Abdurrahman Dilipak: Ala külli hal: Elhamdülillah/Habervakti.com
Evet, her şey birbirine çok fazla karıştı.
İnsanlar kime güveneceklerini şaşırdılar.
Bu sürecin toplum, özellikle gençlik üzerindeki tahribatı çok yıkıcı olacak.
Bu işlere bulaşanlar o kadar çok ki, suçlular içinde ayrı bir yıkım söz konusu, makamlarını, paralarını, itibarlarını kaybedecekler. Ve dün herkesle kucaklaşırken bundan sonra arayan soran olmayacak.
Güvendikleri kişilerin öteki yüzleri görmenin toplumda sebep olacağı hayal kırıklığı da çok büyük olacak. Türkiye kendi içinde çok fazla bölündü, rekabet çatışmaya dönüşme riski taşıyor. Taraflar birbirine karşı husumet beslemeye başladı. Dini, etnik, ideolojik, politik, felsefi, vicdani; her çeşit kamplaşma söz konusu. Herkes birbirinden korkuyor. Bunlar hiç biri de kendi içinde birleşik bir cephe oluşturamıyor. Yani atomize olmuş durumdalar.
Peki bu ahval ve şerait altında biz ne yapalım? Bir Müslüman günde ortalama 40 rekat namaz kılar. Bunun anlamı şu: Günde 40 kez “Elhamdülillahi Rabbül alemin” diye başlayarak Fatiha okur. Sonra tesbihatla 5 vakit namazdan sonra, her vakitte 33 kez “Elhamdülillah” diye tesbih çeker. 165 kez de bu şekilde “Elhamdülillah” der. Yani Bismillah diye bir şey yiyip içince de, sonunda “Elhamdülillah” der. Yaklaşık değişik vesilelerle 225 kez Elhamdülillah der bir Müslüman. “Ala Külli hal” Arabça bir tanımlama. "Her hâlde, her durumda, ne olursa olsun, kesinlikle, her ne şekilde olursa olsun, mutlaka, illaki” demek, yani deprem olsa, eviniz yıkılsa, yakınlarınızı kaybetseniz. De yine “Elhamdülillah” diyeceksiniz. Veren de o, alan da! Hz. Eyyüb bu konuda bizim için güzel bir örnektir. Zamanının en zengin kişisi idi, sonra en yoksul kişisi oldu, ardından çocuklarını kaybetti, o sabırla direndi ve Rabbine her halükârda şükreden, hamd eden, olanlar karşısında sabırla direnen bir kul idi.
Ne kadar çok şikayet ediyoruz, ne kadar çok şey istiyoruz?
Hani bir şikayetimiz varsa, o konuyu çözmek için sorumluluk da kuşanmıyoruz.
Allah adına o işi çözmek yerine bahane, mazeret üretiyoruz.
Allah’ın bizden bir şeyler yapmamızı istiyor, mesela yoksullara yardım edin diyor, Yurtlarından çıkartılanlara, zulme uğrayanlara Gazze’ye yardım edin diyor, biz de Allah’a, bunları kendinin yapmasını istiyoruz. İsrailoğulları da Hz. Musa’ya Cihada çağrıldıklarında “Sen ve Rabbin yetersiniz, bizi niye böyle bir zor göreve davet ediyorsunuz ki”, diyorlardı. Bizim de Allah'tan bir şey isterken dikkatli olmamız gerek..
Yoksa, ben savaşsam, yardım etsem de aslında her halukarda sonunda onu yapacak olan yine Allah’tır.
Mülk de O’nundur. Her şey Onun iradesine bağlıdır.. O’nun bizden istedikleri bizim için bir imtihan vesilesidir. Şunu bilelim ki, Allah’ın yardımı, sabreden, şükreden ve direnenlerle beraberdir. Allah bizim ellerimizle zalimleri cezalandırmak ve mazlumlara yardım etmek istemektedir.
Biz çalarak, alarak zenginleşen değil, vererek, ikram ederek, Allah’ın ikramı ile zenginleşen, yücelen bir medeniyetin çocuklarıyız. İnancımıza göre, Zekat ve Sadaka malı eksiltmez, artırır, bereketlendirir.
Zalim bir yönetim altında yaşarken de biz aynı Fatiha’yı okuruz, adil yönetim altında yaşarken de..
Biz eğer “Allah’ın rızasının tecellisinin vesilesi” olursak, Allah cc bizim ellerimizle o zalimleri cezalandıracak ve mazlumlara yardım edecektir. Bu da büyük bir fırsat ve şereftir. Bütün olanlar bir imtihan vesilesidir. Sabreden, şükreden ve direnenlerden olacağız. Zalimler karşısında sessiz kalmak, boyun eğmek yok. Bu yaparken de sabır, sabır, sabır. Ve merhametimiz gazabımızdan, sevgimiz nefretimizden büyük olacak?
Bir kişi ya da topluluğa, bir halka olan düşmanlığımız bile bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmeyecek, muhatabımız Firavun da olsa, ona güzel söz ve 'hikmet’le Hakka davet edeceğiz. Böyle davranmasaydık, Hz. Hamza’nın katili Vahşi nasıl Müslümanlar arasında dolaşabilirdi. En fazla Sahabe katleden Halid b. Velid nasıl İslam ordularının komutanı olabilirdi.
Fatiha için “Ümmül Kitap” da denir. O
bir başlangıç, bir açıştır.
Söz olarak onu okusak da bugün mana olarak ondan çok uzaklarda yaşıyoruz toplum ve yönetim olarak. Hale baksanıza, iktidarı ve muhalefeti, Cemaati aynı çamur deryasında debelenip duruyoruz. Gazze’de neler oluyor, bizim gündemimiz ne?
Onun için Kur’an bizlere “yeniden iman etmek”ten bahseder, “Mümin olduk demeyin, Müslim olduk deyin” der. Müslümanların çoğu bu uyarının bile farkında değil. “İman ettim” dediği şeyin anlamını ve kendinden isteneni bilmez. Bilmediğini de bilmez, öte yandan da övünüp dövünürken, kendini merkeze alarak mangalda kül bırakmaz. Sahi “iman ettik demekle yakamızın bırakılıvermeyeceğini” biliyoruz değil mi? Ya da Başınıza çaput bağladığınız çaput, markası ne olursa olsun (Eğer o başınıza örttüğünüzün anlamına ihanet ediyor, edep, iffet ve irfandan yoksunsanız), yine aynı şekilde İslam ahlakı ile ahlaklanmadan Hacca gidip, dönüp hayatınıza ve işlerinize kaldığınız yerden devam ediyorsanız, günahlarınızın silinivereceğini zannetmeyin. Şeytan sizi Allah’ın (cc) sizi bağışlayacağı yalanı ile aldatmasın. Bu işler Allah’ın (cc) gazabı’nı artırmaktan başka bir işe yaramaz.
İsterseniz, şimdi oturup Fatiha’nın manasını, üzerinde düşünerek yeniden okuyun bakalım “Alemlerin Rabbi” size ne diyor. O rahman ve rahimdir. Bağışlanma kapısı hep açıktık, tabii o zaman size bir Ömer, bir Halid imanı gerek. Yalnız ondan yarım isteyecek ve yalnız ona sığınacaksınız, liderlerinize, örgütünüze, Şeyhinize değil. Elbette onlarla istişare, şura yapacak, yardımlaşacağız da, onlara güvenerek bir işe girişmeyin, bir yola çıkmayın. “Allah’a dayanın say’e sarılın, hikmet’e ram olun”. Akif’in dediği gibi “yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol”.
Hep şunu ise bizi sırat-ı müstakime / doğru yola ilet, bizi nimet verdiklerinin yoluna, gazaba uğrayanların değil. Evet Allah’tan (cc) bize Hakkı Hak, batılı batıl göstermesini isteyeceğiz. Çünkü bize hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde Allah hayır murat etmiş olabilir. Biz bilmeyiz, Allah bilir!.
Türkiye üzerinde herkesin bir planı var ve herkes Türkiye’nin geleceğinde söz sahibi olmak için çok ciddi bir şekilde çalışıyor. İsrail, ABD, AB, ABD, Rusya kendi geleceği ile ilgili konularda karar verirken Türkiye faktörünü göz önünde bulundurmadan edemiyor. Tabii bunlar arasında Sykes-Picot ve Belfaur Deklerasyonunun arkasındaki ülke. İngiltere’nin ayrı bir yeri var. İmparatorluğun yıkılması ve Kemalist Cumhuriyetin kurulması, İsrail diye bir haydut devletin kurulmasının arkasında hep İngiltere var.
Pax Biritannica bugün yeni senaryolarını hayata geçirmek için hazırlıklar yapıyor. Chathan House’de bu konuda arkası arkasına “Yuvarlak masa toplantıları” yapıldığı haberleri geliyor.
City of London’ın LIBOR ve küresel sermaye akışındaki rolü son derece önemli. Off-Shore’lerdeki çalınmış, kayıt dışı, kirli ve kanlı kara paralar, “vergi cenneti” denilen yerlere sermayenin cehennemi olan adrese gidiyor. Türkiye’den ayrılmaya hazırlananlar kara para sahibleri için de ilk akla gelen adres olarak buralar öne çıkıyor.. Görünen o ki İngiliz derin devleti, istihbaratı sadece bilgi toplamak için değil, sosyal mühendislik yapmak için de devrede. Mesele sadece para değil yani. Ankara’nın bu anlamda kurlar sofrasında “Great Game / büyük oyuna” hazır olması gerekir.
MOSSAD da önemli CIA da, BND de tabii, ama İngiltere çok daha farklı. İngiliz istihbaratı Hedef ülkenin en kritik kurumlarına (ordu, akademi, bürokrasi, media) sızmak yerine; o kurumları yönetecek kişileri bizzat İngiltere'de eğitip geri göndermek için hazırlıklarına çok önceden başlar.
Tony Blair'in kurduğu Tony Blair Institute for Global Change (TBI) ile bugün 30'dan fazla ülkenin hükümetine doğrudan "danışmanlık" hizmeti veriyor. TBI, gelişmekte olan ülkelere ("dijital kimlik" ve "sağlık verilerinin dijitalleşmesi" projelerini pazarlıyor. Bu, o ülkelerin tüm vatandaşlık verilerinin İngiliz menşeli teknoloji devlerinin (Oracle gibi) eline geçmesi demektir. Larry Ellison gibi teknoloji devleri ve Körfez sermayesi bu vakfın ana damarlarıdır.
BBC ve Reuters gibi kurumlar "tarafsızlık" maskesi altında küresel bir standart belirler. Bir liderin "diktatör" mü yoksa "demokrasi savaşçısı" mı olduğu, Londra'daki bu editör masalarında belirlenir.
Bakın, onların bu planları say say bitmez. Onların bir planı varsa, Allah’ın da bir hükmü var. Galib olacak olan Allah’ın hükmü’dür. “La galibe illallah”. Allah’ın rahmeti ile hayatımıza tecelli etmesi için bizim de esbabına tevessül etmemiz gerek. Bunun da başı tevbe ve istiğfardır ve, kendimizi değiştirmektir. Biz kendimizi, halimizi, ilişkilerimizi değiştirmeden Allah (cc) bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecektir.
Unutmayalım ki, hayır da, şer de, Şeytan da Allah’ın iradesi içindedir. Allah’ın muttaki kullarına Şeytan bir zarar veremez. Ve bazı durumlarda bize hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde hayır murat etmiş olabilir. Biz bilmeyiz Allah bilir. “Allah’ın ipi”ne tutunursak, onları kurdukları tuzakları onların başına geçirir ve oradan bize bir çıkış yolu gösterir. Bakarsınız “Hak şerleri hayreylemiş”.
Görünen o ki, 2026 çok kolay geçmeyecek, ülkemizde, bölgemizde ve dünyada kıtlık, kuraklık, terör, kaos, karmaşa, deprem, yangınlar, patlamalar kazalar, sosyal olaylar, ekonomik, sosyal, askeri, siyasi, diplomatik krizler yaşanacak. Tabii geleceği yalnız Allah bilir.
Mevcut durumda, siyaset, bürokrasi, sermaye sahipleri, ümera, ülema, kalemiye, seyfiye takımı, bir türlü kendi sorumluluğunu kabul etmek istemiyor. Herkes sürekli ötekileri suçluyor, kimse “biz cahillerden zalimlerden olduk” demiyor.
Birilerinin hain planları, toplumun cahilliği, zulmü, adaletsizliği fuhuş, kumar, uyuşturucu, her sokağa taşan her türlü ahlaksızlık, İlahi gazaba kapı aralar gibi gözüküyor. Bazı şeyler için çok geç kaldık da belki Yunus aleyhisselamın kavmi gibi son gün kurtulanlardan oluruz.
Selam ve dua ile.