Başörtüsü Eylemleri'nde Bu Hafta(FOTO)

Başörtüsü Eylemleri'nde Bu Hafta(FOTO)

Ankara'da 461., Sakarya'da 483.,

Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu 461. Hafta Basın açıklamasından önce İHH Ankara Yönetim Kurulu üyesi Hanefi SİNAN Şehid Abdulkadir MOLLA'ın ailesine yazdığı vasiyeti okudu,Daha sonra 461 haftadır Cumartesi Abdi İpekçi Parkında basın açıklaması yapan platform adın İHH Ankara Yönetim Kurulu Üyesi Murat EKİNCİ basın açıklamasın okudu.

Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu tarafından düzenlenen 461. hafta basın açıklamasına hoş geldiniz.
“Kendilerine: yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın, denildiğinde, bizler ancak ıslah edicileriz, derler.”
Zamanlar ve mekânlar üstü çağrının gerçekliğine bugünün yaşayanları olarak şahitler oluyoruz. Demokrasi, İnsan Hakları, Eşitlik, Adalet, Hürriyet gibi kavramların günümüz egemenleri eli ile nasıl birer sopa haline getirildiği, toplumların bu söylemler üzerinden hizaya çekildiği ve insanların en akıl almaz yöntemlerle vahşice katledildiği bir dönemi daha yaşıyoruz. 
Kendilerine küresel jandarma rolü biçen, başta ABD olmak üzere Rusya, Çin, İngiltere, Fransa gibi emperyalist ülkeler ile Siyonist İsrail’in sözde yeryüzünü ıslah etmek adına yaptıkları işkence, tecavüz, katliam ve soykırımların belgeleri sansürlenmiş hali ile medyada ifşa edilmektedir. Karartma yapılan raporlarda bile bahsi geçen yöntemler en vahşi denilen hayvanları dahi vicdana getirecek cinsten uygulamalardır. Bu süreçte egemenlerin yeryüzünün her bir noktasını nasıl işkencehaneye çevirdiklerini yayınlamış oldukları haritalardan anlamaktayız. İşledikleri bu cürümlerde yalnız olmadıklarını, iktidar hırsları ve dünyevi çıkarları uğruna halklarına sırt çeviren işbirlikçi kukla yönetimlerinde yerelde nasıl bir ihanet içerisinde hareket ettiklerini bizler yakinen bilmekteyiz.
Bu bağlamda; Bundan 43 sene önce, 1971 tarihinde kanlı bir iç savaş sonrası Pakistan’dan ayrılarak kurulan ve siyasi tarihi darbelerle örülü olan Bangladeş son yıllarda kelimenin tam anlamıyla akıllara ziyan bir şekilde hukuk cinayetlerine sahne olmaktadır. Toplumsal yansımaları, bölgenin demografik ve etnik yapısı dikkate alındığında, olan bitenin yerel bir kriz veya gelişme değil, küresel bir toplum mühendisliği operasyonu olduğunu söylemek hiç de mübalağa olmayacaktır. İngiliz sömürgesi pozisyonunda olan Hindistan’ın etkisi altındaki Bangladeş hükümetinin ülkesindeki muhalif grupları ve özelliklede İslami muhalefeti sindirmek istediği ve bu durum için hukuku araçsallaştırıp bir cinayet aracı olarak kullandığı gayet açıktır. Bangladeş, Pakistan’dan ayrıldıktan sonra sürekli olarak siyasi kaos ve karışıklığın merkezinde yer alıyor. Askeri darbeler ve toplumsal hareket liderlerinin öldürülmesi kısacık geçmişi olan Bangladeş siyasi tarihinde en fazla yazılan kelimeler olarak karşımıza çıkmaktadır. Hint Kıtasında sezaryenle doğan Bangladeş’te ne yazık ki siyasi çekişmeler bitmek bilmediği için ülke hak ettiği gelişmeyi bir türlü sağlayamıyor ve bu duruma bağlı olarak toplumsal barış da maalesef yakalanamıyor. 
1973 tarihli Bangladeş Uluslararası Ceza Mahkemesi Kanunu Bangladeş Parlamentosu tarafından kabul edilmiş ve buna göre bağımsızlık savaşı sırasında çeşitli suçlara ve katliamlara karıştığı iddia edilen Pakistanlı subayların yargılanması için Bangladeş Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi kurulmuştur. Ancak aradan geçen 38 yılın ardından, Bangladeş Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi, katliama karışan askerlere yönelik değil, Bangladeş vatandaşlarına, özellikle siyasi ve İslami kimliği olan kişilere yönelik yargılamalara girişmiştir. 
Bu süreçte başta Prof. Dr. Gulam Azam olmak üzere Cemaat-i İslami Partisi ve diğer muhalif partilerden bir çok kişi 41 yıl evvel işledikleri iddia edilen bir suçtan dolayı idamla yargılanmışlar ve 2013 yılı itibari ile pek çoğu ya idam cezasına çarptırılmış yada ömür boyu hapse mahkum edilmişlerdir. Ayrıca onbinlerce hükümet muhalifi gerekçe gösterilmeksizin tutuklanıp mahkum edilmiş ve muhalif medya organları kapatılmıştır. Hakkında ömür boyu hapis cezası verilen ve yazdığı pek çok eser ve verdiği İslami mücadele ile hem ülkesinde ve hemde İslam coğrafyasında tanınan Prof. Dr. Gulam Azam 92 yaşında cezaevinde şaibeli bir şekilde geçtiğimiz günlerde şehit edilmiş ve pek çok dava arkadaşıda idam cezasına çarptırılmışlardır. 
Bu kişilerden biride; hakkında idam kararı verilerek geçen sene bu günlerde, 15 günlük itiraz süresi bile beklenmeden hukuksuzca asılan Abdulkadir MOLLA olmuştur. Abdulkadir Molla Bangladeş’in en büyük İslami yapılanmalarından biri olan Cemaat-i İslâmi Partisi’nin genel sekreter yardımcılığı görevini yürütüyordu. 2009 yılında kurulan Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi'nde yargılanan Abdülkadir Molla; Adil yargılama ve savunma hakkı tanınmaksızın gerçekleşen mahkeme sürecinde, gerçeklikten yoksun sözde delillerle önce ömür boyu hapse mahkûm edildi ve ardından kukla hükümetinde müdahalesi ile karar temyiz aşamasında idam hükmüne dönüştürülmüş ve infaz birkaç gün içerisinde uygulanmıştır. Şüphe yok ki, Şehit Abdulkadir Molla tarihe bir not düşmüş, metanetli, vakarlı ve izzetli duruşu ile bizlere gıpta edilecek bir örneklik sergilemiş ve İslam Dünyasına bir büyük yiğit olarak ismini yazdırmıştır.
Bu yargılamalar akıllarımıza, 90 yıl evvel bu ülke tarihinin kara lekelerinden biri olarak tarihe kaydedilen İstiklal Mahkemelerini getirdi. Önce kişinin idamına ve ardından bil ahire savunmasının dinlenmesine şeklinde cereyan eden olaylar maalesef bugün için Bangladeş’te tekrar etmektedir. 
Ortadoğu’da ve Afrika’da olduğu gibi, Asya’da da diktatörlerin devrilmesini isteyen halkların meşru taleplerine karşın, Emperyal güçler ve bölgesel aktörler, kendi planlarını devreye sokarak süreci yanlış zemine çekmeye ve yeniden dizaynedilmek istenen sınırlar ve yeni kukla yönetimler eliyle, bu bölgeleri kontrol altında tutmaya çalışıyorlar. Bangladeş hükümetinin, bütün bir bölgeyi savaş ortamına sürükleyeceğini bilerek, muhalefet parti liderlerini idam etmek istemesi ve Müslümanlara karşı çok ciddi katliamlar yapmasının arkasındaki gerçek sebebte bundan farklı değildir. Siyasi hırsları ve dünyevi makamları uğruna kan akıtan zevata mahkeme-i kübrayı hatırlatıyoruz. Küresel ve bölgesel emperyallerin maşası olanların akıbeti iş bittikten sonra bir kenara atılan mendilden farksız olmayacaktır.
Sonuç olarak bizler halkı Müslüman olan ülke ve bölgelerde oynanan oyunların farkındayız. Bu olaylar başta ABD ve İsrail olmak üzere küresel ve bölgesel emperyalist devletlerin kurgulamış olduğu ve yerli kuklaları eliyle icra edilen olaylardır. Dün olduğu gibi bugünde bu oyunu bozmak adına Müslümanların aralarındaki tali meselelere takılmaksızın yeniden vahdeti inşa edecek argümanlara sarılmaları elzemdir. Aksi halde yanan ateşin evlerimize kadar uzanması kaçınılmaz bir durum olarak karşımızda durmaktadır.
Son söz olarak şehid Abdulkadir MOLLA’nın çağlar boyunca yankılanacak olan son sözlerini tekrar ediyoruz; "Şuçum Allah'tan başkasına kulluk etmemekti... Bize kulluk et dediler... Bende Asın dedim!..." 
Ankra İnanç Özgürlüğü Platformu Adına İHH Ankara Yönetim Kurulu Üyesi Murat EKİNCİ.

Şehit Abdulkadir Molla'nın idamından önce ailesi ile yaptığı görüşmede yaptığı konuşma: 
"Bugüne kadar ben sizin muhafızınızdım. Eğer bu hükümet beni kanunsuz bir biçimde idam edecek olursa bu benim şahadetim olacak. Ve her şeye kadir olan Allah sizin koruyucunuz olacak. O en güzel sahiptir. Bu yüzden sakın endişelenmeyin.
Ben kesinlikle masumum. İslami harekete mensup olduğum için öldürülüyorum. Şehid olarak bu dünyadan ayrılmak herkese ihsan edilmiş bir kader değildir. Yüce Allah bana şehitlik nasip ederse, kendimin en şanslı olduğunu düşünürüm. Şehitlik hayatımın en büyük başarısı olacaktır. Benim kanım İslami hareketi ayağa kaldıracak ve zalimlerin sonunu getirecektir.
Kendim için endişeli değilim. Ben bu milletin ve İslami hareketin akıbeti hakkında endişe duyuyorum. Bilerek herhangi bir hata veya suç işlemedim. İslami hareket için bütün hayatımı feda ettim.
Adaletsizliğe asla boyun eğmedim ve Allahu Teala’nın inayetiyle de asla boyun eğmeyeceğim. Dünyevi hiçbir otorite önünde af ve hayat hakkı aramam söz konusu olamaz. Allah, hayat ve ölüm konusunda karar verecek tek güçtür. Kaderimi, Allah belirleyecektir.
Ben herhangi birinin kararı gereği idam edilmiyorum. Benim şehitlik zamanım Allahu Teala’nın takdiriyledir. O ne buyurursa kabulümdür.
(Ailesine hitaben) sabırlı olun! Allahu Tela’nın rahmeti ve merhameti sabredenlerin üzerinedir. Ahiret mutluluğu bizim asıl arzumuzdur. İnsanlardan şehadetimin kabulü için dua bekliyorum. Bana desteklerinden ötürü de halkımı selamlıyorum."

Sakarya Adalet ve Özgürlükler Platformu’nun 483. hafta basın açıklamasını Eğitim İlke-Sen MYK üyesi Beytullah Önce okudu. Açıklamada 19. Milli Eğitim Şurası’nı değerlendiren Önce, “Şura kararları bağlayıcı değil, tavsiye niteliğindedir. Dolayısıyla şurada alınan kararlar, illa ki bir eğitim politikasına dönüşecek değil. Peki, buna rağmen bu kadar gürültü neden kopmaktadır?  Eğitim şurasıyla kurulan bu sahne, bize eğitimin yalnızca pedagojik bir süreç olmadığını yeniden göstermiştir. Geçmişte de, bugün de eğitim; iktidar sahiplerinin toplum mühendisliği yapmak için başvurdukları en güçlü ve en yaygın araçtır. İşte bu sebeple, şura kararlarını ve bunlara yapılan itirazları, devleti ele geçirmek için yürütülen siyasal savaşın, kültür cephesindeki karşılığı olarak görebiliriz. Bu da bize, daha temelde bir sistem, bir düzen sorunumuz olduğunu göstermektedir.” diyerek, eğitimin ülkedeki genel iktidar mücadelesinin kültürel cephesi olarak değerlendirildiğine dikkat çekti.

Eğitim İlke-Sen MYK üyesi Beytullah Önce, herkesin kendi kimliğiyle, kendi inancıyla, kendi kültürüyle varlığını sürdürebildiği, adil ve özgür bir düzenin kurulması için özgür bir eğitime ihtiyaç duyulduğunu ifade ederek, “Eğitimin özgürleşmesi için atılacak adımlardan ilki, zorunlu eğitim anlayışının terk edilmesidir. Eğitim; öğrenmeyi talep edenle, bilgi ve beceri sahibi öğretici arasında, gönüllülük esasıyla yürümesi gereken bir süreçtir. Ne insan zorla öğrenir, ne bir insana zorla bir şey öğretilebilir. Eğitim-öğretimi ihtiyaç görenler ise buna zaten gönüllü olacaktır. O halde eğitim, devlet zoruyla yaptırılmaktan vazgeçilmelidir. Eğitimin sadece devlet okullarında yapılması gerektiği anlayışı da mutlaka sorgulanmalıdır. Alternatif eğitim kurumlarının oluşması ve gelişmesi engellendiği sürece, tek tip bir eğitim anlayışı sürüp gidecektir. Bunun toplumu ne hale getirdiği ise ortadadır. Farklı eğitim anlayışlarının ve farklı ekollerini başka tür okulların ortaya çıkması için Tevhid-i Tedrisat Kanunu bir engel olmaktan çıkarılmalıdır.” dedi. 

 

Sakarya Adalet ve Özgürlükler Platformu 483. Hafta Basın Açıklaması

Zorunlu Eğitime Hayır!

19. Milli Eğitim Şurası, maalesef eğitimi bir mesele olarak tartışmadan tamamlandı. Geriye karma eğitim, zorunlu Osmanlıca, birinci sınıflara din kültürü dersi gibi teklifler etrafında koparılan gürültüden başka bir şey kalmadı. Böylece şurayı toplayan Milli Eğitim Bakanlığı’nın, eğitim meselesi olmadığı daha iyi anlaşıldı. Tabi bu sonuçta, iktidarın eğitim sahasındaki acentasına dönüşen yetkili sendikanın şurayı şova çevirme çabasının payını da unutmamak lazım.

Öncelikle şunu hatırlatalım: Şura kararları bağlayıcı değil, tavsiye niteliğindedir. Dolayısıyla şurada alınan kararların, illa ki bir eğitim politikasına dönüşecek değil. Hükümetler, bu kararlardan dilediğini hayata geçirebileceği gibi, tam tersini ya da orada alınmayan bir kararı da uygulayabilir. Peki, buna rağmen bu kadar gürültü neden kopmaktadır?

Eğitim şurasıyla kurulan bu sahne, bize eğitimin yalnızca pedagojik bir süreç olmadığını yeniden göstermiştir. Geçmişte de, bugün de eğitim; iktidar sahiplerinin toplum mühendisliği yapmak için başvurdukları en güçlü ve en yaygın araçtır. İşte bu sebeple, şura kararlarını ve bunlara yapılan itirazları, devleti ele geçirmek için yürütülen siyasal savaşın, kültür cephesindeki karşılığı olarak görebiliriz. Bu da bize, daha temelde bir sistem, bir düzen sorunumuz olduğunu göstermektedir.

Bu ülkede devlet, toplumsal bir sözleşmenin, ortak bir yaşam iradesinin, dayanışmanın ve paylaşmanın örgütlenmesi olarak kurulmamıştır. Bilakis; onu ele geçiren bir kadronun şahsileştirdiği iktidarlarının aygıtı olmuştur. Siyaset ise bu devlet aygıtını ele geçirmenin savaşına dönüşmüştür. Devleti ele geçiren herkes, bu gücü, önceki iktidar sahiplerinden intikam almak için kullanmıştır. İşte yıllardır sosyal, siyasal ve kültürel meselelerimizin çözümsüzlüğünde, bu bozuk düzenin büyük bir payı vardır.

 

Devleti ele geçirdiğini düşünenler, bir zaman sonra gücün, iktidarın, hırsın ve intikamın esirine dönüşmektedir. Ve bu esnada, sorunlarımız; çözülmek yerine, yalnızca propaganda unsuru olmaktadır. Geçici hamlelerle günü kurtaranlar da, yalnızca bu kirli iktidar savaşını yürütmenin peşindedir. Buna son verilmesi ise, herkesin kendi kimliğiyle, kendi inancıyla, kendi kültürüyle varlığını sürdürebildiği, adil ve özgür bir düzenin kurulmasıyla mümkündür.

Eğitim, böyle bir geleceğin kurulabilmesi için gereklidir. Bu sebeple, eğitimin özgürleşmesi bizim açımızdan önemli bir meseledir. Eğitimin özgürleşmesi için atılacak adımlardan ilki, zorunlu eğitim anlayışının terk edilmesidir. Eğitim; öğrenmeyi talep edenle, bilgi ve beceri sahibi öğretici arasında, gönüllülük esasıyla yürümesi gereken bir süreçtir. Ne insan zorla öğrenir, ne bir insana zorla bir şey öğretilebilir. Eğitim-öğretimi ihtiyaç görenler ise buna zaten gönüllü olacaktır. O halde eğitim, devlet zoruyla yaptırılmaktan vazgeçilmelidir.

Eğitimin sadece devlet okullarında yapılması gerektiği anlayışı da mutlaka sorgulanmalıdır. Alternatif eğitim kurumlarının oluşması ve gelişmesi engellendiği sürece, tek tip bir eğitim anlayışı sürüp gidecektir. Bunun toplumu ne hale getirdiği ise ortadadır. Farklı eğitim anlayışlarının ve farklı ekollerini başka tür okulların ortaya çıkması için Tevhid-i Tedrisat Kanunu bir engel olmaktan çıkarılmalıdır.

Eğitimin düşünsel altyapısından, felsefesine, ideolojisine, öğretim programlarından yöntem ve tekniklerine ya da fiziki mekân tasarımına kadar her ayrıntıda, devleti tek belirleyici yapan Tevhid-i Tedrisat Kanunu, eğitim sisteminde toplumsal taleplerin karşılık bulmasını engellemektedir. İnsanların kendi inancına, kendi kültürüne uygun olarak, kendi anadilinde eğitim verebilmesi için bu kanun mutlaka kaldırılmalıdır. Aksi takdirde, eğitimde böyle bir baskı süreci işlerken, herhangi bir özgürleşmeden bahsedilemez.

Özgür bir toplum, özgür bir gelecek için eğitime özgürlük! Hemen, şimdi!

Sakarya Adalet ve Özgürlükler Platformu