Abdurrahman Dilipak  : Siyasetname...

Abdurrahman Dilipak : Siyasetname...

Yeni Akit’ten ayrılmasının ardından Habervakti’nde köşe yazmaya başlayan Abdurrahman Dilipak Mahir Ünal'ın istiafasını değerlendirdi.


Siz siyasetle ve siyasetçilerle ilgilenmezseniz, onlar sizin ilginiz ve bilginiz dışında sizinle ilgilenmeye devam edeceklerdir. Ve siyasi bir tercihte bulunmuyorsanız, en kötüsüne razısınız demektir. O zaman da siyaset, kendi kendini yönetemeyen, aralarında adalet, barış ve hürriyeti sağlayacak bir düzen oluşturamayan kalabalıklara Allah’ın cezasına dönüşebilir. Eğer toplumda namuslu insanlar namussuzlardan daha akıllı, dürüst ve cesur değilseler vay onların haline.

İnsanların çoğunluğunun akıllı, dürüst ve cesur olması beklenmez. Ama toplumun çoğunluğu, azınlık da olsa, adil, dürüst ve cesur bir topluluğa iktidar imkanı sağlıyor ve kurallara uymayı kabul ediyorsa, orada, herkesin inandığı gibi yaşadığı, düşündüğünü özgürce ifade edebildiği, insanların mallarının, canlarının, namuslarının ve nesillerinin güvende olduğu, kararların istişare ve şura ile alındığı, görevlendirmelerin ehliyet ve liyakat esası üzerinde gerçekleştirildiği adil bir yönetim kurulabilir. Yöneticiler adil oldukları kadar şeffaf da olmalı. Bir de, yöneticilerin boyu, halkın ellerinin kendi kulaklarına ulaşacağı mesafede olmalı ki, seslerini duyurabilsinler ve icabında halk adına alimler ve ak sakallıların onların kulaklarını çekebilsin. Müstekbir yönetim o ülke halkı için bir felakettir. Aciz bir yönetim de toplumun sırtına bir kamburdur. Devletten beklenen işlerin hiçbiri gerçekleşmez ve acziyeti, yokluğundan büyük bir belaya dönüşür. Devletin yokluğu bu anlamda bir bela, acziyet ve meşruiyet sorunu yaşayan devlet iki beladır. Bir devlette adalet mekanizması çökmüşse tuz kokmuş demektir. Adalet yoksa zulüm vardır. Çünkü zulüm, adaletin yokluğudur. Ondan sonra herşey mümkündür. O zaman Müstekbir yöneticiler mustaz’af halkı ezdikçe ezerler. Sonra halk birbirine düşer, Müstekbirler de birbirine düşer. Bu işler her zaman, her yerde, hep böyledir. Nedense bizde siyasete merak salanlar ne siyasetname okurlar, ne Fütüvvetname, ne Emanname, ne Pendname, ne hatırat ve ne de vasiyetname okurlar. Oysa bizden önce yaşayanların başına gelen felaketlerden ders almak ve başarılı olanların başarılarından kendimiz için dersler çıkartmak için bunları okumamız gerek. Ama bunlar artık Fakültelerde bile okutulmuyor.


Siyasetçiler “hayal taciri” oldular. Sürekli söz veriyorlar ve vaadlerde bulunuyorlar. Hep dünyevi işler peşindeler. Vaadleri de onlarla ilgili. Hep şeyhlerini kutsayan müritler gibi liderlerini yücelterek onun gölgesinde kendilerine yer bulmaya çalışıyor bazıları. Sakın siz aklınızı kiraya vermeyin. Din ve devlet büyüklerinizi İlah ve Rab edinmeyin. Onları putlaştırmayın. Onları İdol edinmeyin. Hem kendinize, hem de onlara yazık edersiniz.
"Yeryüzünde bulunanların çoğu, kendilerine uyarsan, seni Allah yolundan saptırırlar. Çünkü onlar zandan başka bir şeye tâbi olmuyorlar ve temelsiz bir tahminden başka bir şeye de dayanmıyorlar." (En'âm 116). Bana kalırsa siyasetin en büyük açmazı bu. Herkesin oyunu almak zorundasınız. Ama çoğunluk genel anlamda hem yeteri kadar dürüst hem yeteri kadar akıllı ve ahlaklı, yeteri kadarda cesur değil. O zaman bu piyasadan sağlam, eli yüzü düzgün zor adam çıkar.

Ayet öyle demiyor mu idi, “İnsanların çoğu hüsrandadır, iman edenler, iyi işler yapanlar (Amel-i salih olanlar), sabredenler ve sabrı tavsiye edenler müstesna.” Hal böyle iken, Aziz Nesin’e niye kızdınız ki? Adam sonunda, önce söylediği “Bu insanların yarısı işe yaramaz” dedi. “Nasıl böyle bir şey dersin?” deyince de “tamam dediğiniz gibi olsun, haklısınız, bu insanların yarısı işe yarar!” dedi. İronik bir cevapla paçayı kurtardı. İlle de çoğunluğun oyunu alacağım diyeceksiniz, herkesin gönlünü razı etmeniz gerek ve bu esasen mümkün değil. O zaman yalan söyleyeceksiniz. Ya azınlığın oyu ile iktidar olacaksınız o da ancak çok akıllı, dürüst ve cesur, adil, emin olursanız bir de insanlar sizler için bunlar bilirler ve yalan söylemezler, söz verdiklerinde sözlerinde dururlar derse. Bu da genel olarak seçicilerin seçtiği, halkında dürüst insanlara bu anlamda hakem olarak yetki vermesi ile mümkün. Yoksa işte, son KPSS sınavındaki yarayı bile saramazsınız. İptal ettiğiniz sınavın iptaline sebeb olanları hesaba çekemezsiniz. Hereksin gönlünü yapayım derken, biri affını ister, yerine daha önce affını isteyen bir bayanı getirirsiniz. Ama onu da kimse tebrik bile etmez. Yazık değil mi bu partiye, bu atamayı yapana, atanan kişiye.

“Bayan” dedim diye kimse kızmasın, “Bayan” “Bayıltan” gibi bir anlama geliyor diye karşı çıkanlar var. “Bayar”a bu soyadı kim verdi? “Celal Bayar” derken, “Bayar” “baygınlık geçirtir” anlamına geliyorsa, “Bay” da “bayılt” emri olmuyor mu o zaman? “Bayan”a “kadın” diyeceksek, Bay’a ne diyeceğiz? “Bay Kemal'' derken Erdoğan ne demek istemiş oluyor bu durumda. Amaan canım bana ne! TDK düşünsün bundan sonrasını. Ah Agob bey ah, dilimizi açayım derken kilitledin. Özür, “Bey'' demek yasalara göre suçtu değil mi? Ama o zaman Cumhurbaşkanına “Bey-efendi” derken iki kez mi suç işlemi oluyoruz şimdi! Çünkü “Beyefendi” demek de suç! Sahi şu KPSS’lilerin oyuna talip olan kimse yok mu? Asıl bu tür tartışmalar bayıyor insanı. Bunları çağırıp dinleyecek, dertlerine derman olacak. Yazık yahu. Anasını ağlatmayın bu insanların. Almayın mazlumun ahını, sonra o ah çıkar aheste aheste. Ateş düştüğü yeri yakıyor.
Bizde siyaset’in etimolojisi çok güzel değil. Siyaset etmek, siyaset meydanı, siyaset gömleği gibi kavramlar adam öldürmek, adam asılan yer, idam gömleği gibi anlamlara gelir. Politik, Polis, Politika, daha temiz aslında etimolojik açıdan. “Polis'' Şehir yönetimi, güvenliği, asayişi, farklı dini, etnik, ideolojik politik toplulukların bir arada yaşamasını sağlayan şehir düzeni, hukuk düzeni anlamına gelir. “Konstantina Polis” derken de böyle. Polis=Şehir anlamına gelir. Bu da eşittir Medine. Medeniyette bu kökten gelir. “Medeni”nin karşı anlamı “bedevi”dir. Yani tek tip, yerleşik olmayan anlamına gelir. Burada aslolan adalet temelli bir barış düzenidir. Burada insanların aklı ile vicdanları barışık olduğu için insan insanla barışıktır. Ve bu iki barış insanı tabiatla barışmaya mecbur bırakır. Bu 3 barış insanı Allah'la barışa götürür. Biz buna “Maslahat” diyoruz. Ama gel gör ki, “idare-i maslahat” “işi kitabına uydurma” anlamına gelen bir çarpıtma sözkonusu bugün. Gelin biz işi sulh edelim. Çünkü “Barış daha iyidir.”

Selam ve dua ile.