Başörtüsü Eylemlerinde Bu Hafta(FOTO)
Kocaeli'de 358., Konya'da 232.,Ankara'da 315., Sakarya'da 337.,Akyazı'da 263.,

Dedi ki: "Doğrusu, hükümdarlar bir memlekete girdiler mi orayı perişan ederler ve halkının şerefli kişilerini zillete uğratırlar; evet böyle yaparlar.
Sevgili dostlar, değerli basın mensupları
Türkiye'nin NATO'ya üyeliğinin 60. Yılı münasebetiyle İslam'a ve Müslümanlara düşman olan NATO genel sekreteri Rasmussen, ülkemizi ziyaret etmektedir. Üst düzey yetkililerle görüşen Rasmussen, Türkiye'nin NATO üyesi olmasının, NATO açısından büyük bir kazanç olduğunu ifade etmiştir.
Türkiye, NATO'nun Hıristiyan olmayan tek üyesidir. Bu üyeliğin NATO'nun bir haçlı koalisyonu görüntüsünden çıkaracağı kabul edilmektedir. NATO'nun bir haçlı koalisyonu olduğu gerçeği Türkiye'nin onun üyesi olmasıyla örtülemez. Herkes tarafından bilinen ve kabul edilen bu gerçek Türkiye'nin üyeliği ile yok sayılamaz.
Dış işleri bakanı NATO'nun bir savunma paktı olduğunu ifade etmiş. Evet! NATO'nun adından da bir savunma paktı olduğunu anlamaktayız. NATO'nun savunma paktı olduğunu ifade ederek NATO'da varoluşumuzu güzel göstermeye çalışmaksa bir gariplikten ibarettir. Çünkü NATO Kuzey Atlantik savunma paktıdır. Türkiye'nin Kuzey Atlantik'te olmadığını dış işleri bakanı da bilmelidir.
Evet! NATO bir savunma paktıdır. En iyi savunma, saldırıdır anlayışında olan bir savunma paktı. NATO kurulduğunu günden bugüne kadar NATO'ya bağlı ülkelere yönelik hangi saldırı olmuş, ve NATO hangi üyesi ülkeyi savunmak durumunda kalmıştır. NATO'nun içerisinde yer aldığı savaşlar dikkatle incelendiğinde NATO'nun açıkça bir saldırı ve işgal paktı olduğu ortadadır.
Kore, Lübnan, Somali, Sudan, Irak, Afganistan, Libya ve benzerleri NATO'nun müdahil olduğu, NATO saldırganlığından nasibini almış ülkelerdir. Bugün hala bu ülkelerin pek çoğu NATO'nun işgal ve zulmü altındadır. Bu gerçeklikler ortadayken hala NATO'nun savunma paktı olduğunu söyleyebilmek için NATO üyesi bir ülkenin dışişleri bakanı olmak gerekir herhalde.
Rasmussen'le yapılan görüşmelerden sonra Malatya'da kurulmakta olan, NATO füze kalkanının istihbarat bilgilerinin İsrail'le paylaşılmayacağının üzerinde önemle durulmaktadır. Bu mesele üzerinde önemle durulması dahi, akıllara birtakım şüpheler getirmek için yeterlidir. NATO'nun en önemli üyesi olan Amerika'nın kendi varlığını korumaya eş saydığı İsrail'in varlığını korumak nasıl NATO'nun bir vazifesi olamayabilir ve NATO elindeki imkânları İsrail'in lehine kullanmayabilir?
Sayın yetkililer kendilerinin de inanmadığı bu cümleleri beden kurmaktadırlar? Halkımızdan neyi, neleri gizlemektedirler? Bu, füze kalkanının Türkiye'de olması için taleplerin Türkiye'den gittiğini Rasmussen daha önceden açıklamıştı. Bu kadar hararetle istenilen bu füze kalkanının kime karşı kimi korumak için yapıldığını halkımız çok iyi bilmektedir. Yetkililerin gizleme çabaları boşunadır.
Rasmussen'in Türkiye'de olmasıyla, Suriye olaylarının bir ilişkisi var mıdır? Bu ziyarette NATO'nun Suriye'ye müdahalesi gündeme alınmış mıdır? Olası bir müdahalede Türkiye'nin rolü ne olacaktır? Ülkemiz, AmeriKAN emperyalizminin ve onun askeri maşası olan NATO'nun siyasal çıkarlarının bir parçası olacak mıdır?
Baasçı Suriye rejiminin zulümlerine bir an önce son vermesi ve halkın adilane isteklerine boyun eğmesi kan ve gözyaşının Suriye'de dinmesi öncelikli isteğimizdir. Esat rejiminin bir an önce gitmesi, Suriye halkının yararına olacaktır. Fakat bunun bir NATO müdahalesiyle olmasına kesinlikle karşıyız. Bu müdahalenin Türkiye'li ya da Türkiye'siz olması da hiçbir şeyi değiştirmeyecektir. Daha büyük bir zalimin gelmesi için küçük zalimin gitmesi talep edilemez. Ölümü görüp sıtmaya razı olmak ne kadar kötüyse, sıtmadan kaçınıp ölüme razı olmak çok daha kötüdür. Suriye halkı için ne sıtmaya nede ölüme razı değiliz. Adilane bir çözümün bir an önce meydana gelmesini arzulamaktayız.
Zulmün ve işgalin olmadığı, zalimin kuzu porsuna bürünüp adalet dağıtmaya kalkışmadığı, Tevhid ve adelet üzere kurulu bir dünyada yaşama umudu ile hepinizi 233. Haftada aynı yer ve saatte buluşmak üzere Allah'a emanet ederiz.
KONYA İNANÇ ÖZGÜRLÜKLERİ PLATFORMU
26 Rebî'ul-Evvel 1433
18 Şubat 2012

Malumunuz Malatya'nın Akçadağ ilçesinin Kürecik köyüne kurulan ve denenen "Arrow" Füze kalkanı Batı'nın İran tehdit algısına karşı İsrail'i korumak içindir. Geçtiğimiz günlerde ABD'ye giden Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu İsraille bilgi paylaşmama konusundaki kararlı tutumunu inşallah tüm aleyhte haber ve lobi faaliyetlerine rağmen korumuş olarak ülkemize dönmüştür. Yoksa Soğuk Savaş'ın sona ermesi ile işlevini kaybeden Nato ve bu dayatma west-rest diyen Batı'nın iç işlerimize müdehalesidir. Üstelik Norveç gibi kanat ülkelerle birlikte tüm sıkıntıları çeken ülke pozisyonunda olmasına rağmen hak ettiği konuma gelemeyen ülkemiz, malum bu dayatma karşısında dirayetini kaybettiyse bu gelecek nesillerin hatırlayacağı ikinci bir gümrük birliği faciası olacaktır. Dış politikada tarihi vizyon ve misyonuyla hareket etmeye çalışan bir ekibin yapması gereken en önemli şey sonuna kadar bu dayatmalara karşı direnmek olacaktır.
Nato seçimini Sovyet tehditine karşı yapmak zorunda kalan Türkiye Sovyetler Birliği tarihe karışmışken ve üstelik Afganistan'da , yetki alanı dışında olmasına rağmen Libya'da zararı yararından çok olan ve hegemon güç Abd'nin çıkarlarına hizmet eden bu örgütün en azından Fransa gibi askeri kanadından ne zaman çekilecek ?
Belki, füze kalkanının ülkemize yerleştirilmesi uluslar arası hukukun izin verdiği bir zeminde olmuş olabilir, lakin üçüncü ülkelerle hele hele çocukları katleden, uluslar arası hukuku hiçe sayarak Mavi Marmara'ya korsanca saldırı düzenleyen İsrail gibi ülkelerle kesinlikle paylaşım olmamalıdır.
Ülkemizin kurumlarının bir pozitif yönde dönüşüm içinde olduğu aşikardır. Ülke istihbarat teşkilat müsteşarının bir savcı tarafından ifadeye çağrılabilmesi önemli bir gelişmedir. Yalnız şu da bir gerçektir ki dış istihbarat birimleri Hakan Fidan için bir karalama kampanyası başlatmıştır. Savcı olayları makro bazda değerlendirmeden yanlış hareket etmiştir. Ne yazık ki uluslar arası sistemin emellerine alet olmuştur.
Uludere'nin failleri ile geldiğinden beri başında bulunduğu teşkilata çeki düzen veren Fidan'a karalama kampanyası başlatanlar aynı kesimler gibi gözükmektedir. Uzmanların belirttiği üzere insanların inanç ve özgürlüklerini kısıtlayıcı ve yaşam haklarını ellerinden almayı hedefleyen birimlere sızarak vatandaşları olası saldırılara karşı engelleyici harekatla korumak teşkilatın ve tüm kamu birimlerinin temel görevidir.
316. haftada yine hak ve özgürlükleri savunmak ve Zulüm sürdüğü sürece her hafta cumartesi günü burada olmaya devam edeceğiz. Değerli Ankaralılar hepinize teşekkür ederiz. Allah'a emanet olunuz.
Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu Adına
MAZLUMDER Ankara Sube
Av. Şükrü SUNGUR

Suriye'de akan kanın istismar edilerek bölgede yeni bir müdahale süreci başlatmak isteyen güçlere ise şiddetle karşı çıktı.
Sakarya Adalet Girişimi Başörtüsü Platformu 337. Hafta basın açıklamasını Sakarya Dayanışma Derneği sözcüsü Kadrican Mendi okudu. Başörtüsü yasağı, MİT krizi, Suriye ve Van depreminin gündeme alındığı açıklamada "Başörtüsüne üniversitelerle sınırlı bir serbestlik sağlanırken, ilk ve ortaöğretimde öğrencilere, kamuda çalışanlara yasak acımasızca uygulanmaktadır. Başta Antep olmak üzere birçok ilde başörtülü öğrenciler dönem başından beri okula alınmazken, ailelerine de baskı yapılmaktadır." diyen Mendi, Tevhid-i tedrisatın kaldırılarak eğitimde farklı çözümlerin önünü açması gerektiğini söyledi. 12 yıllık zorunlu eğitime karşı çıkan Mendi başörtülü öğrencilere açık öğretime gönderilmesi formülünü ise "Çözüm gibi sunulan düzenleme sonucu, bugüne kadar cezalandırılamayan başörtülü öğrencilerin okuldan atılmasının da önü açılabilir. Bunun anlamı başörtüsünü kamusal alanda görünmez kılmak ve devlete ait alanları muhafaza etmek için başörtüsünü sistemin varoşlarına sürmektir. Olması gereken her alanda özgürlüklerin iadesidir." şeklinde yorumladı.
Suriye halkını kendimizden ayrı görmüyoruz!
MİT krizini "Türkiye, geldiğimiz noktada sarayda taht kavgasına girişmiş belli başlı güç odakları arasında süregiden entrikalar siyasetine hapsolmuştur" Tüm bu hengamenin kamuoyunda sessizce seyredilmesi, siyasetin halka ne kadar yabancılaştığına işaret ediyor." şeklinde değerlendiren Mendi, Suriye'yle ilgili ise şunları söyledi: "Siyonist işgal rejimi İsrail ile Filistin direnişini ısrarla masaya oturmaya çalışan Türkiye'nin Suriye krizinde ateşe körükle gitmesinde çelişkidir. Oysa siyasal iktidar, ABD ve Arap Birliği ile birlikte, halkın başlangıçtaki protestolarını kendi emelleri doğrultusunda kullanabilme adına hızlı bir şekilde militarize etmiş ve böylece Suriye'nin kan gölüne dönmesinde rol oynamışlardır" Oysa egemenler için sivil halka dönük gerçekleşen katliamlar, sadece dış müdahale şartlarının olgunlaşması anlamına geliyor. Geriye ise ölenlerin cenaze namazını kıldırtmak kalıyor!"
Van halkını unutmayalım!
İslami kamuoyuna "Baas rejimi başta olmak üzere bölgemizdeki halk düşmanı tüm zorba iktidarların devrilmesi için asıl sorumluluğumuz ise kendi direnişimizi yükseltmektir. Meydanlara çıkmak için başkalarının ayaklanmasını ve ölmesini beklemek değil, önce kendi devrimimize inanmaktır. İşte o gün egemenlerden her şeyin hesabını sorabiliriz!" mesajı verilirken, basın açıklaması Van'ın unutulmaması çağrısıyla son buldu: "Vanlı kardeşlerimizin depremdeki yaraları hâlâ sarılamamışken, artçı sarsıntılar da insanları kar ve aşırı soğuğa rağmen çadırlarda kalmaya zorluyor. Çocuklar çadırlarda yanarak ölürken halktan toplanan yardım paralarının bankalarda bekletilmesi ya da başka amaçlar için kullanılması da ne demek oluyor? Van'la ilgili haberleri medyada görünmez kılarak gerçekleri örtemezsiniz. Van hâlâ yaralı ve depremzede kardeşlerimiz sorunlar için acil çözüm bekliyor. Van'ı unutmamaya ve unutturmamaya devam edeceğiz."
Sakarya Adalet Girişimi Başörtüsü Platformu 337. hafta basın açıklaması
Duyarlı Sakarya halkı,
337 hafta önce başörtüsünü merkeze alarak başlattığımız direnişimiz boyunca, yasağın temel bir mesele olduğunu vurguladık. Bu tespitimiz geçerliliğini hâlâ korumaktadır. Başörtüsüne üniversitelerle sınırlı bir serbestlik sağlanırken, ilk ve ortaöğretimde öğrencilere, kamuda çalışanlara yasak acımasızca uygulanmaktadır. Başta Antep olmak üzere birçok ilde başörtülü öğrenciler dönem başından beri okula alınmazken, ailelerine de baskı yapılmaktadır.
Sorunu çözmek yerine durumu idare etmeye çalışan AKP ise milyonlarca insanın en temel hakkını kendi siyasal ikbaline bağlamış durumda. Dahası tevhid-i tedrisatı kaldırarak eğitimde farklı çözümlerin önünü açması gerekirken 8 yıllık zorunlu eğitimi 12 yıla çıkarıyor! Son günlerde gündeme gelen kesintili eğitim ve açık ilköğretim gibi formüllerin çözümmüş gibi kabullenilmesi de doğru değildir.
Konuyla ilgili önemli bir hususa da dikkat çekmek istiyoruz: Çözüm gibi sunulan düzenleme sonucu, bugüne kadar cezalandırılamayan başörtülü öğrencilerin okuldan atılmasının da önü açılabilir. Bunun anlamı başörtüsünü kamusal alanda görünmez kılmak ve devlete ait alanları muhafaza etmek için başörtüsünü sistemin varoşlarına sürmektir. Olması gereken ise her alanda özgürlüklerin iadesidir.
Bu durum diğer toplumsal meseleler için de geçerlidir. AKP, başta anadilde eğitim olmak üzere tüm temel hakları pazarlık konusu ediyor. Oysa kendisinden de yönettiği devletten de beklenen herhangi bir ihsan değil gasp edilmiş hakların iadesidir.
Fakat anlıyoruz ki; Ankara'daki güç kavgasından halka sıra bir türlü gelmiyor. Nitekim MİT etrafında dönen tartışmalar bunun somut göstergelerindendir. AKP ve Cemaat arasındaki iktidar çekişmesinin gün yüzüne çıktığı bu süreç, siyasetin hâlâ halkı değil güç odaklarını merkeze aldığının itirafıdır.
Türkiye, geldiğimiz noktada sarayda taht kavgasına girişmiş belli başlı güç odakları arasında süregiden entrikalar siyasetine hapsolmuştur. Uluslar arası sisteme entegre olan yeni devlet mekanizması için "demokrasi, halkın egemenliği, sessiz yığınların sesi" gibi argümanlar tamamen araçsaldır. Ve bu tür argümanlar devleti yönetmeyi "nimet paylaşımı" olarak gören bir zihniyetin yaygınlaşmasında, daha vahimi meşrulaştırılmasında kullanılmaktadır.
Tüm bu hengamenin kamuoyunda sessizce seyredilmesi, siyasetin halka ne kadar yabancılaştığına işaret ediyor. Buna karşın medyada siyasal iktidarın sorun çözme yeteneği(!) alkışlanırken, çözümlerin ne pahasına gerçekleştiği gözlerden kaçırılmak isteniyor. Tıpkı Siyonist işgal rejimi İsrail ile Filistin direnişini ısrarla masaya oturmaya çalışan Türkiye'nin Suriye krizinde ateşe körükle gitmesindeki çelişkinin gündeme dahi gelmemesi gibi" Oysa siyasal iktidar, ABD ve Arap Birliği ile birlikte, halkın başlangıçtaki protestolarını kendi emelleri doğrultusunda kullanabilme adına hızlı bir şekilde militarize etmiş ve böylece Suriye'nin kan gölüne dönmesinde rol oynamışlardır.
Şimdi de müdahale anı gelene kadar komşu ülkeleri ve direniş hareketlerini kamuoyu önünde şeytanlaştırmakta ve fitneyi beslemektedir. Özellikle İran'a karşı devlet ve muhafazakâr medya ekranlarındaki, köşelerindeki yorumlar 28 Şubat medyasını aratmamaktadır. Tuzak bir değil birkaç tanedir ve maalesef insani trajedi, bu sinsilikleri perdelemede kullanabilmektedir!
Oysa egemenler için sivil halka dönük gerçekleşen katliamlar, sadece dış müdahale şartlarının olgunlaşması anlamına geliyor. Geriye ise ölenlerin cenaze namazını kıldırtmak kalıyor!
Burada açıkça ifade ediyoruz ki, Suriye halkının kaderini kendi kaderimizden, geleceğini kendi geleceğimizden ayrı düşünmüyoruz. Vurgulamak istediğimiz mesaj nettir: Günübirlik protestolarla kendimizi teskin edebiliriz, o kadar. Baas rejimi başta olmak üzere bölgemizdeki halk düşmanı tüm zorba iktidarların devrilmesi için asıl sorumluluğumuz ise kendi direnişimizi yükseltmektir. Meydanlara çıkmak için başkalarının ayaklanmasını ve ölmesini beklemek değil, önce kendi devrimimize inanmaktır. İşte o gün egemenlerden her şeyin hesabını sorabiliriz!
Aksi takdirde gösterdiğimiz tepkiler yalnızca iktidar sahiplerinin çıkarlarına ulaşana kadar kullandıkları araçlara dönüşecektir, tıpkı Mavi Marmara sürecinde olanlar gibi. O gün gemide akan kanı seçimleri kazanana kadar istismar eden ve işi bittiğinde bir kenara bırakabilenlerin bugün aynı şeyi Suriye için yaptığını görüyoruz. Buna izin vermeyelim!
Sakarya Adalet Girişimi olarak zulme karşı haktan ve halklardan yana durmaya devam edeceğiz. Büyük şeytana da onun şeytanlık yapan ortaklarına da kayıtsız kalmayacağız. Ankara'nın rüzgârına kapılıp gitmeyeceğiz. Suriye'de, İran'da ya da başka bir yerde yeni işgal ve fitnelerin peşinde olanlara karşı çıkacağız.
Basın açıklamamıza son vermeden önce Vanlı kardeşlerimizi bir kez daha hatırlatmak istiyoruz. Depremin yaraları hâlâ sarılamamışken, artçı sarsıntılar da insanları kar ve aşırı soğuğa rağmen çadırlarda kalmaya zorluyor. Çocuklar çadırlarda yanarak ölürken halktan toplanan yardım paralarının bankalarda bekletilmesi ya da başka amaçlar için kullanılması da ne demek oluyor? Van'la ilgili haberleri medyada görünmez kılarak gerçekleri örtemezsiniz. Van hâlâ yaralı ve depremzede kardeşlerimiz sorunlar için acil çözüm bekliyor. Van'ı unutmamaya ve unutturmamaya devam edeceğiz.
Sakarya Adalet Girişimi Başörtüsü Platformu adına
Sakarya Dayanışma Derneği






Akyazı başörtüsü platformu altı yaşına basmıştır. Bu meydanlar uzun bir zamandır zulmün deşifre edilmesine, hak ve adalet şahitliğine tanık olmuştur. Mazlumder Akyazı yöneticilerine ve akyazı daki duyarlı kardeşlerime teşekkür ediyorum.
Ülke gündemimizin Maşallahı var. Oldukça yoğun geçiyor. Platform altı yıl önce başörtüsü zulmü sebebiyle kuruldu. Altı yıldır gündemden düşmemiş, kısmen iyileşme sağlanmış olmasına rağmen çözülememiş, hukuki bir teminat altına alınamamıştır.
Son yıllarda insan hakları ihlalleri konusunda önemli adımlar atılmıştır. İnsan hakkı ihlallerinin yapılmasının en önemli sebebi iktidar savaşıdır. Ülkemiz kuruluşundan bu yana askeri bir vesayet görünümü vermekte idi. Bu dual ya da çift başlılık iktidar savaşı oluşturmakta idi. Peki bu durum düzeldi mi? "" Tam düzeldi diyemeyiz ama, oldukça mesafe alındı.
Sivilleşme önemli bir kavramdır. Ülkemiz şu an daha sivil diyebiliriz. Sorumluluk her zaman sivil idarede olmalıdır. Demokratik ön görünümlü ülkemizde yetki ve sorumluluk tam manasında sivilleştiği zaman halk seçim zamanı yönetime katılıp hesap sorabilecektir. Davul birinde tokmak başka birinde modası artık geçmiştir.
Tekrar hatırlatıyorum"Başörtüsü zulmü devam ediyor".Kamuda çalışma hakkı olmayan bir eğitim özgürlüğü pozisyonu kabul edilebilir bir şey değildir..
Diğer bir önemli sorunumuz da etnik ve bölgesel sorun olan kürt sorunudur. Demokratik açılım bu alan da epey iyileşme sağlamıştır. Bu açılımların her şeye rağmen devam etmesi gerekmektedir.
Yaşadığımız son acı olay da "ULUDERE" olayıdır. 34 insanımızın hayatına kast edilmiştir. Mazlumder olarak Sakarya şubesinin de içinde bulunduğu bir heyet bölgeye gitmiştir. Olayın şahitleri ve bölge insanı ve yetkililer ile geniş çaplı mülakatlar yapılıp kamuoyu ile paylaşılmıştır
Çoğu çocuk ya da gençlerden oluşan köylüler, yanlış istihbarat süsü altında imha edilmiştir. Cevap bekleyen çok soru var.. Tüm sorular cevap bulana kadar olayın takipçisi olacağız.
34 insanımızın ölümünden hükümetin başı olarak "başbakan" sorumludur. Bu ifade şu anlamda değildir"Bu ölümlerin gerçekleşmesini istemiş veya bu doğrultuda bir irade göstermiştir demiyoruz.. Fakat ülkedeki yönetimsel araçların başı olarak sorumludur ve faillerin bulunması konusunda ne gerekiyorsa yapmalıdır.
Yine son zamanlarda 12 Eylül faillerinden hesap sorma girişimleri başlamış, Doksanlı yılların faili meçhulleri araştırılmaya başlanılmıştır. Bunlar olumlu gelişmelerdir.
Kazanılan tüm bu olumlu gelişmelerin pekiştirilmesi ve tekrar eski dönemlere dönülmemesi için artık geniş katılımlı bir anayasa "Şart" olmuştur. Bu konuda da geniş bir siyasal mutabakat havası hakimdir. Bu pozitif ortamın mutlaka sivil, demokratik, özgürlüklü bir anayasa ile devam ettirilmesi gerekmektedir. Küçük siyasal hesapların bu gelişmelere ayak bağı olmaması için konuyu dikkatle takip etmeye devam edeceğiz.
Burada bazı olumlu gelişmelere de değindik. Toplumsal muhalefet demek hep olumsuz konuları söylemek değildir. Altı yıldır bu meydanlardayız. Olumlu şeylerden bahsetmemek bizim bu meydanlara boşu boşuna çıkıyor anlamına gelir. Buradan rahatlıkla söyleyebiliriz ki , zulmü karşı gelmek ve onu deşifre etmek, çözümün önemli bir parçasıdır.
Son olarak tekrar Akyazı'lı duyarlı kardeşlerime teşekkür ile konuşmama son vermek istiyorum. Her türlü zulmün karşısından durmaya devam edeceğimizi de kamuoyuna duyuruyoruz. Gelecek hafta cumartesi saat 12:30'da buluşmak üzere Allah'a emanet olunuz.
Akyazı Adalet ve Özgürlükler Platformu adına
Mazlumder Sakarya Şb. Bşk.
Turgay ETCİBAŞI

