulmü bitse de, fıtrata, sağlığa zararlı şeylerin hepsinden uzaklaşalım. Geni ile oynanmış gıdalar, sağlıksız ürünler ve israftan uzaklaşalım. Mazlumlara yardım edelim. Onlara dua edelim ve fiili dua olarak yardım edelim. Allah (cc) bizim ellerimizle zalimleri cezalandırmak ve mazlumlara yardım etmek ister.

Evet, evet, “karanlığa karşı küfretmeyi bırakıp, Allah rızası için kalkıp bir mum yakalım” Ayağa kalkalım ve insanları uyaralım, çağrılmayı beklemeyeli, çağıran biz olalım.

Hadi Camilere de farz-ı kifaye Şuraları, Meclisleri oluşturalım. Dullar, yetimler, yaşlılar, engelliler, yolda kalanlar, yurtlarından çıkartılanlar, yoksullar, hastalar, mahkumlar bizim meselemiz olsun. “Gazze izleme Fırkaları” oluşturalım. Camilerde 5 vakit namaz kılınıyor, 4 köşe var. Günde 20 halka oluşturulabilir. Hakkın ve Halkın, gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, haykıran sesi olalım. Haydi Camilerde buluşalım.

Selam ve dua ile.

Bu yazı toplam 208 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar