Devlet Bahçeli'den "Kutlu Doğum" Mesajı

Devlet Bahçeli'den "Kutlu Doğum" Mesajı

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisinin grup toplantısında konuştu...

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli,"Anayasa Mahkemesi'nin verdiği makul ve mantıklı kararlar Başbakan'ca terslenince, AKP'nin pusuda bekleyen tetikçileri hemen devreye girmişler ve tenkitleri yoğunlaştırmışlardır. Manidar bulandan saygı duymayana, yasa hatırlatması yapandan Yüksek Mahkemeyi tamamen kaldıralım gitsin diyene kadar önüne gelen AKP'li yönetici veya milletvekili ağız dolusu eleştiride bulunmuştur. Anlaşılan Başbakan ve karanlık adamlarının yeni hedefinde Anayasa Mahkemesi ve Başkanı vardır. Düşünmeden edemiyoruz, acaba Anayasa Mahkemesi'ne saldırmanın Cumhurbaşkanlığı seçim süreciyle bir alakası var mıdır?"dedi.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisinin grup toplantısında konuştu;

MHP Lideri Bahçeli,"Her Nisan ayı geldiğinde Ermeni diasporanın kuklaları anında siyaset podyumuna çıkmakta ve soykırım ezberiyle gösteriş yapmaktadır.
Sözde soykırım kozunu tehdit ve gözdağı olarak kullanan çevreler artık bayatlamış ve miadı dolmuş bu oyundan vazgeçmelidir.

Türk milletini soykırımla yan yana koyma utanmazlığı devri geçmiş, son kullanım tarihi dolmuş taviz koparma enstrümanıdır.

ABD, 24 Nisan'da, 1915 tarihli Ermeni tehcirine ister soykırım desin, isterse de demesin, bizim açımızdan hiçbir meşruiyet ve ehemmiyeti yoktur.

Bu ülkenin siyasetçileri, Türkiye'ye ister tümden soykırımcı suçlamasını yöneltsin, isterse de "Hepimiz Ermeniyiz" diyenlere yeşil kart dağıtarak kucak açsın. Bize göre bunların hepsi fasa fiso ve teneke gürültüsüdür."

 

Bahçeli'nin konuşması şu şekilde:

 

Muhterem Milletvekilleri,

Kıymetli Misafirler,

Değerli Basın Mensupları,

Bu haftaki Meclis Grup toplantımızın başında sizleri sevgi ve saygılarımla selamlıyor, en iyi dileklerimi sunuyorum.

Sizlerle paylaşmayı düşündüğüm konu başlıklarına ve ülke gündemini işgal eden iç ve dış gelişmelere paralel şekilde, idrak etmekte olduğumuz Kutlu Doğum Haftası’nın anlam, önem ve teması hakkında bazı değerlendirmelerde bulunmak istiyorum.

Bir kez daha Kutlu Doğum Haftası’na kavuşmanın manevi lezzetini derinlerimizde hissediyor ve yaşıyoruz.

Âlemleri rahmet nuruyla şereflendirmiş, insanlığı mübarek tebliğiyle aydınlatmış Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa’nın yeryüzüne teşrifinin miladi 1443. Yıldönümündeyiz.

Rabbime sonsuz hamd-ü senalar olsun ki, onun ümmetindeniz, onun izinden yürümenin onuruna layığız.

14-20 Nisan arasında çeşitli etkinliklerle kutlayacağımız Kutlu Doğum Haftası’nın bu yılki teması Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından “Hz. Peygamber Din ve Samimiyet” olarak belirlenmiştir.

Bu isabetli tercihin, bu yerinde seçimin ‘samimiyet’ kavramı üzerinde ayrıntılı bir değerlendirme ve tefekküre de fırsat vereceği kanaatindeyim.

Zira buna çok ihtiyacımız vardır.

Samimiyetle ikiyüzlülük, samimiyetle riyakârlık arasındaki kesin ve keskin çizginin tanıtımına, tasvirine ve anlatımına bu vesileyle değerli katkılar verileceği muhakkaktır.

Bizim en büyük talihimiz, en büyük hazinemiz iki cihan serveri Hz. Peygamber’i bilmek, rehber olarak kabullenmektir.

Peygamberimiz ahlak kutbudur, insanlık harikasıdır, yaratılmışların en güzelidir.

Onun sözlerinde hidayete çağrı vardır.

Onun öğütlerinde kurtuluşun reçetesi yazılıdır.

Efendimiz kardeşliğin, vefanın, temizliğin, aklın ve sadakatin yeryüzü burcudur.

Biz dünyevi karmaşanın, dünyevi çalkantının, fani hayat zorluklarının üstesinden onun tebliğiyle geliyoruz.

Biz nefsani arzuların esaretine, gelip geçici tutkuların cazibesine onun kılavuzluğundan güç alarak direniyor, karşı duruyoruz.

Şurası açık bir gerçektir ki, Resulullah gönül dünyamızın ışığı, kalplerimizin umut kaynağı, ruh dinginliğimizin teminatıdır.

Hz. Nebi; barış elçisi, kardeşlik sözcüsü, dostluk köprüsü, ümit sancağı, muhabbet mihrabı, adalet kutbudur.

Onda bezginlik, çaresizlik, atalet yoktur.

Onda yılgınlık, yorgunluk, durgunluk yoktur.

Onda Allah’tan başka hiçbir şeye, hiçbir güce, hiçbir makam ve mevkie teslimiyet ve boyun eğme hali de görülmemiştir.

Aziz Peygamberimiz kalplerdeki mührü sökmüş, vicdanlardaki düğümü çözmüş ve tüm insanlığa kollarını açmıştır.

Her davranışında hoşgörü hâkim olmuştur.

Her münasebetine cömertlik, fedakârlık, mütevazılık ve alicenaplık yön vermiştir.

Mübarek dilinden kırıcı, incitici, dışlayıcı, küçümseyici, aşağılayıcı hiçbir ifade duyulmamıştır.

Efendimiz; cehaleti eriten, önyargıları buharlaştıran, peşin hükümleri yakıp kavuran ilim ve irfan sıcaklığıdır.

Kutsal daveti birliğe ve kardeşliğe doğrudur.

Habeşistanlı bir köleyle Kureyşli bir zengini eşitleyen, eşit gören, üstünlüğün yalnızca takvada olduğunu öğreten yüksek bir fazilet abidesidir.

Elbette Hz. Peygamber samimiyet hisarı, samimiyet deryası, samimiyet evreni, samimiyet şaheseridir.

Ve o, asırlar öncesinde beşeriyete verdiği mesajda “din, samimiyettir” diyecek kadar samimi olmaya önem ve ayrıcalık atfetmiştir.

Tam bir inançla söylemek isterim ki, İslam ahlakının özünde samimiyet vardır.

Allah nezdinde samimi olmayan, samimiyeti gözetmeyen hiçbir davranışın, muamelatın geçerliliği ve rızası olmayacaktır.

Yüce Kitabımızın vaaz ettiği, emrettiği en temel hususlardan birisi, belki de en mühimi inananların samimi olmasıdır.

Samimi olmayan imanın, samimi olmayan itikadın, samimiyeti öteleyen ibadet ve amellerin Allah indinde hiçbir değeri bulunmayacaktır.

Samimiyet öyle bir haldir ki, dilin söylediğine kalp şehadet edecek, kalbin benimsediğine dil tercümanlık yapacaktır.

Göz gönüle yarenlik edecek, beden ruha mihmandarlık yapacak, nefesimiz damarlarımıza kadar işlediğimiz gayelerle tutarlı olacaktır.

Samimiyet öylesine bir lütuftur ki, manevi uçurumları kapatan, kalp körlüklerine şifa olan, duygusal mesafeleri kısaltan ve sağlam bağlarla bizi birbirimize bağlayan Muhammedi ahlakın ta kendisidir.

Bugün gerek insanlığın, gerekse de İslam toplumların en ciddi sorunu, en önemli açmazı samimiyet konusundaki perişanlıklarıdır.

Yüce dinimizin hakkıyla anlaşılmaması, Efendimizin layıkıyla içselleştirilmemesi devlet ve toplum hayatını meflûç hale getirmekte, bunalıma itmektedir.

Samimiyetteki kapatılamaz eksiklikler, tamir edilemez noksanlıklar veya bu çerçevedeki kasıtlı tutumlar hem dinimize, hem de Hz. Peygamber’in muhterem hatıra ve emanetlerine saygısızlığa yol açmaktadır.

Samimiyet; davranışla söz arasındaki uyumun, niyetle beyan arasındaki tutarlılığın hayata yansımış ve sirayet etmiş şeklidir.

Geceyle gündüz gibi karakter ve şahsiyeti farklı farklı olanlardan samimiyet beklemek elbette nafile bir gayrettir.

Eylemleriyle, eğilim ve emelleri çelişki yumağının akıntısına kapılmışların samimi olmasını beklemek zaman kaybı, emek israfıdır.

Samimiyet ihlasa açılan kapıdır.

Samimiyet, değil mana âleminin; bunun haricindeki her alana, her mahlûkata, her zemine, her ilişki ağına tesir eden, istikamet çizen, çizmesi gereken bir ahlak normudur.

Münafıkta samimiyet olmaz.

Yalancıda samimiyet görülmez.

Riyakârda, aldatanda, şarlatanda, haram yiyende, yeminlerini çiğneyende samimiyetin tortusuna, tozuna, tanesine rastlanmaz.

Samimi insan gönül ehlidir.

Samimi insan kuldan utanan, Allah’tan korkan, kötülükten, kötü niyetten, şerden, beladan sakınan, rahman ve rahim olan Allah’a sığınandır.

Samimi insan inanmadan uymayı, benimsemeden yaşamayı, payı olmadan almayı, ter akıtmadan kazanmayı günah sayan, vebal gören ve reddeden bir değerin tarafıdır.

İslam toplumlarının geri kalmışlığı samimiyetteki tükenmede gizlidir.

İslam adına sergilenen şiddetin, gerçekleştirilen cinayet ve saldırıların sutre gerisinde tahammülsüzlükten beslenen samimiyetsizlik olduğu besbellidir.

Üzülerek görüyor ve izliyoruz ki, merhamet dini olan İslam, içine sızmış ya da bir vasıtayla yerleştirilmiş düşmanca tavırların dayatmasıyla rotasından, ana güzergâhından, dahası Efendimizin kutlu tebliğinden döndürülmek ve savrulmak istenmektedir.

Bu hepimiz için en yakın ve en açık tehdittir.

Yer altı ve yer üstü zenginliklerine rağmen, Türkiye başta olmak üzere, İslam ülkelerinde paylaşım sorunları hala çözülmemiştir.

Kaynakların adil dağıtımı, toplumsal ahenk ve barış filizlenmemiş, kök tutmamıştır.

Petrol varlıklarının üzerine kapaklanan küçük bir azınlık, değişik sıfat ve unvanları kullanarak milyarlarca nüfuslu İslam alemindeki sefaleti, yoksulluğu ve yoksunluğu daha da derinleştirmiştir.

Medine’deki bir fukara, Mekke’deki bir yetim, Dubai’deki bir kimsesiz çöp kutularında yiyecek arama telaşındayken, akıl almaz servetlere hükmeden kaymak tabaka alışverişini Paris’te, Newyork’ta, Londra’da, Berlin’de adeta para saçarak yapmaktadır.

Lüks bir mağazadan alınan bir ayakkabının, bir çantanın, bir kıyafetin bedeli düşkün bir ailenin hayatı boyunca çalışsa da elde edemeyeceği kadar astronomik rakama denktir.

Ortadoğu ve Arap dünyasındaki krallar, sultanlar, emirler, prensler, prensesler petro-dolarlarla har vurup harman savururken; açlık çeken, kurumuş bir dilim ekmeğe muhtaç milyonları hatırlarına bile getirmemektedir.

Bu çevrelerin tepkisizlikleri bununla sınırlı değildir.

Mısır’ın Minye şehrinde 529 kişi hakkında idam cezası verilirken İslam toplumlarını ölüm sessizliği sarmıştır.

Suriye’de, Irak’ta, Afganistan’da, Pakistan’da, Filistin’de, Bosna’da, Ruan’da olmaya ramak kalmış Orta Afrika Cumhuriyeti’nde, Budist çetelerin elinde kıvranan Myanmar’de oluk oluk Müslüman kanı akıtılırken suya sabuna dokunan hiçbir itiraz duyulmamıştır.

Kırım ve Doğu Türkistan feryat ederken kimseden tepki gelmemiştir.

İslamiyet üzerindeki kara bulutları dağıtmak, emperyalizmin işgal ve mütecaviz saldırganlığına kafa tutmak ve can havliyle mücadele etmek hiçbir meşhur ve hatırlı ismin aklından geçmemiştir.

İslam coğrafyasındaki etnik ve mezhep temelli bölünmelere ve kutuplaşmalara savaş açan, din dairesinden karşı çıkarak samimiyeti, birliği ve kardeşliği teşvik eden etkili ulema temsilcileri çıt çıkarmamıştır.

Rüşvet ve yolsuzluk devlet ve toplum hayatını çürütürken alimim, ilim sahibiyim diye ahkam kesen, hocayım, hacıyım,  keramet ehliyim diye mangalda kül bırakmayan malum kişilerden hiçbir omurgalı ses işitilmemiştir.

Aksine bilhassa ülkemizde rüşveti ve hırsızlığı meşrulaştırmaya kadar işi götüren, yozlaşmaya kılıf uyduran sahte fetvacılara bile tesadüf edilmiştir.

Açıktır ki, bu adaletsizlik, bu samimiyetsizlik, bu kötürüm manzara İslamiyet’in ruhuna, anlamına ve mesajlarına tamamen aykırıdır.

Kul hakkına riayet etmeyen, beytülmala saygı duymayan elit bir zümrenin dini ağzına alması, Efendimizi diline dolaması sadece istismar, sadece samimiyetsizliğin üzerini örtme kurnazlığıdır.

Bunlara da aklı başında hiç kimsenin inanması beklenmemelidir.

Gönlünü yıkayıp arıtmadan, manevi temizliğe önem vermeden, başkalarının hak ve hukukuna hürmet göstermeden ha bire abdest alıp namaza durmak Allah’la kandıranların, Allah’ın emir ve yasaklarını taammüden çiğneyen günahkârların en kestirme sığınağıdır.

Maalesef ki, İslam toplumları karanlığa yenik düşmüştür.

Efendimizin doğumundan yaklaşık 14 asır sonra yeni bir cahiliye devri zincirlerinden boşanmış, egemenlik kurmuştur.

İslam’ın evrensel çağrısını bilinçli şekilde yanlış yorumlayan, zalim ve zorba hesaplarına alet etme ahlaksızlığına tevessül eden kim ya da kimler varsa sapkınlığın ve müşrikliğin tuzağına düşmüştür.

Bunlar iki cihanda da kaybedenlerdir.

Efendimizin samimiyetini örnek almadıktan, ahlakıyla ahlaklanmadıktan sonra bugünkü buhran döngüsünden çıkış olmayacağı iyi bilinmelidir.

Görünüşte Müslüman, gerçekte münafık; lafta mümin gerçekte müptezel ve bohem bir hayatın faili olanlar ufkumuzdan ve gündemimizden çekilmedikten sonra Türk ve İslam alemine rahat yüzü yoktur.

Küfürle, şirkle, batılla mücadele etme sorumluluğumuz olduğu kadar samimiyetsiz muhterislerle de mücadelemiz aynı heves, aynı kararlılıkla sürmelidir.

Efendimizin hak davası, samimiyet ve saadet izharı ancak bu sayede geleceğe taşınacak, ancak bu şekilde müsterih olmuş vicdanlar eliyle itibarını koruyacaktır.

Şüphesiz ki din Allah’ındır ve Yüce Rabbimiz her şeyi çok iyi şekilde bilmekte ve görmektedir.

Diyorum ki, Cenab-ı Hak bizi samimiyetten uzaklaştırmasın, ihlaslı olmayı, muhsin bir şekilde yaşamayı cümlemize nasip etsin.

Efendimizin şefaati aziz milletimin ve sizlerin üzerine olsun.