Abdurrahman Dilipak: Suçlu kim?

Abdurrahman Dilipak: Suçlu kim?

Aslında hiç birimiz masum değildir ve olup biten şeylerin bir çoğunda hepimizin az ya da çok payı vardır.

Ülkemizde, bölgemizde, dünyada olup biten, bütün bu olumsuzlukların sorumlusu kim?

Cevabımız hazır: Şeytan. Bu cevap, geçerli değil. Şeytan’ın varlığı bu işleri yapmamızın gerekçesi değildir. “Her topluluk layık olduğu gibi idare olunur!''
İktidarlar muhalefeti ve toplumu suçlar, toplum iktidarı. Kimse kendi sorumluluğunu kabul etmez. Peygamberler “Masumdur” ama bazıları “İnni küntü minezzalimiyn” diyor ama biz kibrimizden dolayı böyle demeyiz!? Hep ötekileri suçlarız. Gençler yaşlıları, yaşlılar gençleri suçlar, kadınlar erkekleri, erkekler kadınları. Patronlar işçileri suçlar, işçiler patronları.
“Suç, samur kürk olsa da kimse sırtına almak istemez”miş.
Zafer hep üsttekilerindir, yenilgi aşağıdakilerin. Sanki, bütün şartlar olumlu olsa, hep iyi insanlardan oluşacak toplum. Yoo, Firavun sarayında Hz. Musa’lar, Hz. Hâcer’ler, Hz. Asiye’ler de olacak, Peygamber evinde sapıtanlar da. Ararsa insanlar bahane çok. Bugün zengin evlerindeki Teleskoplar ya da internetten indirecekleri gözlem programları var diye herkes Galile filan olmadı.
Aslında hiç birimiz masum değildir ve olup biten şeylerin bir çoğunda hepimizin az ya da çok payı vardır.


Suçlamak isterseniz; din, mezhep, tarikat, etnik kimlik, ideolojik ve politik tercihler hepsi sorun olarak size istediğiniz kadar gerekçe oluşturur. Okulların öğretmen kadrosu iyi değil, müfredat kötü, bu ayrı bir konu da öğrenci, aile ne kadar iyi.
Bu süreçte elbette her iyilik yapan ya da kötülük yapan yaptığı şeyin karşılığını görecekte, bakıyorum kimse Allah’ın varlığını, onun sürece müdahelesini hesaba katmıyor, Bu konuda Hz. İbrahim ve Hz. Yusuf iki güzel misal. Onların önlerinde örnek alacakları kimse yoktu. İnsan endüstriyel bir üretim değil ki, girdileri kontrol edince sonuç öyle olsun. Kaldı ki, İlahi pencereden baktığınızda fıtrata aykırı, haram şeyler yüzünden o şey prespektüsteki faydayı sağlamasının ötesinde zarar da verici olabilir. Hep necasetten söz ediyoruz da Hades’ten taharet’in dünya ve ahiret hayatındaki karşılığını niçin hesaba katmıyoruz.
Hz. Yusuf’u kuyuya atanlar aynı dini, ekonomik, sosyal, siyasal ve gelenek içinde yaşamışlardı. Aynı iklim kuşağında yaşıyorlardı. Kuyuya attıkları kardeşleri en küçüklerinden biri idi. Onu kuyuya atanlar ise uzun süre, peygamber babalarının dizi dibinde, onun tedrisatı altında büyümüşlerdi. Dedeleri İshak AS’de peygamberdi. Büyük dedeleri Hz. İbrahim de. Yoksa Hz. Yakup Pedegoji, Psikoloji, Sosyoloji bilmediği için mi oldu bütün bunlar?
950 yıl yaşadı, gemiye binenlerin sayısı 80 kişi diye rivayet edilir. Bu iş herhalde bir iletişim sorunundan ibaret değil. “İnternetim olsaydı, bir gemi değil, filo bile yetmezdi” de demeyecektir yarın Hz. Nuh!
Şöyle olmasaydı böyle olmazdı ya da bu böyle oldu, onun için şöyle oldu gibi sosyal ve siyasal hadiselerle ilgili akıl yürütmeler çoğu zaman bizi yanıltır. Sahi, babam kız olsaydı ben kim olurdum?
Evet, herşey bir sebeb sonuç ilişkisi içindedir. Allah bir şeyi murat ettiğinde onun sebebini de yaratır. Biz esbaba tevessül ederiz ama sonucu tayin eden Allah’tır. Bu bizim muradımıza uygun da olabilir, olmayabilir. Müslüman bir akıl şöyle düşünür: Bana hayır gibi şeyde Allah şer, şer gibi gelen şeyde Allah hayır murat etmiş olabilir. Sonra da nefsinin arzuladığı şeyi değil, Allah’ın rızasını esas alan bir tercihte bulunur. İşlerin neticesini biz bilmeyiz, Allah bilir. Onun için bir Müslüman, günde 40 kez, “Bize hakkı hak, batılı batıl göster, Hak’da toplanmayı nasib et, bizi nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanların değil” diye dua eder, iş siyasete, ticarete, futbol maçına gelince bu kuralı unutur, o işlere Allah’ı karıştırmak istemez, kendi arzularının gerçekleşmesi için ısrarcı olur.
Herkes, liderinden, örgütünden o kadar emin ki. Zaten kendi kavimleri kavimlerin en üstünü. Sanki doğdukları anne-babayı kendileri seçmiş, doğduğu toprakları kendileri seçmiş sanki Doğdukları zamanı da kendileri seçmedi. Derilerinin rengini ve cinsiyetlerini de insanlar kendileri seçmediler. Bunlar Allah’ın takdiri. Üstünlük takva iledir. Bunların hepsinin içinde her zaman iyiler ve kötüler vardır. Aslında birlik olmaları gerekenler o iyilerdir. Mekke döneminde Hılf'ul Fudul örneğinde olduğu gibi, farklılıklarına rağmen, barış içinde ve hep birlikte haksızlığa zulme ve sömürüye karşı çıkmak esas olmalı idi.

Peygamberimiz veda haccı hutbesinde ne diyordu: (…) "Ashabım! Kimin yanında bir emanet varsa, onu hemen sahibine versin. biliniz ki faizin her çeşidi kaldırılmıştır. Allah böyle hükmetmiştir. İlk kaldırdığım Riba’da amcam Abdulmuttalibin oğlu Abbas'ın Ribasıdır. Lakin ana paranız size aittir. Ne zulmediniz ne de zulme boyun eğiniz. Ashabım! Dikkat ediniz, cahiliyeden kalma bütün adetler kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Cahiliye devrinde güdülen kan davalarda tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Amcam Abdulmuttalibin torunu İlyas bin Rabia’nın kan davasıdır.” (…)

Farkettiniz değil mi, bir yanlışı kendine en yakın insanlardan başlayarak kaldırıyor. Onları gizlemiyor ya da görmezden gelmiyor. Muhtemelen başkaları da vardı ama ötekilerin isimlerini zikretmiyor.
“Kim ne der?” de demiyor. Herkesin bildiği bir yanlışı, herkesin gözü önünde düzeltiyor. Ve ne diyordu Resulullah ayrıca o hutbesinde ırkçılıkla ilgili: (…) "Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. HepinizAdem’in çocuklarısınız. Adem ise topraktandır. Arab’ın Arab olmayana, Arab olmayanın da Arab üzerine üstünlüğü olmadığı gibi kırmızı tenli’nin siyah üzerine siyah’ın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah’tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız Ondan en çok korkanınızdır. Azası kesik siyahi bir köle başınıza amir olarak tayin edilse sizi Allah'ın kitabı ile idare ederse onu dinleyiniz ve itaat ediniz.(…)
Sahi, bu durumda suçlu kim?
Sanırım hepimiz suçluyuz, onun içinde kendimizi ve başkalarını aklamaya, sınır tanımayan övgülerle birilerini kutsamaya gerek yok.
Biz hepimiz suçluyuz. Az ya da çok, bu böyle. Onun için çok tevbe etmeliyiz.
Hz. Ömer’in dediği gibi; “ben Hattab b. Ömer hata yaptığımda, yanımda olup bunu görmeyen ve bu konuda beni uyarmayan benden uzak dursun. Çünkü onda hayır yoktur. O beni uyarır da, ben o uyarıyı dikkate alıp gerçeği araştırıp, üzerinde düşünmeden yoluma devam edersem, o kişi yine benden uzak dursun, çünkü bende hayır yoktur.”
Selam ve dua ile.