Abdurrahman Dilipak: Ölüm Asude Bir Bahar Ülkesidir

Abdurrahman Dilipak: Ölüm Asude Bir Bahar Ülkesidir

Habervakti.com yazarı Abdurrahman Dilipak'ın yazısını iktibas ediyoruz

Abdurrahman Dilipak: Ölüm Asude Bir Bahar Ülkesidir /Habervakti.com

Bugün günlerden Cuma. Biz, “laikçilerin şerrinden kurtulalım” derken, “Sekülarizm bataklığı”na saplandık. Peygamberimiz “bataklık güllerinden hazer edinin / kaçının” diye uyarmıştı ama biz dünya hayatının rengine, kokusuna, süsüne kanıp, dünya hayatını bir oyun ve eğlence zannettik. Sonra oyuncağı elinden alınan çocuklar gibi huysuzlanıyoruz. Halimiz ortada. Meğer onları ne kadar kıskanıyormuşuz, yoksa bu kadar kısa sürede onlara nasıl bu kadar benzeyebilirdik ki! Onlar da oyuncağı elinden alınmış çocuklar gibi huysuzluk ediyorlar tabi.

Ben bugün “ağzımızın tadını kaçıran”, “en büyük ibret dersi“ olan “asudebir bahar ülkesi” olan “ölüm”den söz etmek istiyorum. “Ölümsüzlüğü tadanlar”a ölüm ne yapabilir ki!

“Ölüm en büyük ibret dersidir.”
Bilen bilir: Her nefis ölümü tadıcıdır. Ölüm gününü düğün günü, bayram gününü sayan tek inanç topluluğuyuz. Herkes doğum gününü kutlar, bizde ölüm günü de kutlanır gelenekte. Ölüm bizim için bir bahar ülkesidir. Allah'a kavuşma, Dünya sürgününün sona ermesi, Cennete yolculuktur. Ölümlü dünyadan ölümsüzlüğe açılan bir kapıdır. Biliyor olmalısınız; Şeb-i Arus, “Düğün Gecesi” demektir. Mevlânâ Celaleddin-i Rumi'nin öldüğü gece. Rabb'ine, kavuşma gecesi olarak kutlanır.

Kimilerini, Mal, makam, para, evlat ve akraba çokluğu ile övünmek öyle aldatıp oyaladı ki, gaflet içinde yaşayıp giderken, ölüm gelip çatınca, ‘Ah, keşke ölüm her şeyi bitirmiş olsaydı!’ demeleri ya da tevbe etmelerinin, günah içinde yaşamış olanlar için bir faydası olmayacak. Çaldıklarından bir kısmını insanları kandırmak için güya hayır işlerinde harcayanların yaptıklarının da bir faydası olmayacak.

Harama sapanlar, mal, makamla, şöhretle sarhoş olanlar ölümü hatırlamak istemezler, çünkü ölüm ağızların tadını kaçırır, yüreklerine korku salar. Bir takım dini bakımdan ünlenmiş kişilerin dostluğunu kazanarak öteki dünyada onların şahidlikleri ve korumalarının kendini kurtaracağını zannederler. Bu dünyada yapageldikleri gibi, öbür dünyada adamını bulup işlerini görmeyi hayal ederler. O hayalleri, Şeytanlarının onlara aldatmak için uydurduğu tesellisinden başka bir şey değildir.


“Mevt, Mevta, Meyyit, Vefat” ölümle ilgili kavramlardır. Bizim geleneğimizde insan nefes alıp vererek yaşamaz. Nefes alıp verirken aslında sayılı nefeslerimizi tüketiriz. Yani bizim “Hayat” dediğimiz şey aslında, ölüme doğru bir yürüyüştür. Bizim ölümsüzlük dünyasında ölümlü bir dünyaya sayılı nefesle gönderildik. Bu dünyada son nefesi verdikten sonra geldiğimiz ölümsüzlük dünyasına geri döndürüleceğiz.

Bu dönüş kimi evrelerde kitlesel ölümler şeklinde olmaktadır. Ad, Semud kavmi, Hz. Nuh ve Hz. Lud kavmi gibi, Firavun’ların, Nemrut’ları, Belam’ların halkı gibi kitlesel ölümler de yaşanmaktadır. Korkarım biz öyle bir zamana doğru gidiyoruz. Zaten “kıyamet”, yani tarihin sonu, Melheme-i Kübra ve batılıların Armagedon dedikleri bir savaşla olmayacak mı?


GlobalReset, Niburi / Tarık, Şira, Mehdi-Mesih, Yecüc-Mecüc / Gog-Magog tartışmaları, Emanet sandığı, Tapınağın inşası, Tanrıyı kıyamete zorlamak, medeniyetler arası çatışma, MetaVerse, 5G, mRNA, NeuraLink, StarLink gibi kavramlar, aslında kitlesel ölümlerle sonuçlanacak muhtemel olayları, Kıyamete giden süreci konuşurken kullanılan kavramlar. Bugün yaşadığımız bir çok sorunun kaynağında da bu senaryo var, fakat, bu konuda bizim kendi inancımızla ilgili konularda bir hassasiyet yok. Ülkemizin yönetici kadroları, Media’sı, akademisi, uluslararası sistemin peşine takılmış gidiyor. Mevzi, bazı iktisadi, teknik kazanımlarla oyalanılıyor. Gidişat iyi değil. Gelecek günlerin muhtemel risklerine karşı toplumsal anlamda dinamiklerimiz berhava ediliyor. İktidar-Muhalefet, Sivil toplum, Media mefluç durumda. Maarif bitti, aile dağılıyor. Dini yapılar çöküyor. Bu böyle gidemez.


Hayali gündemler ve hayali çözüm önerileri ile, birbirimizin çarkına çomak sokmakla meşgul bir siyaset..

Biliyor musunuz, “Vefat etmek” ne demek? Bu “vefa” ile eş anlamlı. Hadi “ahde vefa” dediğimiz bir şey var. Neydi o ahid. O GaluBela zamanı ile ilgili bir söz. Peygamberler bize “elestü bezmi”ndeki o ahid’i hatırlatırlar. Bizim için o ahde vefa gerekir. Allah'a verdiği sözü tutmayanlar, kula verdikleri sözde mi duracaklar! “Vefat” “Vefa” ile bağlantılı olarak etimolojik anlamda "sözünü tuttu, borcunu ödedi, görevini yerine getirdi" fiilinin masdarıdır. Bize geçici bir süre için dünyada ikamet sözü verildi. Bu dünya kirasının kontratı bitince geri geldiğimiz yere dönüp, dünya hayatının hesabını vereceğiz. Dünyaya giderkenki şartlar da belli, dünyadan dönüşte yapıp yapmamız gerekirken yapmadıklarımız da.


Ölüm, doğumun karşı maddesidir. Herşey zıddı ile kaimdir. Gece olmadan gündüzü nasıl anlayacaktık. Def-i mazarrat celb-i menafiden evladır bunun da yolu, kalkıp bir mum yakmaktır. Çünkü karanlık aydınlığın yokluğudur. Kötülüğü iyilikle defetmek gerekir. Yoksa kötülüğün varlık sebebleri var olmaya devam edecekse, iyilik gelmedikçe kötülük yok olmayacaktır. Onun için Konfüçyüs, “Karanlığa küfretmeyi bırak da kalk bir mum yak” der. Ayette ne deniyor: “Hak geldi, batıl zail oldu, zaten batıl yokolmaya mahkumdur.” Burada denen şu: Işık geldi, karanlık yokoldu, zaten karanlığın ömrü ışık gelene kadardır. Yani, kafamız bilginin, kalbimiz imanın nurunu yayana kadar, biz bu karanlıklar vadisinde şaşkın şaşkın dolaşmaya devam edecek hep bize yolumuzu gösteren birinin gelmesini bekleyeceğiz. Eğer biz aklımızı başımıza toplamaz, kendi meşalemizi tutuşturmaz isek, korkarım kurtarıcı kılığında gelen büyük ihtimalle Şeytan ya da onun dostlarından biri olacaktır ve bizi “Allah’la aldatma”ya devam edecektir.

Sahi, bize neden “ölmeden önce ölünüz” dendi. Aslında bu dünya makam - mevki, mal-mülk, şan ve şerefinden bağlarımızı koparmaya bir çağrıdır. Bunlara sahip olmak değil sorun, bunları (Mal, can, sevip değer verdiğimiz herşeyi, gerektiğinde) Allah yolunca harcayıp feda edebilecek misiniz?
Allah’ın bunlara ihtiyacı yok ve zaten fedayı göze aldığımız herşeyi, kat kat fazlası ile bize ikram edecek olan, mülkün sahibi de kendisidir. Onları meşru şekilde kazanıp, meşru yollarla harcayıp, insanlara onu ikram edebilecek miyiz?
Değil mi ki, Allah bizim ellerimizle zalimleri cezalandırmak ve mazlumlara yardım etmek istemektedir.
Bilin ki, bu dünyada ihtirasla istediğimiz her şey bir imtihana dönecektir. Belki de dua ile istenen bir bela olacaktır. Biz Allah'tan hayırlı olanı isteyelim. Şüphesiz ki o her şeyin en iyisini, güzelini, doğrusunu bilmektedir ve o hüküm sahibidir. Bu siyasette de, iktisatta da, toplum hayatında da böyledir.

Selam ve dua ile.