Abdurrahman Dilipak: Adil devlet, Haydut devlet, Oyuncak devlet!

Habervakti.com yazarı Abdurrahman Dilipak'ın yazısını iktibas ediyoruz

Abdurrahman Dilipak/ Adil devlet, Haydut devlet, Oyuncak devlet!/Habervakti.com

Bize devletlerin türlerini rejimleri ile, büyüklüklerini toprak, nüfus ve ekonomisi ile sınıflandırarak anlattılar. 1648’den beri de “ulus devlet” safsatası ile oyalanıyoruz. Oysa devletin varlık ve meşruiyetinin temeli adalet değilse, gerisinin pek bir anlamı ve değeri yoktur. Adalet yoksa barış da yok, adalet ve barış yoksa hiçbir özgürlüğün değeri yoktur.

Kategorik olarak devletler, Üniter devlet, Birleşik devlet, Monarşik (Mutlak ve Meşruiti) devlet, Cumhuriyet, Demokratik Devlet, Otoriter / Totaliter devlet, Laik devlet, Teokratik devlet diye kategorize edilir. Hatırlayın, İsrailoğulları’nın ön gelenleri, Tanrı / Kral Goliath’a karşı savaşmak için İşaya peygambere gelirler ve ondan kendilerine böyle bir orduya komuta edecek, ya mucizeler gösterecek peygamberler soyundan birini, ya da savaşın bütün ayrıntılarını bilen, tecrübe sahibi kurmay birini bize söyle dediler. Bir gün sonra onlara, “içlerinden biri” olan Talud’u işaret etti. Ama o ne mucizeler gösterecek Peygamberlerle bir soy bağı vardı, ne de kurmaydı! Bilgili, dürüst ve cesur biri idi, ehliyet ve liyakat içinse bu yeterli idi.

Yine hatırlayın, Hz. Ömer Halid bin Velid’i niye azletmişti. Müslümanlar zaferi neredeyse Allah’tan değil, Halid b. Velid’den bekliyor olacaklardı değil mi? Bizim bu günkü aklımızla, Halid’in geçmişine bakarak biz onu İslam ordularına komutan seçmezdik, seçtiyseniz de hiç yenilgi almayan, her savaştan zaferle dönen bir komutanı görevden azletmezdiniz. Siz partinize nasıl bir genel başkan, Holdinginize nasıl bir yönetici, STK’larınıza, Sendikalarımıza, odalarınızı yönetsin diye nasıl birini arıyorsunuz?

Peygamberler ve Krallar tarih boyunca hep savaş halindeydiler. Son 1000 yıla bakın. Hep peygamberler mi kazandı. Manevi anlamda evet kaybeden peygamber yoktur, ama maddi anlamda birçok peygamber “başarılı” değildi. Hz. Nuh, Hz. Lut, Hz. İsa, Hz. Zekeriya, Hz. Yahya. Sonuçta ya Allah bizleri mallarımız, canlarımız ve sevdiklerimizle kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek imtihan etmektedir, savaşın sonucunu belirleyen komutanın devlet adamının zekâsı ya da Kılıcı’nın keskinliği değil, toplumun liyakatidir.

Bizim her halükârda ve her ahvalde iyi bir komutana sahip olmamız ve kılıcımızın keskin olması ve daha önce de o kılıcı elinde tutanın terazisinin adaletten ve istikametten sapmaması gerekir.

Adil bir devlet, sadece kendi yönetimi altında olanlar için değil, komşuları, iyi ilişkiler kurduğu devletler ve kendine ihtiyaç duyan ülkeler ve halklar için de rahmet vesilesidir. Adil devlet, Allah’ın rızasının tecellisinin vesilesi olan devlettir. Allah (cc) onlar eliyle zalimleri cezalandırmak ve mazlumlara yardım etmek ister.

Haydut devlet, zalim devlet İlahlık ve Rablik taslayan devlettir. İnsanın temel hak ve hürriyetlerine müdahale eden devlettir. Öyle bir devlet zalim devlettir. “Zulüm nedir?” derseniz, “zulüm, adaletin yokluğudur!”. Adil devlet, kendi ırkı ya da dininden olsun ya da olmasın, kendi tebaasından birinin kendi ülkesinde ya da başka ülkede birinin malına, canına, namusuna, aklına, inancına ve nesline yönelik bir tehdit oluşturmuşsa, zarar vermişse onu cezalandıran devlettir. O devletin adının ne olduğu önemli değil kral soyundan mı geldiği önemli değil. Önemli olan adil, akıllı, dürüst, bilgili ve cesur olmasıdır.

Soy bağı ile iktidara gelip, iktidarını korumak için kardeşlerini katleden krallar yok mu? “Mahkemeyi kadıya mülk sayanlar” makamlarını sürekli kılmak için tarih boyunca ne zulümler irtikâp ettiler. Oysa yönetim, velayet değil, vekalet müessesidir. Geçicidir. Aslında insanların nasıl bir kaderi varsa, devletlerin de bir kaderi var. Biri geldi, biri gitti diğer bu Kader değişmez. Kader planında, Allah servet ve iktidarı Allah (cc) ülkeler ve halklar arasında evirip çevirmektedir.

Bugünkü devletlerin çoğu oyuncak devletlerdir. Devleti yönetenleri zaafları ya devlet içindeki kurumların eline geçer (Mesela Silahlı kuvvetler, İstihbarat örgütleri, Juristokrasi/Yargı, Bürokrasi vb), ya da Semaye’nin eline geçer, Oligarklar ortaya çıkar ve ve rejim oligarşiye dönüşür. Ya belli bir dini, etnik, ideolojik, politik grubun da eline geçebilir. (Laikçi, Son Çariçeyi etkisi altına alan Rasputin, Vehhabi ya da bizdeki FETÖ, Marksist, Faşist vd), Belli bir sınıfın ya da cinsiyetçi kadın ve erkeklerin etkisi altına girebilir. Arjantinli Eva Peron / Evita, Rusya’nın son Çariçesi Aleksandra Feodorovna, Osmanlı’dan örnekler verecek olursak, Hürrem Sultan, Kösem Sultan, Turhan Sultan. Büyük Katerina’yı hatırlayın, saray fuhşiyat merkezi oldu ve kocası 3. Petro’ya darbe yaptı ve onu hayattan kopardı. Bakın saray ya da mabed, denetim yoksa her yerde her şey mümkün. Katolikler kilisede denetimi kaybedince iş “Dakemeronun aşk hikayeleri” ne konu olacak seviyeye gelmedi mi?

Bazan, bu kadrolaşma hikayelerinde, çıkar ilişkileri kadar kadın ilişkileri de sorun olur. Bu anlamda denetim dışı kalan bürokrasi ve yargının işlevsiz hale gelmesi sonucu işler karışır. İşler karışınca Oligarklar yönetimle yetkisini pazarlık etmeye başlar. Ve her iki taraf birbirini istismar eder. Bugünkü sistem genelde böyle bir sistem. Basın onları, onlar basını kullanır. Bu yapı, asimetrik ve karmaşık bir yapıdır. Hepsi birbiri ile ilişkidir. İç içe gibi gözükse de herkes bir sonrası için kendini diğerlerine karşı korumak zorundadır. Tarikatın hem mediası, hem sermayesi vardır mesela. Karşılıklı bir iç içe’lik söz konusudur. Ancak yine de kendi içlerinde bir rekabet kaçınılmaz olarak var olacaktır. Din, ahlak, hukukun çerçevesini çizmedi her güç kendi içinde acımasız bir rekabete sürüklenecektir. Bu sadece Kapitalistler için değil, solcular için de böyledir, sağcılar için de cemaat için de, herkes için böyledir. Bu yapıların sonu hep trajiktir. İşler bozulmaya başladığında herkes diğerlerini suçlamaya ve merkezin, kendilerini böyle davranmaya zorladığı şikayetleri gelmeye başlar.

Mesela her zaman işin başından beri birileri İK’ya yönelir. Teşkilatta ya da kendi kontrolleri altındaki mektep, işletme, STK’lardan kişileri alıp, bürokraside bir yerlere getirmeye çalışır. Bunlar kendi aralarında bir buluşma zemini oluştururlar ve kendilerinden olmayanların yükselişini engellemeye ve onların yerine kendi ekiplerinden birini yükseltemeye başlarlar. Eskilerinin yerine geleceklerin “bizden” biri olması gerekir ve onun dil, akademik kariyer ve tecrübe, sertifikalandırılması konusunda bu IK merkezi tarafından destek sağlanır. Şeklen her şey tamam, ancak liyakatsiz ve gerçek anlamda ehliyet sahibi olmayan, birilerinin oradaki temsilcisi olarak birileri bir yerlere getirilir ve orada da talimatla yönetilir. Bu nokta aslında sistemin artık kilitlendiği noktadır. Bu yapı, kendi konumunu muhafaza etmek için aşağıdan yukarıya giden bilgileri filtrelerken, yukarıdan aşağıya doğru gelen bilgileri de filitreler. Dolayısı ile en üstte zahiri alanda dar alanda. Bir paylaşma ile herşey optimal seviyede mükemmel gözükür. Yönetim kendi kurduğu yapının içine hapsolur. Bu yapı, kısa sürede yurt dışı ve iç denge hesaplarının müdahalesine açık hale gelir. Bu kadrolaşma “tek parti dönemi”nde de yaşandı. Dışarıdan bakınca akıllıca görünen şey aslında ipek böceğinin kendi kozası içinde ömrünü tamamlaması gibi bir durumu getirir akıllara. Merkezi otorite giderek zafiyetini artırırken, dip dalgadaki basınç ve hızla büyüyen tabanın talepleri giderek artar ve sistem çöker. Her gün yeni bir vaat, bırakın ötekilerinin talebini karşılamasını, dışarıdan gelen kendi tabanınızın ihtiyacını bile karşılamaya yetmez.

Bu durumlarda, yeni bir yönetim gelse bile yapının çözülmesi zaman alacaktır. Şiddet geri teper, yumuşaklık istismara sebep olur. Onun kuranlar, kündeye gelir. Çünkü bu durumda aslında herkes birbirini bilmektedir ve bu anlamda herkes birbirinin zaaflarını, açıklarını, oyunlarını bilmektedir.

Bu iktidar mücadelesinden adil bir yönetimin çıkması için, kurtarıcı birleştirici, güçlü, karizmatik liderlere değil, halkı tövbe etmeye, kendini değiştirmeye, çağıran akıl, merhamet, sabır ve hikmet sahibi önderlere ihtiyaç var. “Ben” diyen değil, alemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberin ümmeti olma idrak ve ahlakına sahip birilerine ihtiyaç var. “Benim devletim”, “benim halkım” değil, kendi nefsi ve ailesi, ülkesi, halkı için istediğini başkaları için de isteyen, insanları, adalete, barışa, hürriyete çağıran önderlere ihtiyacımız var. Her topluluk layık olduğu gibi idare olunur. Ve biz kendimizi değiştirmedikçe Allah’ın hükmü bellidir o da değişmeyecektir.

Eğer biz hiçbir çıkar bağı olmadan başkalarının hakkını savunur, onlara Hakkı, hayrı, sabrı tavsiye ederek adil bir ilişki düzeni kuracak olursak, Allah bize yaptığımız şeyin karşılığını 10 katı, yüz katı, hatta 700 katı ile geri verecek. Eğer kendiniz için meşru bir şey yapmış ve onu meşru şekilde tasarruf ediyorsanız o şeyin karşılığı “1” sevaptır. Unutmayalım ki, biz alemlere rahmet olarak gönderilen ahir zaman peygamberinin ümmetiyiz. Ama halimiz malum. Gazze’nin hali de malum. Allah (cc) bizim ellerimizle zalimleri cezalandırmak ve mazlumlara yardım etmektedir. Görevimiz Allah’ın rızasının tecellisinin vesilesi olmaktır ve hiçbir Müslüman dünyada olup bitenleri görmezden duymazdan bilmezden gelme hakkına sahip değildir. Unutmayalım bu dünyada yaptığımız, yapmamız gerekirken yapmadığımız, söylediğimiz ve söylememiz gerekirken söylemediğimiz her sözden hesaba çekileceğimiz bir gün var.

Ehliyet ve liyakat bağlamında soy-sop asıl/esas değildir. Firavun’un Sarayı’nda Hz. Hacer, Hz. Asiye ve Hz. Maşite, Hz. Musa vardı. Hz. İbrahim’in babası Putperestti. Ama Hz. Nuh’un oğlu gemiye binmedi. Hz. İbrahim’in torunu Esav da iman edenlerden değildi. Kimse babası ya da oğlu üzerinden siyasi okuma yapmaya kalkışmasın, ihtirasla istedikleri şeyler, dua ile istenen belaya dönüşür. O kişi, o aile, o topluluk ve ülke için de felaket sebebi olabilir. Şunu söylemeliyim, İlah ve Rab konumuna yükseltilen Kurtarıcı liderler ve örgütlerden kurutulmadan kurtuluş yok. Hani birileri size bir şey söyleyince o şey üzerinde düşünmeden, o biri söyledi diye onu olduğu gibi doğru kabul edip, davranışlarınızı ve sözlerinizi ona göre şekillendirmiyor musunuz? İşte bu o kişiyi İlah ve Rab edinmek demektir. Bu dünya bir Müslüman için imtihan yeri, sürgün yeridir. Servet ve saltanat sahibi olmak için temel inançlarından taviz verme yeri değil. Görevimiz İla’yı kelimetullah’tır! Selam ve dua ile.

Medya-Makale Haberleri

Abdurrahman Dilipak: Uludağ Üniversitesinde Kenevir Kongresi
Abdurrahman Dilipak: En büyük muallim!
Abdurrahman Dilipak: 'İnsan hakları' ve 'Demokrasi' günü
Abdurrahman Dilipak Umudunuzu ölümlülere bağlamayın!
Abdurrahman Dilipak: Ey İman edenler, İman ediniz!