Başörtüsü Eylemleri'nde Bu Hafta(FOTO)

Başörtüsü Eylemleri'nde Bu Hafta(FOTO)

Ankara'da 472., Sakarya'da 494.,

ANKARA İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ PLATFORMU’NUN 
28 ŞUBAT 2015 TARİHLİ 472. HAFTA BASIN AÇIKLAMASI
Değerli misafirler! Basın açıklamamıza hoş geldiniz.
28 Şubat Postmodern Darbesi’nin 18. yılını da geride bıraktık. Bugün geldiğimiz noktada Türkiye’de belki birçok şey değişti, güya darbeciler yargılanıyor ama 28 Şubat mağdurları hâlâ demir parmaklıklar ardında çile çekmeye devam ediyor. Bugünkü genç kuşaklar o günleri pek hatırlamaz. 28 Şubat sadece başörtüsü yasağı değil, Türkiye’nin emperyalist batının çizdiği rotadan çıkmasını önleme, Anadolu Müslümanlarının önünü kesme ve devlet hazinesini yağmalama operasyonuydu. Bugün göstermelik olarak sadece bazı komutanlar yargılanıyor gözükse de, basın ve medya 28 Şubat’ta başroldeydi. Artık darbenin sermaye, üniversite, yargı,bürokrasi ve medyadaki işbirlikçileri unutturuldu.
28 Şubat öncesi Türkiye’nin genel manzarası şöyleydi. Koalisyon kurarak iktidar olan N. Erbakan Hükümeti devletin kaynaklarını mâli bir havuz Akurarak bir araya toplamış, devletin parasını yine devlete yüksek faizle veren hortumculara engel olmuştu. Üstelik çalışanlara ücretlerine % 50 zam yaparak dar gelirlileri rahatlatmıştı. Üniversitelerde başörtülü kızlar birincilik kürsülerine çıkarak zinde güçlerin sinirlerini bozuyordu. Anadolu esnafı da büyümeye, şirketleşmeye ve ihracata yönelerek İstanbul sermayesinin kârına ortak olmaya başlamıştı. Dindar insanların başkan seçildiği belediyeler ise hizmetleriyle göz dolduruyorlardı. Böyle giderse ilk genel seçimde bu defa tek başlarına iktidar olmaları mukadderdi. Yazılı basın ve televizyonlarda irtica kampanyaları başlatıldı. 28 Şubat 1997 tarihli MGK toplantısında hükümete bir dizi dayatmalarda bulunuldu. Sincan’da tanklar sokağa çıktı. Baskılar sonucu hükümet düşürüldü. Yeni hükümet askerlerin isteklerini yerine getiriyordu. Bu arada her YAŞ toplantısı sonrası yüzlerce subay dindarlıkları yüzünden ordudan atılıyor, sivil hayatta işe girmelerine bile engel olunuyordu. İmam-Hatip Liselerinin orta kısımları kapatıldı. İmam-Hatip ve diğer meslek liselerinin üniversiteye girmesi engellendi. Katsayı ve okul başarı puanı gibi rezaletlerle daha fazla soru cevaplayan öğrencilerin puanları gasp edildi. Başörtülü kızlar keyfi olarak İmam-Hatip Liseleri ve Üniversitelere alınmayarak mağdur edildiler. Yerli Anadolu sermayesi “yeşil sermaye” diye engellendi. Devlet kurumlarının yüksek faizlerle sömürülmesi yetmemiş olacak ki, Yönetim Kurullarında generallerin yer aldığı birçok banka içi boşaltılarak zararları hazineye yüklendi.
28 Şubat’ın en yıkıcı etkisi yargı alanında oldu. Askerlerden brifing alan yargı mensupları, Müslümanları iç düşman kategorisine alarak en acımasız kararlara imza attılar. Mesela; Aziz Nesin’in tercümeye başladığı Şeytan Ayetleri kitabını protesto eden Sivaslı Müslümanlar Ankara DGM’de 10-15’er yıl hapis cezası almalarına rağmen 28 Şubat sürecinde dava Yargıtay’da bozdurularak 33 kişiye idam kararı çıkarıldı. Oteli yakan provokatörler bugün bile meçhul. Başbağlar Katliamı sanıklarını ise yargı serbest bıraktı. 14 yaşındaki Yakup Köse bir yürüyüşe katıldığı için idamla yargılandı. O günlerde Müslümanların dernek ve vakıfları, evleri, gazeteleri, Kur’an kursları terörle mücadele ekiplerince basıldı. Vahdet Eğitim, Yardımlaşma ve Dostluk Vakfı Yönetim Kurulu üyeleri ‘Cezaevlerinde bulunan mahkûmlara, mahkûm ailelerine ve mahrûmlara mali yardımda bulundukları’ gerekçesiyle, önce gözaltına alındılar, sonra tutuklandılar. Başörtülü olması yüzünden Merve Kavakçı’nın milletvekilliği gasp edilmesi yetmemiş olacak ki, gece yarısı evi savcı tarafından basıldı. Bu da yetmedi, vatandaşlıktan çıkarıldı. Bütün bunlar olurken içi boşaltılan banka yöneticilerinin tamamına yakını yargıda aklanıyorlardı. Baklava çalan çocuklara 10 yıl hapis cezası veren yargı, bankaların içine boşaltanları 3-4,5 yıl ceza ile yargılıyor, çoğunu da beraat ettiriyordu.
Aslında yargıdaki çarpıklık bugün de sürüyor. Daha geçenlerde Ergenekon ve Balyoz davalarında, darbeye teşebbüs ettikleri gerekçesiyle 20 yıla kadar ağır hapis cezası alan subaylar Anayasa Mahkemesi kararıyla yeniden yargılanıyorlar. Darbeye teşebbüse bu kadar cezayı layık gören hâkimlerimiz 28 Şubat darbesini yapanların hepsini teker teker salıverdi. Günümüzde 28 Şubat Süreci’nin sona erdiği söylense bile, sürecin siyasi yargı kararlarının zulmü hâlâ devam ediyor. 28 Şubat’ın etkisiyle zindana atılan mazlumların feryadını kimse duymuyor. Sivas Olayları davasındaki usulsüzlükler Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu Raporu ile tescil edildi. Metin Kaplan; Anıtkabir’i piknik tüpü ile havaya uçurmayı planlamaktan müebbet hapse mahkûm. Yakup Köse’nin suçu ne? Uydurma örgüt suçlamasıyla zindana atılan nice Müslüman’ın mağduriyeti ne zaman giderilecek? 28 Şubat zulmünü bu millete reva görenler dışarıda ama mağdurları hâlâ zindanda. 28 Şubat’ın siyasi yargı kararları derhal iptal edilmeli ve yeniden yargılama yolu açılmalıdır. Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu olarak bu konunun takipçisi olacağımızı bir defa daha ilan ediyoruz.
Bütün insanların akıl, nesil, can, mal ve din emniyetlerinin sağlandığı bir dünyada buluşmak temennisiyle katılımlarınız için teşekkür ederiz.
ANKARA İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ PLATFORMU

Sakarya Adalet ve Özgürlükler Platformu’nun 494. hafta eyleminde basın açıklamasını Sakarya Dayanışma Derneği’nden Deniz Çelik okudu. Açıklamaya, “Bugün 28 Şubat darbesinin 18. yıl dönümü” diyerek başlayan Çelik, sözlerine “Toplum içindeki dindarlığı teslim almak, olmazsa içeriğini boşaltmak, iğdiş etmek, devlete eklemlemek çabası bu topraklarda aslında yüzyıllardır yaşanan bir kavgadır. Devlet karşısında tevhid ve adalet ilkelerinin savunucusu olması gereken Müslüman önderler, resmi dini görüş üzerinden devşirilmiş, devletin memurları haline getirilmiş ve geniş halk kitlelerinin iktidara koşulsuz itaatlerinin aracıları haline dönüştürülmüşlerdir… Bu süreçte Cemaatler, devlet gücü karşısında İslam’ın özgürleştirici tezlerinin savunucusu olmak yerine, kapısından kovuldukları saraya, bacasından girebilmenin ilkesiz ve izzetsiz çabalaması içerisinde oldular. İşte 28 Şubat;  bağımsız bir pozisyon almak yerine devlete eklemlenmenin çabalaması içinde olan kesimlerin, tüm şartlarını kabul ederek devlete teslim olmalarının adıdır.” dedi.

28 Şubat sürecinden çıkan siyasetlerin eleştirildiği açıklamada, bugün adı konulmamış yeni bir 28 Şubat süreci yaşandığına da dikkat çekilirken, halk açısından ise durumun hâlâ değişmediği belirtildi. Çelik, konuyla ilgili olarak “Bu ülkenin insanları halen NATO üyesi, ABD müttefiki bir ülkenin vatandaşıdırlar. Hala egemenlerin ekonomisinin tüm riskini ve zenginleşmelerinin bedelini bu ülkenin insanları hep birlikte ödemektedirler. Hala liyakatin değil iktidara yakın olmanın belirleyici olduğu bir alanda, çocuklarının geleceğinden şüphe içindedirler. Hala devletin/iktidarın kendilerini parmak sallayarak terbiye etmeye çalıştığı bir politik atmosferde yaşamaktadırlar. Bu ülkenin insanları dün olduğu gibi bu günde; İktidara teslim olmakla hedef olmak arasında tercih yapmaya zorlanmakta; şerefi ve özgürlüğünü ve hatta hayatını kaybetme riskini her gün ve her gün yaşamak zorunda bırakılmaktalar. 28 Şubat’ın yıldönümünde, bu ülkenin yönetenlerinin halkın karşısına çıkıp ta mağdur edebiyatı yapmaları, işte bu yüzden bir tiyatrodan ibarettir.”

Basın açıklaması, Milli Görüş Lideri Necmettin Erbakan’ın vefat yıldönümüyle ilgili taziye mesajıyla son buldu.  

 

Sakarya Adalet ve Özgürlükler Platformu 494. Hafta Basın Açıklaması

Ya 28 şubat 1000 yıl sürecek ya da Halkların kardeşliği!

Bugün 28 şubat darbesinin 18. yıldönümü.

Devlet içindeki cemaatlerin aralarındaki güç kavgasının, seküler/militer cemaatler lehine sonuçlanmasıyla kapanan bu karanlık dönem, bin yıl süreceği iddiasındaydı.

Devlet erkini kendi taraftarları lehine kullanma mücadelesinin tarihsel duraklarından biri idi 28 Şubat.

Toplum içindeki dindarlığı teslim almak, olmazsa içeriğini boşaltmak, iğdiş etmek, devlete eklemlemek çabası bu topraklarda aslında yüzyıllardır yaşanan bir kavgadır.

Devlet karşısında tevhid ve adalet ilkelerinin savunucusu olması gereken Müslüman önderler, resmi dini görüş üzerinden devşirilmiş, devletin memurları haline getirilmiş ve geniş halk kitlelerinin iktidara koşulsuz itaatlerinin aracıları haline dönüştürülmüşlerdir.

Cumhuriyetle beraber özellikle Diyanet işleri üzerinden tamamen devlet kontrolü altına giren dini alan, devletin resmi görüşünün temsilcisi haline gelirken; bu alanın dışında, cemaatler üzerinden örgütlenen bir kesim ise bunu devletten bağımsız olmanın verdiği bir avantaja çevirememiştir.

Bu süreçte Cemaatler, devlet gücü karşısında islam’ın özgürleştirici tezlerinin savunucusu olmak yerine, kapısından kovuldukları saraya, bacasından girebilmenin ilkesiz ve izzetsiz çabalaması içerisinde oldular.

 

İşte 28 şubat;  bağımsız bir pozisyon almak yerine devlete eklemlenmenin çabalaması içinde olan kesimlerin, tüm şartlarını kabul ederek devlete teslim olmalarının adıdır.

Türkiye İslamcılığının tek politik örgütü olan Milli görüş çizgisinin, teslimiyete en yakın olan unsurları bu tarihten itibaren devletin memurları haline gelirken, buna ayak direyenlerde zamanla tasfiye edilmişlerdir.

Ancak meseleye halk açısından baktığımız da karşılaştığımız manzara 28 şubat’ın öncesi ve sonrasında birbirinden çok farklı değildir;

Bu ülkenin insanları halen NATO üyesi, ABD müttefiki bir ülkenin vatandaşıdırlar.

Hala egemenlerin ekonomisinin tüm riskini ve zenginleşmelerinin bedelini bu ülkenin insanları hep birlikte ödemektedirler.

Hala liyakatin değil iktidara yakın olmanın belirleyici olduğu bir alanda, çocuklarının geleceğinden şüphe içindedirler.

Hala devletin/iktidarın kendilerini parmak sallayarak terbiye etmeye çalıştığı bir politik atmosferde yaşamaktadırlar.

Bu ülkenin insanları halen;  barınmadan, eğitime, sağlıktan, iş sahibi olmaya kadar en temel meselelerini dahi çözememiş bir devletin vatandaşı durumundadırlar.

Bu ülkenin insanları dün olduğu gibi bugünde; İktidara teslim olmakla hedef olmak arasında tercih yapmaya zorlanmakta; şerefi ve özgürlüğünü ve hatta hayatını kaybetme riskini her gün ve her gün yaşamak zorunda bırakılmaktalar.

28 şubat’ın yıldönümünde, bu ülkenin yönetenlerinin halkın karşısına çıkıp ta mağdur edebiyatı yapmaları, işte bu yüzden bir tiyatrodan ibarettir.

Zira ülkenin vatandaşları açısından hangi iktidar gelirse gelsin 28 şubat koşulları hayatın her alanında bir karabasan gibi karşılarında durmaktadır.

İktidarın dindar veya seküler olması arasında halk açısından bir fark olmadığını özellikle 12 senelik akp iktidarı tüm çıplaklığıyla göstermiştir.

Tam da şu anda Meclisten geçirilmeye çalışılan “iç güvenlik paketi”, dindar iktidarın bu ülke insanına reva gördüğü yeni 28 şubat’ın bildirgesi hükmündedir.

Ancak bizler, Platform olarak Seküler darbecilere itaat etmediğimiz gibi dindar darbecilere de eyvallah etmeyeceğiz.

 

10 seneden beri her hafta burada sürdürmeye çalıştığımız; İktidarın karşısında, halkın yanında durmak şeklindeki tavrımızı da hiçbir “iç güvenlik paketi”nin teslim alamayacağını buradan bir kez daha Sakarya’nın kadirşinas halkıyla paylaşmak istiyoruz.

Açıklamamızın sonunda Milli görüş hareketinin lideri Necmettin Erbakan’ı da vefatının sene-i devriyesinde Rahmetle anıyor Milli görüş camiasına da bir kez daha taziyelerimizi sunuyoruz.

Halk’ı Ümmet bilen platformumuz, sizlerin de desteğiyle,  kimden gelirse gelsin tüm darbe süreçlerinin karşısında “ya hep birlikte ya hiç birimiz” şiarının sürdürücüsü olmaya devam edecek.

Önümüzdeki hafta aynı gün ve saatte yine burada olmak temennisiyle

SAÖP adına Sakarya Dayanışma Derneği