Başörtüsü Eylemleri'nde Bu Hafta(FOTO)

Başörtüsü Eylemleri'nde Bu Hafta(FOTO)

Ankara'da 475., Sakarya'da 497.,

Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu tarafından düzenlenen 475. hafta basın açıklamasına hoş geldiniz.

18 Mart 1915 tarihi, hem bir dönüm noktası hem de ümmet bilinci ile hayat bulan vahdet ruhunun kazandırdığı en son zafer olarak geçmişimizi ve geleceğimizi aydınlatmaktadır. Emperyalist güçlerin her türlü üstünlüğüne karşın belki Bedir savaşı misali yanına en büyük güç olarak Allah'ın desteğini alan bir ordunun kazandığı zafer olması bu tarihi dahada bir değerli kılıyor. Bugün dünya üzerindeki müslüman halkların verdiği savaşta zafere ulaşmasının yegane sırrı Çanakkale ruhunda saklıdır. Çanakkale'de ortak paydası yalnızca müslüman olmak olan etnik farklılıkların eriyip yok olduğu vahdet bilinciyle verilmiş bir savaş yaşandı. Bütün yoksunluklarına rağmen en büyük varsılı imanı olan farklı ırklardan müslümanlar. İşte zafer reçetesi buydu. Öyleyse bugün yapılması gereken mazlum mağdur müslüman halkların birleşerek, yeniden bir olarak Çanakkale ruhunu diriltmesidir. Osmanlı imparatorluğunun yıkılışını ve dolayısıyla müslümanların birliğinin bozulmasını hazırlayan sebeplerin en büyüğü emperyalist güçlerin bilinçli bir şekilde islam topraklarında milliyetçilik akımını körüklemesidir. Ulus devlet kavramıyla böl parçala yönet siyaseti güden emperyalist güçler müslüman halklara biçtikleri ulus devlet gömleğini kendileri asla giymediler. Bugün en büyük emperyalist güç olarak Amerika Birleşik Devletleri bunun en açık örneğidir. Bizler suni sınırlarla birbirinden koparılmaya çalışılmış toplumlarız. 100 yıllık gaflet uykusundan biran evvel uyanarak dayatılan suni sınırları ortadan kaldırmak zorundayız.
Yüz yıl önce bu topraklara özgürlük getireceğiz diyerek gelen ve tarihin en kanlı savaşlarından birine imza atanların bugün yine akbabalar misali mazlum coğrafyamıza üşüştüklerine şahitler oluyoruz. Bugün emperyalist güçler, yanlarına aldıkları yerli uşakları ile birlikte sözde demokrasi, insan hakları, adalet ve eşitlik gibi yaldızlı sözler eşliğinde bölgemizde akla hayale gelmeyen katliamlara imza atmaktadırlar. Sinsice oluşturdukları planlar çerçevesinde başta Suriye, Irak ve Afganistan olmak üzere nerede ise tüm islam coğrafyasında ayrışma ve kamplaşmayı teşvik etmekte ve akan kan ile insanları biri birlerine düşman kılmaktadırlar. Bu emperyalist projenin en net halini Suriye ve Irak örneklerinde görmekteyiz. Halkın meşru istekleri çerçevesinde başlayan ve 5. yılına giren Suriye halk ayaklanmasında yüzbinlerce insanın öldürülmesi, milyonlarcasının sakat bırakılması, ülke nüfusunun yarısının mülteci pozisyonuna düşürülmesi, işkenceler, tecavüzler, şehirlerin hedef gözetmeksizin bombalanarak yerle bir edilmesi, kimyasal silah kullanımı gibi onlarca olumsuz örneğe rağmen kılını dahi kıpırdatmayan emperyalist devletleri kendi üretimleri olan İŞİD katliamlarına karşı insanlık için bahanesi ile Irakta meydanlarda görmekteyiz. Bugün bile düşman edebiyatını elden bırakmadıkları İran eli ve yardımı ile tepeden tırnağa silahlandırdıkları şii milisler vasıtası ile katliamlar gerçekleştirmekte ve bölgemizi kan gölüne çevirecek olayların adeta provasını yaptırmaktadırlar. Yeri geldiğinde mezhepsel yeri geldiğinde ise etnik ayrılıkları körükleyerek bölgede kaos ortamı oluşturma ve yönetilemez bir coğrafya oluşturma isteği gayet açıktır. Bu kaotik ortama dünyevi hırslarla hareket eden satılmış yöneticilerin 3 günlük iktidarları ve batılı efendilerinin hoşnutluğu adına benzinle gittiklerine maalesef şahitler olmaktayız. Özellikle büyük Pers imparatorluğu sevdası ile hareket eden İran'ın yöneticileri izledikleri siyaset ile bir zamanlar büyük şeytan dedikleri ABD'nin adeta bölgedeki en büyük kuklası mesabesine gelmişlerdir. İran siyasilerinin bu tavrı akıllarımıza Moğol ve Haçlı istilaları döneminde bu yapılar ile işbirliği içinde hareket eden Hasan Sabbah olayını hatırlatmaktadır. Pers imparatorluğu hayallerine dalan ve her türlü kirli ittifaka girmekten çekinmeyen İran yöneticilerine bir dönem idarecileri olan Şah Rıza Pehlevinin hazin sonunu hatırlatmak isteriz. Ayrıca etnik ve mezhepsel ayrım yapmaksızın bölge insanına şu hatırlatmada bulunmak isteriz; 100 yıl evvel bugünlerde her türlü teknolojik imkanlarla bu bölgeye gelen emperyalist güçleri yerle yeksan eden unsur vahdet bilinci ve kardeşlik ruhu idi. Bugün yenilmez gibi görünen düşmana karşı bizleri galip kılacak olan unsur yine bu bilinç ve ruh ile hareket etmek olacaktır. Bu platformdan Suriye, Irak, Afganistan ve Mısır başta olmak üzere tüm mazlum coğrafyalarda Akifin tabiri ile "tek dişi kalmış medeniyet isimli canavara" karşı bütün varlıklarını ortaya koymuş mücadele eden yiğitlere selam gönderiyor ve gücümüz nisbetinde yanlarında olduğumuzu bir kez daha dile getiriyoruz.
Bütün insanların akıl, nesil, can, mal ve din emniyetlerinin sağlandığı bir dünyada buluşma temennisiyle.
ANKARA İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ PLATFORMU

 

Sakarya Adalet ve Özgürlükler Platformu, 497. Hafta açıklamasında Suriye’de 5. yılına giren ağır krizi değerlendirirken “Ne Baas diktatörlüğü, ne Amerikan müdahalesi” tutumunu sürdürdü

Sakarya Adalet ve Özgürlükler Platformu 497. hafta açıklamasını, Diriliş Saati Dergisi adına Serdar Duman okudu. Suriye’de devam eden krizin ağır bedellerini hatırlatarak açıklamasına başlayan Duman, sürecin etkilerinin tüm bölgede hissedildiğini belirterek “Amerika’nın bölgedeki en güvenilir müttefikleri olan Suudi Arabistan ve İsrail bu süreçte üzerlerine düşeni fazlasıyla yerine getirdiler. Oluşan Amerika-Suud-İsrail şer ekseninin etkilerini halen hissediyoruz.  Libya’da Amerika ve müttefiklerinin askeri müdahaleleri sonucu Kaddafi iktidarı devrildi. Yeni oluşan İhvan yanlısı iktidar şer ekseni açısından sorunlu görüldüğü için Suud destekli, Amerika’da özel eğitim görmüş General Hafter sahneye sürülerek Tobruk’ta Trablus’a alternatif ikinci bir hükümet kuruldu. IŞİD’in de sahne almasıyla Libya’da kurulan hükümet sayısı üçe çıktı. Bugün ciddi bir iç savaşın yaşandığı, can güvenliğinin olmadığı üç başlı bir Libya ile karşı karşıyayız. Mısır’da olup bitenler ise hepimizin malumu. Seçimle iş başına gelen Mursi hükümeti Amerika-Suud destekli darbe ile devrildi. Darbe sürecinde binlerce insanlar katledildi. On binlerce İhvan üyesi tutuklandı. Darbecilerin iktidarı halen devam ediyor.” dedi.

Serdar Duman, açıklamasının devamında Türk dış politikasının Suriye krizinde çözüm getirmediğine dikkat çekildi. Duman, konuyla ilgili olarak “Suriye meselesinde bizim tavrımız hep üçüncü yoldan yana olmuştur. Biz Suriye’ye emperyalist müdahaleyi kabul etmiyoruz. Esad diktatörlüğünü de meşru görmüyoruz. Suriye’de halkın iradesinin esas alındığı bir yönetim biçimi için savaşan tüm tarafların katıldığı müzakerelerin başlatılmasının elzem olduğunu düşünüyoruz. Suriye sorunu Suriye halkının kendi dinamikleri ile çözülmek zorundadır. Suriye sorununun çözümünde arabuluculuk yapma konusunda İran ve Türkiye’nin inisiyatif alması gerektiğine inanıyoruz. Türkiye dış politikası Suriye sorununun başından beri hatalıdır. Suriye’nin kendi dinamiklerini, İran ve Rusya açısından stratejik önemini ıskalayan Türk dış politikası Suriye’de duvara çarpmıştır. Suud ve Körfez emirlikleri ile birlikte Suriye muhalefetine savaşçı, askeri mühimmat, para, istihbarat temini gibi konularda destek veren Türkiye’nin artık Suriye politikası ile hesaplaşma zamanı gelmiştir.”

???????????????????????????????

497. Hafta Basın Açıklaması:

SURİYE’DE BARIŞIN DİLİ HAKİM OLMALIDIR!

Suriye iç savaşı 5.yılına girdi.

Harap olmuş şehirler, 300 000 ölü ve milyonlarca mülteci bu iç savaşın sonuçları…

Amerika’nın kendisine ram olmadığı için Baas diktatörlüğünü tıpkı Libya’dakine benzer bir müdahale ile yıkma kararının 5.yılı…

Amerika demokrasi, insan hakları, özgürlük gibi kavramların arkasına gizlenerek emperyal amaçları doğrultusunda coğrafyamızda birçok operasyona / işgale imza attı, atmaya da devam ediyor.

Soğuk Savaş’ın bitmesi ile dünyanın tek efendisi konumuna gelen Amerika, artık sadece çeşitli ülkelerdeki işbirlikçileri üzerinden gerçekleştirdiği siyasi / ekonomik / sosyal müdahalelerle yetinmeyerek askeri müdahaleleri de strateji olarak benimsedi.

2001 İkiz Kuleler provakasyonu ile başlayan bu süreç Afganistan’ın ve Irak’ın işgali ile devam etti. 2010 yılında Arap Baharı ile Tunus ve Mısır’da başlayan halk isyanları emperyalist Amerika tarafından fırsata dönüştürüldü.

Tunus ve Mısır’daki diktatörlüklerin yıkılması Ortadoğu halklarına ilk anda umut pompaladı. Ancak sonraki gelişmeler bu umudu ortadan kaldırdığı gibi, Arap Baharı öncesi koşullar aranır oldu.

Amerika’nın bölgedeki en güvenilir müttefikleri olan Suudi Arabistan ve İsrail de bu süreçte üzerlerine düşeni fazlasıyla yerine getirdiler. Oluşan Amerika-Suud-İsrail şer ekseninin etkilerini halen hissediyoruz.

???????????????????????????????

Libya’da Amerika ve müttefiklerinin askeri müdahaleleri sonucu Kaddafi iktidarı devrildi. Yeni oluşan İhvan yanlısı iktidar şer ekseni açısından sorunlu görüldüğü için Suud destekli, Amerika’da özel eğitim görmüş General Hafter sahneye sürülerek Tobruk’ta Trablus’a alternatif ikinci bir hükümet kuruldu. IŞİD’in de sahne almasıyla Libya’da kurulan hükümet sayısı üçe çıktı. Bugün ciddi bir iç savaşın yaşandığı, can güvenliğinin olmadığı üç başlı bir Libya ile karşı karşıyayız.

Mısır’da olup bitenler ise hepimizin malumu. Seçimle iş başına gelen Mursi hükümeti Amerika-Suud destekli darbe ile devrildi. Darbe sürecinde binlerce insanlar katledildi. On binlerce İhvan üyesi tutuklandı. Darbecilerin iktidarı halen devam ediyor.

Suriye’de olup bitenlere gelince… Durum çok farklı değil…

Önce şu soruyu sormalıyız: Neden diktatörlüğün daha acımasızca sürdüğü Suudi Arabistan, Körfez emirlikleri, Fas gibi ülkeler değil de Suriye hedefe konuldu?

Yine şu soruyu da sormalıyız: Esad, kıblesini Amerika’ya çevirse idi bu müdahale olacak mıydı?

Bu sorular bizi bu müdahalelerin sadece ve sadece emperyal çıkarlar hesap edilerek yapıldığı sonucuna götürecektir. Bölgede yaşayan halkların iradesi, mutluluğu, özgürlüğü gibi değerler Amerika-Suud-İsrail ekseninin hiçbir zaman umurunda olmadı, bundan sonra da olmayacaktır.

Suriye meselesinde bizim tavrımız hep üçüncü yoldan yana olmuştur. Biz Suriye’ye emperyalist müdahaleyi kabul etmiyoruz. Esad diktatörlüğünü de meşru görmüyoruz. Suriye’de halkın iradesinin esas alındığı bir yönetim biçimi için savaşan tüm tarafların katıldığı müzakerelerin başlatılmasının elzem olduğunu düşünüyoruz.

Suriye sorunu Suriye halkının kendi dinamikleri ile çözülmek zorundadır.

Suriye sorununun çözümünde arabuluculuk yapma konusunda İran ve Türkiye’nin inisiyatif alması gerektiğine inanıyoruz.

???????????????????????????????

Türkiye dış politikası Suriye sorununun başından beri hatalıdır. Libya’da olduğu gibi Suriye’de de birkaç ay içinde iktidarın yıkılacağını Türkiye’ye benimseten ve hükümeti gaza getiren Amerika Türkiye’yi bu bataklığa sokmayı başarmıştır.

Suriye’nin kendi dinamiklerini, İran ve Rusya açısından stratejik önemini ıskalayan Türk dış politikası Suriye’de duvara çarpmıştır. Suud ve Körfez emirlikleri ile birlikte Suriye muhalefetine savaşçı, askeri mühimmat, para, istihbarat temini gibi konularda destek veren Türkiye’nin artık Suriye politikası ile hesaplaşma zamanı gelmiştir.

Yerel muhaliflerin silah bıraktığı, Amerika’nın dahi müzakereden söz etmek zorunda kaldığı bu süreçte hala kan ve gözyaşının devamından yana tavır almanın hiçbir açıklaması olamaz. Türkiye bu kirli savaşın ümmeti nasıl parçaladığını, bu kirli savaşın galiplerinin sadece Amerika ve İsrail olduğunu görmek zorundadır.

Suriye’nin kuzeyini mesken tutmuş ve kör bir şiddeti kendisine metod edinmiş IŞİD ve benzeri yapıların da bu savaşın sonuçlarından olduğunu hatırlatmak isteriz. Türkiye bu tehlikeli ve sapkın yapıların Suriye’de kök salmasının vebalini de maalesef üzerinde taşımaktadır.

Ak Parti Hükümeti acilen bu yoldan geri dönerek Suriye’de barışın sağlanması ve halkın iradesinin yönetime yansıması doğrultusundaki müzakerelerde inisiyatif almalıdır. Aksi takdirde hükümetin tarihin vicdanında yargılanması kaçınılmazdır.

Dikkat çekmek istediğimiz bir diğer husus da Suudi Arabistan’ın bölgesel faaliyetleridir. Suudi Arabistan’ın Mısır, Tunus, Libya  ve Filistin’deki tercihleri ile Türkiye’nin tercihleri arasındaki çelişki ortada olmasına rağmen, Türkiye’nin bu ülke ile stratejik sayılabilecek ilişkiler geliştirmesini ve Suriye’de birlikte hareket etmesini anlamak mümkün değildir.

Mısır’da Sisi’ye, Libya’da General Hafter’a destek veren, İsrail’in mazlum Filistin halkına dönük katliamlarına sessiz kalan, İsrail ile başta istihbarat alanında olmak üzere gizli ilişkiler geliştiren bir Suudi Arabistan’dan bahsediyoruz.

Ak Parti Hükümeti’ne sormak istiyoruz: Suud Kralı Selman Esad’dan daha mı az tehlikelidir ya da daha mı az suçludur? O halde Suudi Arabistan ile ilişkilerimizi gözden geçirmemiz gerekmez mi? Amerika’nın Suudi Arabistan üzerinden inşa etmeye çalıştığı Suudi Arabistan-Türkiye-Mısır-Pakistan ekseni ümmet açısından ne anlama gelmektedir? Eğer susmamızın nedeni Suudi Arabistan ve Körfez emirliklerinden Türkiye’ye akan yabancı sermaye ise, bunu ahiret günü nasıl açıklayacaksınız?

Buradan Türkiye’deki Suud lobisine ve onlara payandalık yapan bazı sivil toplum kuruluşlarına da sesleniyoruz. Suud ve Körfez ile olan çıkar ilişkilerinizi biliyoruz. Bu ilişkinin hatırına bazen meydanlarda, bazen gazete köşelerinde, bazen de televizyonlarda kaleminizden veya dilinizden zehir akıtıyorsunuz. Ancak güneş balçıkla sıvanamaz. Hakikatler er geç ortaya çıkacaktır. Amerika-Suud şer ekseninin pisliklerinin deşifre olacağı günler yakındır. Sizi hakikatle yüzleşmeye ve tövbeye davet ediyoruz.

Sakarya Adalet ve Özgürlükler Platformu Adına Diriliş Saati Dergisi