Başörtüsü Eylemleri'nde Bu Hafta(FOTO)

Başörtüsü Eylemleri'nde Bu Hafta(FOTO)

Sakarya'da 427., Ankara'da 406., Kocaeli'de 448.,

Dershaneler de sorun, Milli Eğitim de!

 

Sakarya’daki 427. hafta adalet ve özgürlükler eyleminde, dershanelerin eğitim sisteminin ürettiği bir sorun olduğu ifade edilirken, Milli Eğitim Sistemi’nin ise daha büyük bir sorun olduğuna dikkat çekildi

 

Sakarya’daki 427. hafta adalet ve özgürlükler eyleminde platform adına basın açıklamasını okuyan Eğitim İlke-Sen MYK üyesi Beytullah Önce, dershanelerin kapatılmasıyla ilgili tartışmaları değerlendirdi.  “Türkiye’nin gündemi son bir haftadır yeniden eğitime odaklandı. Dershane ve etüt merkezlerinin kapatılması için hazırlandığı iddia edilen bir yasa taslağı, çeşitli tartışmalara yol açtı.” diyen Önce, sözlerine “Ne yazık ki, bu tartışmalarda “milli eğitim”in ideolojik yapısı ya da tektipçi pedagojisi ele alınmak yerine, bir kez daha milli eğitim sisteminin doğasından kaynaklanan sorunlar öne çıktı. Dershane ve okul arasında sıkışan milyonlarca çocuğun, eğitim adı altında aslında nasıl bir zihinsel, duygusal ve ahlaki tahribata uğratıldığı yine konuşulamadı.Dershaneler üzerine yapılan tartışmalarda, ne devletin ne de serbest piyasanın eğitim sisteminde ve toplum üzerinde yarattığı tahribat gündeme geldi. Şüphesiz dershanecilik, tartışılması gereken eğitim sorunları arasındadır. Fakat dershanelerden önce tartışmamız gereken asıl mesele, doğrudan devlet tekelindeki milli eğitim sisteminin kendisidir.” dedi.

 

Eğitim İlke-Sen MYK üyesi Beytullah Önce, milli eğitim sistemiyle ilgili eleştirilerine şöyle devam etti: “1924 yılında çıkarılan Tevhid-i Tedrisat Kanunu’ndan bugüne geçen onlarca yıllık sürede, okullar devletin ideolojik aygıtları olarak faaliyet göstermektedir. Milli eğitim, Kemalist Cumhuriyet’in toplumsal mühendislik projesinin en önemli aracı haline getirilmiştir… 1980’li yıllardan itibaren ise devletin eğitim sistemindeki ideolojik tahakkümüne, serbest piyasa ekonomisinin kapitalist tahakkümü de eklenmiştir. Neoliberal politikaların sonucunda eğitim giderek ticari bir sektöre dönüşmüş, özel okul ve üniversiteler, dershaneler ve kurslar ile birlikte muazzam bir piyasa oluşmuştur. Buna bağlı olarak eğitim anlayışı da değişmiştir. Bugün eğitim kurumları, sadece üretmeye ve tüketmeye endekslenmiş makbul vatandaşlar yetiştirmeyi amaçlamaktadır. Çocuklar, daha küçük yaşlardan itibaren bir yandan devlet ideolojisiyle biçimlendirilirken, diğer yandan da dünyevi hırslarla sürekli daha çok çalışmaya, daha çok kazanmaya alıştırılmaktadır. İnsanı insana arkadaş, dost ya da kardeş değil de hem başarı sınavlarında hem de hayatta sürekli geçilmesi gereken rakipler olarak gösteren bir eğitim anlayışından kime ne fayda gelir?” dedi.

 

Eğitim sisteminde dershaneleri kapatmanın tek başına çözüm getirmeyeceğini ileri süren Eğitim İlke-Sen MYK üyesi Beytullah Önce, milli eğitim sisteminin tamamen değişmesi gerektiğine dikkat çekerek, “Devletin siyasi çıkarlarıyla, sermaye sahiplerinin ekonomik çıkarlarına kurban edilmek istenen milyonlarca çocuğun bugüne ve geleceğine karşı sessiz duramayız. Bugün tartıştığımız ve adına eğitim sistemi dediğimiz mekanizma bürokratlar, ekonomistler ve toplum mühendisleri tarafından tasarlanmış bir süreçtir. Kişinin rızası dışında gerçekleşir. Bu açıdan zorunlu eğitim, temel bir insan hakkı ihlalidir. Baştan aşağı ihlallerle, baskı ve dayatmalarla örülmüş böyle bir sistemi dershaneleri kapatmakla kurtaramazsınız! Dershaneler sorun iken okulların dershanelerden de beter bir sorun olduğunu gözden kaçırırsanız, asıl meseleyi ıskalarsınız! O halde, başta Tevhid-i Tedrisat Kanunu olmak üzere, eğitimdeki tüm dayatmalara karşı ciddi bir mücadele yürütmek zorundayız. Unutulmasın ki, eğitim sistemi özgürleşmeden, toplum da tam anlamıyla özgürleşemez! Yapmamız gereken, insanı ya devletin ya da piyasanın kulu-kölesi yapmayı amaçlayan eğitim sistemini tamamen değiştirmektedir!” dedi.

 

Basın Açıklamasının Tam Metni

427. HAFTA ADALET VE ÖZGÜRLÜKLER EYLEMİ

EĞİTİMDE NE DEVLET NE DE PİYASA BASKISI!

 

 

Değerli basın mensupları, duyarlı Sakarya halkı.

 

Türkiye’nin gündemi son bir haftadır yeniden eğitime odaklandı. Dershane ve etüt merkezlerinin kapatılması için hazırlandığı iddia edilen bir yasa taslağı, çeşitli tartışmalara yol açtı. Ve ne yazık ki, bu tartışmalarda “milli eğitim”in ideolojik yapısı ya da tektipçi pedagojisi ele alınmak yerine, bir kez daha milli eğitim sisteminin doğasından kaynaklanan sorunlar öne çıktı. Dershane ve okul arasında sıkışan milyonlarca çocuğun, eğitim adı altında aslında nasıl bir zihinsel, duygusal ve ahlaki tahribata uğratıldığı yine konuşulamadı.

 

Dershaneler üzerine yapılan tartışmalarda, ne devletin ne de serbest piyasanın eğitim sisteminde ve toplum üzerinde yarattığı tahribat gündeme geldi.

 

Şüphesiz dershanecilik, tartışılması gereken eğitim sorunları arasındadır. Fakat dershanelerden önce tartışmamız gereken asıl mesele, doğrudan devlet tekelindeki milli eğitim sisteminin kendisidir.

 

1924 yılında çıkarılan Tevhid-i Tedrisat Kanunu’ndan bugüne geçen onlarca yıllık sürede, okullar devletin ideolojik aygıtları olarak faaliyet göstermektedir. Milli eğitim, Kemalist Cumhuriyet’in toplumsal mühendislik projesinin en önemli aracı haline getirilmiştir.

 

Okullar aracılığıyla, farklı etnik, dini ve kültürel kimliklere sahip Anadolu halklarından, yeni devletin milliyetçi, pozitivist, seküler ve kapitalist düzenine uygun tek tip bir toplum çıkarılmak istenmiştir. Kemalizm, sadece devletin değil milli eğitimin de resmi ideolojisi kabul edilmiş, tüm toplum devletin ideolojik tedrisatından geçirilmiştir.

 

1980’li yıllardan itibaren ise devletin eğitim sistemindeki ideolojik tahakkümüne, serbest piyasa ekonomisinin kapitalist tahakkümü de eklenmiştir.

 

Neoliberal politikaların sonucunda eğitim giderek ticari bir sektöre dönüşmüş, özel okul ve üniversiteler, dershaneler ve kurslar ile birlikte muazzam bir piyasa oluşmuştur. Buna bağlı olarak eğitim anlayışı da değişmiştir.

 

Bugün eğitim kurumları, sadece üretmeye ve tüketmeye endekslenmiş makbul vatandaşlar yetiştirmeyi amaçlamaktadır. Çocuklar, daha küçük yaşlardan itibaren bir yandan devlet ideolojisiyle biçimlendirilirken, diğer yandan da dünyevi hırslarla sürekli daha çok çalışmaya, daha çok kazanmaya alıştırılmaktadır.

 

Öğrencilerin kapitalist dünya düzenine uyumlu, toplumsal faydayı değil yalnızca bireysel menfaatleri gözeten, piyasa aklıyla hareket eden, her şeye kâr-zarar hesabıyla bakan bireyler olarak yetişmeleri hedeflenmektedir.

 

Eğitim sisteminde dayanışma, paylaşma yerine yalnızca bireyin kendisini gözettiği bir kültür aşılanmaktadır.

 

İnsanı insana arkadaş, dost ya da kardeş değil de hem başarı sınavlarında hem de hayatta sürekli geçilmesi gereken rakipler olarak gösteren bir eğitim anlayışından kime ne fayda gelir? Peki, böyle bir nesil; bireysel hayatında “dindar” olsa, bu neyi değiştirebilir!

 

Değerli arkadaşlar;

 

Eğitimi ulus-devletin faşizan, yasakçı, militarist ve tektipçi anlayışından kurtarmamız gerektiğine inanıyoruz. Fakat devlet tekelindeki bu tahakkümden kurtulmak adına eğitimin kapitalist piyasanın tahakkümüne sokulmasına da kayıtsız kalamayız.

 

Devletin siyasi çıkarlarıyla, sermaye sahiplerinin ekonomik çıkarlarına kurban edilmek istenen milyonlarca çocuğun bugüne ve geleceğine karşı sessiz duramayız.

 

Bugün tartıştığımız ve adına eğitim sistemi dediğimiz mekanizma bürokratlar, ekonomistler ve toplum mühendisleri tarafından tasarlanmış bir süreçtir. Kişinin rızası dışında gerçekleşir. Bu açıdan zorunlu eğitim, temel bir insan hakkı ihlalidir.

 

Baştan aşağı ihlallerle, baskı ve dayatmalarla örülmüş böyle bir sistemi dershaneleri kapatmakla kurtaramazsınız! Dershaneler sorun iken okulların dershanelerden de beter bir sorun olduğunu gözden kaçırırsanız, asıl meseleyi ıskalarsınız!

 

O halde, başta Tevhid-i Tedrisat Kanunu olmak üzere, eğitimdeki tüm dayatmalara karşı ciddi bir mücadele yürütmek zorundayız.

 

Toplumun çocuklarını kendi inançlarına, değerlerine uygun eğitim verebileceği alternatifleri geliştirmesinin önündeki engelleri kaldırılmalıdır. Toplumun çocuklarına kendi dilinde, kendi inançlarına uygun bir eğitim verebilmesi için tüm yasaklar sonlandırılmalıdır!

 

Açıkça belirtmek isteriz ki; çocuklarını kendi akidelerine uygun biçimde, Müslümanca yetiştirmek isteyen ailelerin bu hakkını sonuna kadar savunuyoruz. Şayet aileler, çocuklarını İslami inançları doğrultusunda yetiştirmek istiyorlarsa, devlete düşen buna engel olmak değil, imkân sağlamaktır! Yine diğer inanç gruplarının da bu yöndeki talepleri tabi ki meşrudur, haklıdır.

 

Bu hakkı elde etmek için sözümüzü, mücadelemizi birlikte yükseltmeliyiz. Parasız, herkese eşit imkânlar sağlayan, yoksul-zengin ayrımı yapmak yerine bu ayrımların ortadan kalkması gerektiğini anlatan, çocuğu serbest pazarın nesnesi haline getirmeyen, her türlü sömürüye ve ilahlık iddiasına karşı insanın zincirlerinden kurtulmasına hizmet eden bir eğitim sistemi için mücadele etmeliyiz.

 

Unutulmasın ki, eğitim sistemi özgürleşmeden, toplum da tam anlamıyla özgürleşemez!

Yapmamız gereken, insanı ya devletin ya da piyasanın kulu-kölesi yapmayı amaçlayan eğitim sistemini tamamen değiştirmektedir!

 

EĞİTİM İLKE-SEN

 

Ankara İnanç Özgürlüğü Platformunun 16 Kasım 2013 Tarihli 406. Hafta Basın Açıklaması:

İnanç özgürlüğü önünde bitmek tükenmek bilmeyen engellerin kaldırılması için her hafta periyodik olarak yaptığımız basın açıklamalarının 406 ıncısına hoş geldiniz. Ülkemizde toplum mühendisleri eli ile geliştirilen ve yıllardır süren gizli bir ibadet yasağı devlet kurumları eli ile bu topluma dayatılmaktadır. Özellikle kılık kıyafet yönetmeliği adı altında başörtüsü ve sakal düşmanlığının yanı sıra cami ve mescit çalışmalarının önüne geçilerek kurumlarda gizli bir namaz yasağı ile karşı karşıya bırakıldık. Uzun süredir talepte bulunduğumuz eğitim kurumlarında mescid ihtiyacı kısıtlıda olsa Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in de gündemine girmiş gibi görünüyor. Kırıkkale üniversitesi merkez kampüsü içerisinde hayırsever bir işadamı tarafından yaptırılan camii açılışında konuşan Görmez; “üniversitelerde ibadet için ayrılan yada ibadet yapmak zorunda kalınan mekanların olumsuzluğundan bahisle üniversitelerde bu konu ile alakalı çalışmaların yapılması gerektiği “ şeklinde konuştu. Hem diyanet işleri başkanlığı olarak hem de Türkiye diyanet vakfı olarak rektörlerle birlikte bir çalışma başlattıklarını ve şu anda 58 üniversitenin kampüsü içerisinde camii inşaatlarının devam ettiğini belirten Görmez’in sözlerinin altına bizde imzamızı atıyor ve ülkemizdeki her üniversiteye, lise, ortaokul ve ilkokula bir mescid talebimizi yineliyoruz. Bahsedilen çalışmaların takipçisi olacağımızı da buradan bildirmek istiyoruz. Edirne 75. Yıl ilköğretim okulu din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeni Ahmet Anık, öğrencileri arasında etnik ayrımcılık temeli üzerinden gelişen tartışmalara Peygamber efendimizin “Arab’ın Arap olmayana üstünlüğü yoktur, üstünlük ancak takvadadır” hadisi ile müdahil olarak nasihat etmesi üzerine gelişen olaylar kaygı vericidir. Atatürkçü Düşünce Derneği’nin çıkardığı yaygara üzerine Edirne İl Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından Ahmet Anık hakkında soruşturma açılmış ve ardından görev yeri değiştirilerek sürgün edilmiştir. Edirne Asliye Mahkemesi ise işgüzarlık ederek ‘’Atatürk’ün manevi şahsına hakaret ’’ suçlamasıyla 1 yıldan 3 yıla kadar hapis istemiyle dava açmıştır. Bir öğretmenin ırkçılık karşıtı söylemi dolayısı ile bir linç kampanyasına kurban edilmesini kabul etmek mümkün değildir. Görevi dini ve ahlaki konularda öğrencilerini bilgilendirmek olan bir öğretmeni görevini hakkı ile yerine getirdiği için yargılamak ve hatta mahkum etmek nasıl bir aklın ürünüdür. Irkçılığın varacağı vahim sonuçlar geçmişten günümüze gözler önündeyken bunun önüne geçmek için çaba sarf etmenin suç addedilmesi trajikomik bir hadisedir. Bu hatadan bir an önce dönülmelidir. Ayrıca 5816 sayılı Atatürk aleyhihe işlenen suçlar başlıklı saçma kanun maddesinin bir an evvel yürürlükten kaldırılması gerekmektedir. Şahıslar kanunla sevdirilemeyeceği gibi kanunlada korunamazlar. Özellikle milletvekili dokunulmazlıkları meselesini gündemde tutan başta CHP olmak üzere diğer partilere bu konuda bir an evvel harekete geçme çağrısını yineliyoruz. Baro levhasına yazılmak için yaptığı başvuru başörtülü olduğu gerekçesi ile reddedilen avukatın açtığı dava Danıştay 8. Dairesince avukatların baro levhasına kayıt için "başı açık" fotoğraf vereceklerine ilişkin Türkiye Barolar Birliği (TBB) Avukatlık Kanunu Yönetmeliğinin yürütmesi durduruldu. Bir yasak seti daha böylece aşılmış oldu. Umuyoruz ki artık başörtüsünü yasak üzerinden konuşma dönemi sona erer. Milli savunma Bakanı İsmet Yılmaz başörtülülerin Meclis’te, kamudaki her kurumda rahatça hareket edebilmesine rağmen neden orduevleri, askeri gazino ve sosyal tesislerde izin verilmediğine ilişkin TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu, Kamu Denetçiliği Kurumu gibi yerlere birçok şikâyet başvurusu yapıldığının anımsatılması üzerine, “Demek ki biraz üzerinde çalışılması lazım, zamanın ruhu gelirse her yerde değiştirilir” karşılığını verdi. Bunun bir geçiştirme cümlesi olmamasını ve artık orduevlerindeki yasağında tarihe karışması için ciddi çalışmaların yapılması temennisinde bulunuyoruz. Bütün insanların akıl, nesil, can, mal ve din emniyetlerinin sağlandığı bir dünyada buluşmak temennisiyle katılımlarınız için teşekkür ederiz.

ANKARA İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ PLATFORMU

 

"OLMASAYDIDA OLURDUK" 10 KASIM DAYATMASINA HAYIR, AKİT VE SANCAKTAR'IN YANINDAYIZ.

Kocaeli İnanç özgürlüğü platformunun 448.hafta basın açıklamasının konusu, 10 kasımda Sancaktar Dergisi tarafından Akit gazetesine verile "olmasaydı da olurduk 1881-1938" yazılı ilana gelen tepkiler, tehditler ve hukuki işlemlerle ilgiliydi. Basın açıklamasını İnsan hakları savunucuları Derneği genel başkanı Ali Akbaş yaptı. Ali Akbaş, "aynı suçu bende işliyorum, olmasaydı da olurduk" diyorum, bizim hakkımızda da suç duyursun da bulunmaya davet ediyorum" dedi. Açıklama sırasında Akit ve Sancaktar, yanınızdayız, , olmasaydı da olurduk 1881-1938" yazan pankartlar taşındı.

 

BASIN AÇIKLAMASININ TAM METNİ:

KOCAELİ İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ PALTFORMU 9.YIL, 448.HAFTA BASIN AÇIKLAMASI

İZMİT ÖZGÜRLÜK MEYDANI / HİCRİ 12 MUHARREM 1435 15 KASIM CUMA 2013

Değerli halkımız ve basın mensupları, müslüman halka adeta her yıl dayatılan bie 10 Kasımı daha geride bırakmış bulunuyoruz. 10 Kasımlar normal bir anmadan çıkmış, adeta müslüman halka putperest bir dayatmaya dönüşmüştür. İsteyen istediğini anar, istediğne tapar, sonuçlarına katlanacak olduktan sonra bu kimseyi ilgilendirmez. Fakat törenlerle, bir takım medyada yapılan yayınlarla, gazetelere verilen ilanlarla "bu ülkede yaşayan herkes illa bizim taptığımıza tapacak" şeklinde putperest bir mahalle baskısı oluşturulmaya çalışılmaktadır. Biz müslümanların örtfünde heykelelr önünde yapılan, resimleri kutsayrak putlaştıran bir anma anlayışı yoktur. Anma adı altında bu putperestliğin dayatılmasını, inançalarımzıa ter olduğundan bir müslüman olarak ret ediyoruz.

Bu baskılara bir reddiye mahiyetinde, ulusal basın gazetelerinden insani ve islami çizgiye sahip müslümanların yüzakı ve sesi olan akit gazetesinde, sancaktar dergisi tarafından verilen, "olmasydıda olurduk" ilanı biz müslümanları ziyadesiyle memnun etmiştir. Bu ülkede her kesimin eşcinselin, faşistin, kominstin özgürce düşünecelerini ifade hakkı olacakta müslümanın olmayacak mı?. Fani bir insana "o olmasaydı" şeklinde yaklaşımla, kaderimize yön verdiği iddasında bulunmak, biz müslümanların inancına göre şirk ve küfürdür. Bunu müslümanlara kimsenin dayatma hakkı yoktur. Buna dolayıdır ki, verilen ilanın arkasında olduğumuzu ve desteklediğimizi bütün islam karşıtlarına şiddetle haykırmaktayız.Kendilerine kemalist diyen islam karşıtları, tam tersi bir ilan verdiklerinde hiçbir şey olmamakta, fakat müslümanlar kendi görüşlerini yansıtan bir ilan verdiklerinde ise kemalist kesim tarafından lince tabi tutulmaktadırlar.

Kendilerinin her daim demokrat olduğunu söyleyen sahtekârlar, verilen bir ilana dahi tahammülsüzlük göstererek, akit gazetesini ve sancaktar dergisini hedef göstererek, müslümanlara ve islami basına düşmanlıklarını bir kere daha göstermişlerdir, buradan bu islam karşıtlarına sesleniyorum, bugüne kadar sizin yaptığınız her türlü zulme, zalimliğe, ses çıkarmamış olan bu garip halkın, artık sesini yükselten, taleplerini dile getiren kurumları ve basını vardır. Eskiden olduğu gibi, bu topraklarda istediğiniz gibi at oynatamayacaksınız, karşınızda susmayan hakkı haykıran yiğitler daima bulunacaktır.

Tağut’ i kemalist anlayışın kandırılmış taraftarları, artık kendinize gelin ve şunu sakın unutmayın, devriniz bitti. Bütün âlemi yoktan var eden Rabbimiz bir süreliğine ipinizi gevşetti diye, müslümanların vatanında istediğiniz gibi hareket edebileceğinizimi zannettiniz?. Bu ülkenin asıl gerçek sahipleri müslümanlardır. Adam gibi oturun oturduğunuz yerde, yoksa bu tür ilanlarla ve çok daha fazla basın açıklamasıyla karşılaşmak zorunda kalacaksınız.

 

Akit gazetesini ve sancaktar dergisini arayıp tehditler savuran, öldürmekle tehdit eden zalimlere buradan sesleniyoruz, sizler fikir ve kalemle başa çıkamadığınız zaman sizin gibi düşünmeyen insanları ortadan kaldırmakla başarı kazanacağınızı mı zannediyorsunuz?. Bunu cumhuriyetin kuruluş aşamasında çok denediniz, binlerce müslümanı katlettiniz, hamile kadınları dahi öldürdünüz, kadın, erkek, yaşlı, genç demeden zalimce hunharca müslümanları soykırıma tabi tuttunuz. şapka giymedi diye insnaların yaşam biçimine müdahale edip, gemilerle şehirler bombaladınız. Bugün gelinen nokta ortadadır, müslümanları yok edemediniz, tam tersi kendiniz yok olmak üzeresiniz.

 

Sancaktar dergisine ilanı verdiği için, akit gazetesine ilanı yayınladığı için müslümanlar adına teşekkür ediyoruz. Bir dava ancak, cesaretli dava adamlarının mücadelesiyle kazanılır. Buradan yatan ve mücadele etmeyen oturmakla dava adamı olunmayacağını keyif ehli müslümanlara ayrıca haykırmak istiyoruz. Çıkın sahaya nerelerdesiniz ey müslümanlar, zalimler kardeşlerinizi tehdit ediyorlar, sizler oturan boğalar misali yerinizden kalkamıyorsunuz. Ne oldu sizlere afyonlanmış gibi hareket ediyorsunuz. Şanı yüce olan ALLAH bu oturmanızın hesabını sizlerden sormayacakmı zannediyorsunuz.

 

Duyduk’ ki verilen ilan için suç duyurusunda bulunulmuş. İnsan Hakları Savunucuları Derneği olarak kardeşlerimizin dediklerinin aynısını diyoruz. "olmasydıda olurduk". Suç duyurusu bulunan zalimlere sesleniyorum, benim hakkımda’da suç duyurusunda bulunsunlar, hatta bir adım ileriye gidiyorum ve diyorum’ ki verilen ilan kan damlayan kırmızıdan olmalıydı’ ki gerçekleri tüm açıklığı ile yansıtsın. Basın açıkalamsına katıldığınız için teşkkür ediyoruz.

 

BİR ELİME GÜNEŞİ BİR ELİME AY’I VERSENİZ VALLAHİ BU DAVADAN ASLA DÖNMEYECEĞİZ YA BU DAVAYI ZİRVEYE TAŞIRIZ YADA BU MÜBAREK İSLAM DAVASI UĞRUNA ŞEHİD OLUR HAKKIN HUZURUNA KANLI GÖMLEĞİMİZLE ÇIKARIZ.

İNSAN HAKLARI SAVUNUCULARI DERNEĞİ