Tayyar: Gülen Tuzağa Düştü

Tayyar: Gülen Tuzağa Düştü

Şamil Tayyar: 'Cemaat içerisinde kümelenmiş uluslararası istihbarat örgütleriyle de bağlantılı bir yapı var.

AK Parti Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar, yolsuzluk ve rüşvet operasyonu ile AK Parti ve Fethullah Gülen cemaati arasında oluşan gerilime ilişkin, 'Cemaat içindeki bir yapı AK Parti’yi zayıflatmak, Cemaat’i de tasfiye etmek istiyor" dedi.

Şamil Tayyar, Hürriyet'ten Ayşe Arman'a verdiği söyleşide yerel seçimler sonrası yapılacak olan cumhurbaşkanlığına dikkat çekerek, Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olması halinde, her ne kadar anayasa değişmemiş olsa bile, fiilen, vicdanın başı haline gelecek ve Türkiye, bir yarı başkanlık sistemine geçecek" ifadesini kullandı.

Şamil Tayyar'ın Ayşe Arman'a verdiği söyleşi şöyle:

Türkiye’de neler oluyor?

-Aslında soru; ‘Dünyada neler oluyor?’ Şu an, dünyada yeni bir küresel denklem oluşturuluyor. Bu denklem içerisinde, Türkiye’nin masanın kenarında kalma iddiası var. Ama “oyun kurucular”, Türkiye’yi masanın etrafından atmak istiyor...


Yani size göre bu yaşananlar, “uluslararası bir güç oyunu”...

-Aynen öyle! Bu oyunu planlayanlar, AK Parti’yi zayıflatmak, küçültmek, Cemaat’i de tasfiye etmek istiyor. Bunu yaparken de, AK Parti’yle Cemaat’i karşı karşıya getirip, birbirine dövdürecekler. Nitekim, yapıyorlar.


Peki, bunu niye “şimdi” yapıyorlar? Daha önce Erdoğan’ı destekliyorlardı da, şimdi niye vazgeçtiler?

-Çünkü önümüzde çok kritik bir cumhurbaşkanlığı seçimi var. Bu cumhurbaşkanlığı seçimi, “vesayetçi anlayış”a indirilecek en ağır darbe. Tarih boyunca, ilk defa, bu coğrafyada yaşayan insanlar, kendi liderlerini, doğrudan kendileri seçecek. Bu seçimi önemli kılan da Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olma ihtimali. Olduğu zaman, her ne kadar anayasa değişmemiş olsa bile, fiilen, vicdanın başı haline gelecek ve Türkiye, bir yarı başkanlık sistemine geçecek. Dolayısıyla Tayyip Erdoğan’ın daha güçlü olacağı, bu durumda da Türkiye’nin bu küresel denklemde daha etkin rol alabileceği bir yeni süreçle karşı karşıya kalınacak. İşte o yüzden, 10 küsur yıldır Erdoğan’la istedikleri oyunu kuramayanlar, şimdi Erdoğan’sız bir Türkiye planlıyorlar!


'Cemaat içinde bir yapı'

Peki kim bu insanlar? Belli mi? Türkiye’yi masadan atmak isteyenler...


-Amerika’daki “derin devlet.” Kamuoyunun bildiği şekliyle “neocon”lar, küresel sermaye ve doğrudan İsrail. Bir de tabii bu uluslararası odakların Türkiye’deki yerli işbirlikçileri...


Biz gazetecilere bir sürü şey “komplo teorisi” gibi gelir ya. Bir tür senaryo, bir tür paranoya. Size bu söyledikleriniz, paranoya gibi gelmiyor mu?

-Hayır efendim! Bu sözünü ettiğim süreç ,“Mavi Marmara” ve “One Minute” ile başladı. Türkiye ve İsrail arasındaki ilişkilerin bozulmaya başlamasıyla birlikte, “Erdoğan’sız Türkiye projesi”nin daha aktif bir şekilde sahnelendiğini görüyoruz.


Size göre, her şeyin müsebbibi “paralel devlet” değil o zaman...

-Değil. Bu süreçte, Cemaat’in, doğrudan negatif bir pozisyonu yok. Sadece Cemaat içerisinde kümelenmiş uluslararası istihbarat örgütleriyle de bağlantılı bir yapı var. Bu yapı hem Cemaat’e hem Ak Parti’ye bir istikamet vermeye çalışıyor. Maalesef Hocaefendi başta olmak üzere, Cemaat’in temsil yetkisi olan isimler de bu tuzağa düştüler...


'Yargı ve emniyet darbesi'

Yaşanan bir “yargı ve emniyet darbe”si mi?


-Elbette! 17 Aralık’ta başlayan süreç, yolsuzluk ambalajına sarılmış bir postmodern darbe girişimi. Eğer bu, sıradan bir yolsuzluk operasyonu olsaydı, şekli böyle olmazdı. Çünkü çok önceden başlatılmış, birbiriyle bağlantısı olmayan üç ayrı dosya bir araya getirilerek ve yukarıdan da saklanarak bir operasyon yapıldı.


İyi de öyle bir konuşuyorsunuz ki, sanki ortada bir “yolsuzluk” yok! Tamam henüz iddia ama çok ciddi iddialar. Hepimiz görmedik mi ayakkabı kutularını, para sayma makinelerini, kasaları, o bavulları... Siz, bir “yolsuzluk” olmadığını mı düşünüyorsunuz?

-Tabii ki, birileri yolsuzluğa bulaşmış olabilir. Bununla ilgili, ucu kime ulaşırsa ulaşsın, sonuna kadar gidilmeli. Burada hiç kimsenin tereddüdü yok. Fakat birbiriyle bağlantılı olmayan üç ayrı iddiayı bir araya getirerek, siyasi bir operasyon yapıyorsanız, hadisenin bu boyutuna da bakmak gerekir diyorum. Bunu Ergenekon ve Balyoz sürecinde de yaşadık. Mesela bir sanığın, Ergenekon’a üye olduğu ifade ediliyor. Ama aynı anda, çalışma ofisinde bir takım porno CD’ler de bulunuyor. İki ayrı şey bu. Eğer porno CD bulundurmak, Türk Ceza Kanunu’nda suç ise, onunla ilgili ayrı bir dosya hazırlar ve onu yargılarsınız. Yasadaki karşılığı neyse yaparsınız. Değilse, diğer dosyanın içine sokmazsınız. Çünkü sokarsanız şu çıkar: “Ergenekon, porno işiyle uğraşıyor ve buradan da gelir elde ediyor!” Bu da, doğru bir bakış olmaz. Demek istediğim şu, bu son olaylarda, sapla saman karıştırıldı. Ve bu bilinçli bir şekilde yapıldı!


'Kutular reklam kampanyası'

Biraz açar mısınız? Örnek verin ki daha iyi anlayayım...


-Zihnimizde kalan üç kare var, değil mi? Birincisi para sayma makinesi, ikincisi kasalar, üçüncüsü de ayakkabı kutusu. Normal şartlarda herhangi bir şüphelinin evinde, 4.5 milyon lira para bulundu denseydi bu kadar etki yaratmazdı. Ama bu operasyonu yapanlar, aynızamanda bir “algı çalışması” da yapmışlar...


Nasıl yani?

-Reklamcı gibi çalışmışlar! Bakın, henüz ne olduğu anlaşılamadan ayakkabı kutusundaki para görüntüsü servis edildi. Fakat sonra ortaya çıktı ki, o görüntü, bu operasyonda elde edilen görüntü değil. Daha önce başka bir dergide kullanılan bir fotoğraf...


İyi de Şamil Bey, “Hırsızın hiç mi suçu yok” diye bir deyim vardır ya... Evde para bulundu mu, bulunmadı mı!

-Eyvallah! Tamam para var... Ama ayakkabı kutusu içindeki görüntü servis edildi! Ergenekon sanıklarından Sinan Aygün’ün de evinde 2.5 milyon Euro bulundu ama bu kadar etki oluşturmadı. Söylemeye çalıştığım, burada bir imaj çalışması yapıldı. Ama yanlış anlamayın, Halk Bankası Genel Müdürü’nün evinde usulsüz bir şekilde elde edilmiş paralar varsa, o bunun hesabını versin...


Ayakkabı kutusunu anladım ama dev kasayı ve para sayma makinesini de götürüp koymuş olma ihtimalleri var mı?

-Para sayma makinesiyle ilgili farklı iddialar var. Polislerin getirdiği söyleniyor. Kasaları, inanın bilmiyorum. Muammer Güler’le konuştuğumda, oğlunun iki şirketini feshettiğini ve içinde evrak olan kasaları sonradan eve getirdiğini söylemişti. Doğru mudur, değil midir bilmiyorum. Bunun doğruluğunu ortaya çıkaracak olan yargıdır, gerçekten burada gayrimeşru elde edilmiş bir gelir varsa, bunun hesabını versinler...


'Yeniden yargılanma zor'

Eğer Ergenekon ve Balyoz yeniden yargılanacaksa, hükümet, daha önceki süreçte neden sustuğunu sizce nasıl açıklar? O zaman “komplo” değildi de, şimdi mi oldu?

-Bildiğim kadarıyla Sayın Başbakan’ın sözleri yanlış anlaşıldı. Bir yeniden yargılama zannediyorum ki olmaz. Eğer yeni bir delil ve durum söz konusu ise bununla ilgili yeniden yargılama yolu açık. İlave olarak 2010 referandumuyla, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı getirdik. Orada da bazı yanlışların düzeltilme imkânı var. Dolayısıyla, bir yeniden yargılama olacağını düşünmüyorum.


'Kurunun yanında yaş da yanıyor'

Kamuda görevden almalar yaşanıyor. Şimdi eğer biz bu “neocon çetesi” ve devlet içindeki uzantılarını tasfiye etmek istiyorsak, bu doğru bir tavırdır. Ancak bu arada birileri, bu kaotik ortamdan yararlanarak, devlet içerisinde kendi paralel yapılarını oluşturmak isterse, bizim buna karşı duyarlı olmamız gerekiyor.Nitekim son dönemdeki görevden almalara baktığımda, kurunun yanında yaşın da yandığını görüyorum. Yani birileri de, yine geçmişte olduğu gibi kendi özel hesabını görmeye başladı. Bu bir tehlikedir...