Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

22 Eylûl 1980"in 30. yılında; geçmişe, bugüne ve geleceğe bakmak..

22 Eylûl 1980 gününü ne kadarımız hatırladık ve hatırlıyor?

O gün henüz dünyaya yeni göz açanlar bugün 30 yaşındalar.. O günlerin 8-10 yaşındaki çocukları, (yani bu yazıda sözkonusu edeceğimiz bir savaşın acı yüzünü görüp hâfızalarında kaydedebilenler) bugün 40 yaş merdiveninde.. Ve o gün 40- 50 yaşın üstünde olanlardan niceleri de, hayattan ya çekilmişlerdir, ya da çekiliyorlardır yavaş yavaş..

Ve yarınlarda dünyaya gelecek olanlar için ise, işaret etmek istediğimiz 30 yıl öncelerdeki korkunç savaşın bir mânası ya olacak, ya olmayacak.. Belki de, "zavallıcıklar neler çekmişler.." diyecekler içlerinden veya "Ne kadar kör bir savaş  yapılmış.. Ne mânası vardı, o kadar kan dökmeye.."  diyecekler; kimbilir..

*

Evet, 22 Ekim 1980 günü, Irak"a 1968"den beri hükmetmekte olan Baas Partisi ve Saddam Huseyn diktatörlüğünün askerî güçleri, güpegündüz, günortasında İran"a saldırıyordu.. Irak savaş uçaklarınının korkunç bombardımanı ile, dünyanın en büyük petrol rafinerilerinden birisi olan Abâdan şehri rafinerisi korkunç alevlere teslim oluyor, Hurremşehr, Qasr-ı Şirin gibi sınır şehirleri yakılıp yıkılıyor;  Irak- İran sınırından 800 km. kadar uzaklıktaki başkent Tahran"ın Mehrabâd Havaalanı"na yapılan saldırıyla da, savaş ve yolcu uçakları vuruluyor, devredışı bırakılıyor ve de, bu saldırının daha ilk saatlerinde binlerce insan can veriyordu..

*

Savaşın zâhirî çıkış sebebi olarak, Şah İranı ile Saddam Irakı arasında, Şah ile Saddam"ın imzaladığı, 1975 tarihli Cezayir Andlaşması"nın, Irak aleyhinde olması gösteriliyordu..

Çünkü, o andlaşmanın, Irak aleyhinde olduğu anlaşılıyordu.

Şimdi ise.. Hem İran"da, üstelik emperyalist dünyanın bütün güç odaklarını hışımlandıran bir büyük inqılab, İslam İnqılabı gerçekleşmiş ve İslam Cumhuriyeti nizamı kurulmuştu, hem de bu yeni doğuş ve kuruluşun sosyal büyük sosyal sancıları yaşanıyordu..

Saddam da, bu durumu durumu değerlendirerek, ülkesini bağlayan Cezayir Andlaşması"nı ibtal etmek gerekçesiyle, ama, dünyadaki emperyalist güçlerin emellerine de cevab veren bir savaşla İran"ı yenilgiye uğratabilir ve bu yolla, emperyalistlerin de desteğinde, hayalindeki bütün arab ülkelerinin ve halklarının liderliğine ulaşabilirdi..

İşte bunun içindir ki 22 Eylûl 1980 günü, Saddam, yaptığı bir konuşmada, 1975- Cezayir Andlaşması"nı kameralar önende yırtıyor ve Irak güçlerinin o andan itibaren İran"ı vurmaya başladığını açıklıyordu.. Ve Irak"da milyonlar "Saddam, Saddaaam" şeklindeki sevinç  çığlıklarıyla sokaklara dökülüyordu..

*

Doğrudur ki, İran, Şah"ın  ortadoğu"daki en güçlü, 800 binlik ordusunun namlularından çıkan mermilerle susturulmaya çalışılan ve yüzbine varan insanlarını kurban eden müslüman halkın hançeresinden yükselen "Allah"u Ekber!" feryadlarıyla bütün dünyayı derinden sarsan çok büyük bir inqılab geçirmiş olup, henüz de sosyal çalkantılar içindeydi.. Yenilgiye uğratılan Şah düzeni ve onun en büyük savunma gücü olan ordusu dağılmış, o ordunun yurt dışına kaçamıyan seçkin generallerinden niceleri kurşuna dizilmişler, eski ordunun disiplin ve otorite mekanizması ve bünyesi, mutlaka yenilenmeyi gerektirecek kadar yıpratılmıştı..

Saddam işte öyle bir noktada, Irak"ın 1975-Cezayir Andlaşması"yla İran"a kaptırdığı imtiyazları geri almak adına, körpe İslam Cumhuriyeti"ne karşı saldırıya geçiyordu..

Gerçekte ise, onu böyle bir saldırıya kışkırtan, uluslararası emperyalist -şerr güçleri idi.

Gerçi, İran-Irak sınırında aylardır karşılıklı top atışlarıyla bir takım tâciz hareketleri oluyordu, ama, bunun böyle bir savaş ile sonuçlanacağı -herhalde- beklenmiyordu..

Ve savaşın başlamasından bir hafta kadar önce, o dönemin Fransa Başbakanı olan Jacques Chirac, Saddam"la görüşüyor ve -onun açıklamasına göre-, Saddam ona, "kısa süre sonra İran"a saldıracağını ve savaşın sadece 7 gün süreceğini" söylüyordu.. (Chirac, bu itirafı, henüz ne zaman sonuçlanacağı da kestirilemiyen kanlı bir savaşın 7. yılında yapmıştı, " 7 günde hedefine varacağı sanılan bir savaş, 7 yılda da bitmedi" diye, bir çaresizlik içinde..)

Savaşın uluslararası emperyalist güç odaklarınca planlandığı çok açıktı..

*

*Bir yığın entrika planı tutmayınca başlatılmıştı, Saddam"ın saldırısı..

Bu savaşa gelininceye kadar,  İran İslam İnqılabı dolayısiyle uluslararası sahnelerde meydana gelen çalkantıları da hatırlamak gerekiyor..

4 Kasım 1979 günü, yani İslam İnqılabı Hareketi"nin İran"da Şahlık rejimini 11 Şubat 1979 günü, kesinlikle devirip, İran coğrafyasında duruma hâkim olmasından Amerikan emperyalizminin duyduğu rahatsızlık ortadaydı.. Ve 9 ay sonra, B. Amerika"nın Tahran"daki B. Elçiliği, İslam İnqılabı Rehberi İmam Rûhullah Khomeynî"ye bağlılığını bildiren binlerce üniversite öğrencisince basılmış, 52 diplomat ve diplomat  pasaportlu casus rehine alınmıştı..

Bu rehineler kısa sürede ülkenin çeşitli yerlerine dağıtılmıştı ve Amerika"nın bunları kurtarmaya kalkışması halinde, bu kurtarmanın gerçekleştirilemiyeceği ve ayrıca, rehinelerin can güvenliğinin de korunamıyacağı, tersine daha bir tehlikeye atılacağı biliniyordu..

Amerika, bu rehineleri kurtarmak için her türlü savaş tehdidlerini devreye sokmuş, ama, netice alamamıştı.. Sonunda,  Doğu İran"daki Tabes Çölü"ne bir hava indirmesi planlanmıştı.. Bu ıssız çöle yapılan indirmeden sonra, yerli güçlerce organize bir şekilde harekete geçecek olan Amerikan güçleri, içerdeki ajanlarla birleşip, İslam İnqılabı"nın başta İmam Khomeynî olmak üzere, en önde gelen inqılabçıları kaçıracaklardı..

İşte bu plan gereğince, 24 Nisan 1980 günü sabahı, Hind Okyanusu"ndaki Diego Garcia Üssü"nden kalkan Amerikan savaş uçakları havalanmışlardı.. Ancak, bu uçaklar Tabes Çölü"ne inmek isterken, birbirlerine çarpıp düşmüş ve o uçaklarındaki bütün personel alevler içinde kömüre dönmüşlerdi..

Daha da ilgi çekici olan ise, bu korkunç başarısız sonuçtan İran İslam Cumhûriyeti sorumlularının haberi yoktu ve onlar da sabahleyin, durumu televizyonlarda ağlayarak Amerikan halkına ve dünyaya duyuran Amerikan Başkanı Jimmy Carter"dan öğreniyorlar ve hemen sözkonusu bölgeye gittiklerinde, gerçekten de birbiri üzerine yığılmış uçak enkazları ve askerlerin yanmış cesedleri ile karşılıyorlardı..

Daha sonra bu uçakların, elektronik sistemlerindeki nemlenme yüzünden meydana gelen bir kısa devre oluşmayla düştükleri ve birbirlerine çarptıkları açıklanacaktı..

İmam Khomeynî ise, "Bizim haberimiz bile yoktu bu saldırıdan.. Biz uyuyorduk, ama, Uyumayan Birisi vardı .." diyerek, kendilerinin "ilahî bir korumayla korunduklarını" söylüyor ve halk kitleleri bu izahla daha bir tatmin oluyordu..

Bu büyük hadiseler bugün 30 yıl geriden, nicelerine çok sıradan hadiseler gibi gelebilir.  Ama, bu hadiseler olurken,  bütün dünya diken üstündeydi ve Batı dünyası, filolarını, savaş uçaklarını İran etrafındaki Amerikan üsslerinde saldırıya hazır vaziyette tutuyordu..

İşte o gerilimli günlerde, İran-Irak sınırında da karşılıklı top atışları oluyordu, arada bir..

Ve 5 Eylûl 1980 günü, İngiltere, hiçbir gerekçe göstermeden, Tahran"daki Büyükelçiliği"ni kapatıyor ve bütün elçilik personelini İran"dan çıkarıyordu.. İran"ın son 150 yıllık tarihinde hep en üst seviyede etkili olmuş bir İngiltere"nin hareketi, hayra alâmet değildi. Bunun,

yaklaşmakta olan savaşın ilk işaret fişeği olduğu, daha sonraki gelişmelerden anlaşılacaktı..

*

*TC."deki 12 Eylûl Askerî Darbesi,  bu savaş için de planlanmış gibiydi..

Ve o sırada, Türkiye ise, anarşi sarmalında, sokak savaşlarında hergün, ortalama 25-30 kişinin öldüğü bir büyük sosyal karmaşa hali yaşıyordu..

Halbuki, İran"a karşı tezgahlanacak bir savaş için, bölgenin, emperyalist güçler tarafından, NATO tarafından güvenlikli hâle getirilmesi gerekiyordu.. İşte bunun için, 12 Eylûl 1980 günü, Türkiye"de bir askerî darbe oluyor, hemen o gün ikindi vakti de, Saddam"ın özel temsilcisi bir korgeneral Ankara"ya gelip, ihtilalin lideri Org. Ken"an Evren"le görüşüyordu..

Ve Türkiye"deki bu askerî darbeden 10 gün sonra da, Saddam"ın İran"a korkunç saldırısı başlıyordu.. Çünkü, saldırı öncesinde gereken güvenlik tedbirleri alınmış, sallantılı rejimler muhkemleştirilmişti, askerî darbelerle..

*

Irak güçlerinin İran"a saldırısının ne korkunç boyutlarda olduğunu anlamak isteyenler 23 Eylûl 1980 tarihli gazetelere bakabilirler.. Bütün dünya medyası, birinci sahifelerinden, yeri göğü kaplayan alevlerle karışmış kara dumanları veriyorlardı..

Gazete ve televizyonların haber-yorumlarında, em. generaller ve de nice sivil benzerleri, müthiş yorumlar yapmaya başlamışlardı. Bu yorumcular, "düzenli bir ordunun saldırısı karşısında, disiplinini geniş çapta yitirmiş İran ordusunun, ve eldeki silahları bile nasıl kullanacağını bilmeyen gönüllüler eliyle fazla bir şey yapamıyacağını,  bu "yıldırım savaşı"nın kısa zamanda "mollalar rejimi"ni çökerteceğini"  ileri sürüyorlardı..

Aynı günlerde, İmam Khomeynî ise, "Biz kazanacağız demiyorum, kazandık diyorum.. Mücadelemizin bu merhalesine kadar zaferde olduğumuz için, emperyalistler bizi ancak bir askerî savaşla yenebileceklerinin hayaline kapıldılar.. Biz ise, zaferimizi koruyalım." diyor ve halk kitleleri bir dış saldırı karşısında, daha önce olmayan şekilde İmam Khomeynî"nin rehberliği, liderliği altında daha bir sıkılı yumruk haline geliyordu..

Ama, tabiatiyle, içerde yine de derin problemleri vardı, İran"ın...

En başta da.."Mujahedeen-e Khalq" (Halkın Mucahidleri) isimli ve İslamî terminolojiyle de konuşsa bile, özünde marksist olduğu bilinen ve en başta Amerika olmak üzere, bütün kapitalist/ emperyalist odaklarca desteklenen ve İran içindeki genç nesil üzerinde derin etkisi bilinen bir silahlı mücadele teşkilatının ülke içindeki suikasadleri, bombalamaları, en temel problemlerden birisi durumundaydı.. Ayrıca, ilk cumhurbaşkanı olarak seçilen ve Batı ekolüne yakınlığıyla bilinen Ebu-l"Hasan Benî Sadr ile, İslam İnqılabçıları"nın ulemâ kesimi arasında çetin ve gizli bir savaş da devam ediyordu..

Cumhurbaşkanı Benî Sadr, İmam Khomeynî tarafından başkomutan da tayin edilmişti, savaşın başında.. Ancak, Benî Sadr"ın yönetim boşluğu hissediliyordu.. Çünkü, savaş İran"a dayatılmış bile olsa, o, bir savaşı omuzlayacak yürekliliğe sahib olduğunu gösteremiyordu..

Ve bu yüzden de, Başbakan Muhammed Ali Recaî ile arasında, kıyasıya bir ideolojik savaş da sürüyordu..  Her iki taraf da, kendi cenahının kazanacağı bir zaferin, temsil ettikleri siyasî cereyanları güçlendireceğini düşünüyorlar ve temkinli davranıyorlardı..

İslam İnqılabçıları, Batıcı olan Benî Sadr"ın komutasında elde edilecek bir zaferin, İran"a Türkiye"deki M. Kemal örneğini tekrar yaşatacığı endişesini dile getiriyorlardı..

Benî Sadr ve Mucahidin-i Halk isimli etkin silahlı teşkilat ise, Recaî ve inqılabcı ulemâ tarafının zafer kazanmasının, irticaın zaferi olacağını söylüyorlardı, korkuyla..  Ve, savaşın ilk ayı dolarken, Hurremşehr de bütünüyle Irak"ın işgali altına giriyordu..

Khuzistan eyaleti diye anılan o bölgede,  Ahvaz (Nâsıriyye), Abâdan ve Hurremşehr"in ahalisi genelde arab kavminden olduklarıdan, Saddam bu arab halkların kurtarıldığını ileri sürüyordu, ama, o savaş bölgelerindeki milyonlarca insan, (arab) Irak tarafına gitmiyorlar, evlerini, barklarını, bütün zenginliklerini bırakarak, İran içlerine doğru çekiliyorlardı..

Ve derken, ülke içinde Benî Sadr, cumhurbaşkanlığından azlediliyor, gizleniyor ve sonra da, İran"dan çarşaflı kadın kılığında, Paris"e kaçtığı anlaşılıyordu.. Onun CIA ile bağlantıları daha sonra fransız medyası tarafından da ortaya konulmuştu. (O, hâlen de Paris"de yaşıyor..)

*

*Savaş iç ve dış diye ayrılmıyor, müslümanlara karşı topyekun bir savaş veriliyordu..

Irak sınırlarında cereyan eden kanlı savaştan daha az kanlı olmayan bir iç savaş ise, komole ve demokratlar denilen komünist-kürdçü unsurlarca İran Kürdistanı"nda sürdürülüyor; Tahran ve diğer şehirlerde de bütün şiddetiyle, laik-batıcı kesimlerle İslam İnqılabçıları ve inqılab"a destek veren müslüman halk kitleleri arasında korkunç bir boğuşma sürüyordu.. Suikadsdler, arka arkaya geliyor, İmam Khomeynî"nin en yakın çalışma arkadaşları safdışı edilerek, inqılab etkisiz hale getirilmeye çalışılıyordu.. Murteza Mutahharî, Muhammed Mufatteh, Quddusî, Sadîqî, Medenî gibi âyetullah unvanlı ve inqılabın ünlü isimleri "şehid" ediliyorlar; Refsencanî ise, bir saldırıdan, ağır yaralı olarak ve bir böbreğini kaybederek kurtuluyordu..

Beni Sadr"ın azli üzerinden iki hafta geçmemişti ki, bu kez de; inqılabın önde gelen isimlerinden Seyyid Ali Khmaneî, Tahran"da bir câmide monuşma yaparken, bir teyp içine yerleştirilen bir bombanın patlamasıyla, ağır şekilde yaralanıp komaya giriyor ve haftalarca sonra, sağ elini artık kullanamıyacağı bir şekilde, kendisine gelebiliyordu.. Ondan iki gün sonra ise, İnqılab"ın İmam Khomeynî"den sonraki en etkili ikinci ismi olarak bilinen Muhammed Huseynî-i Beheşti ile, seçkin inqılabçılardan Muhammed Muntazerî başta olmak üzere, 8 Bakan, 15 kadar Bakan Yardımcısı, 28 m. vekili ve diğer seçkin yöneticilerden oluşan 72 kişi, "Hizb-i Cumhûrî-i İslamî" merkezindeki bir toplantıda meydana gelen patlama ile  öldürülüyorlardı.. (Bombayı koyan kişi ise, daha sonra Amerika"da ortaya çıkan M. Külahî  isimli bir genç idi..) 

Ama, Beni Sadr"ın yerine cumhurbaşkanlığına getirilen Muhammed Al Recaî ve Başbakan Muhammed Cevad Bahuner başta olmak üzere, önde gelen seçkin yöneticiler, henüz  işbaşına gelişlerinin iki ay sonrasında, 1981 Eylûlü"nde, Ülke Güvenlik Şûrâsı"nın bir toplantısı için bir araya geldiklerinde, 13 seçkin yönetici birden, Başbakanlık"ta patlayan bir bomba ile yanıp kavruluyorlardı.. Bombanın ise, Ülke Güvenlik Şûrası Gen. Sektereri olan C. Keşmirî  tarafından konulduğu, daha sonra anlaşılacaktı.. (Keşmîrî, önce şehid ilan edilen kişiler arasındayken, Amerika"da ortaya çıkıvermişti.. Ve anlaşılmıştı ki, o toplantıya gelip saatli bombayı koyan Keşmirî, önceden hazırlanan bir uçakla -ve ülke güvenliği ile ilgili önemli bir toplantıya katılmak gerekçesiyle ülkeden- kaçmıştı..) Yani, savaş sadece Irak sınırında değil, Tahran"da ve diğer şehirlerin merkezinde de çetin şekilde devam ediyordu..

Bu arada, bütün Doğu ve Kuzeydoğu İran hariç, bütün İran şehirleri de, Saddam"ın savaş uçaklarının ve füzelerinin ateş menzili içinde bulunuyor ve hergün, yüzlerce sivil insan da, can veriyor,  şehirler harabeye döndürülüyordu..

Savaş cebhelerinden ise, bir günde bazen 3 bin kadar cenaze getiriliyordu ve bazen bir günde, bataklıklarda, onbinden fazla savaşçının birden kaybedildiği haberleri  ulaşıyordu..

Fakat, savaş ilerledikçe, İmam Khomeynî ve arkadaşlarının kararlı tutumu, halkı da daha bir mukavim hale getiriyordu. Şehadeti saadet bilen bir mümin için kaybetmek sözkonusu değildi.

Öte yandan,  Saddam"ın Yıldırım Savaşı"na karşı müslüman halk gönüllülerinin yokluklar içinde geliştirdiği ve uzun soluk isteyen Yıpratma Savaşı da, Saddam"ı ve yandaşlarını zorlamaya  ve daha bir umutsuzlandırmaya başlıyordu.. Saddam"ın savaşı bir yılan hikayesine dönmüştü.. Bir haftada bitecek denilen Yıldırım Savaşı erimiş, Saddam Irakı"nın nefesi kesilmeye başlamıştı..

Bu arada, BM. Güvenlik Konseyi, güya, her iki taraf için de silah ambargosu kararı vermişti, ama, dünyanın en ünlü silah tâcirleri olan devletler ve uluslararası ölüm kumpanyalarının Irak"a bütün imkanları verdiği biliniyordu..

Ayrıca, başta Mısır, Ürdün, Suudî ve Kuveyt olmak üzere, Suriye hariç, bütün arab rejimleri, yüzmilyarlarca dolarlık para ve silah yardımı ve hattâ asker bile göndererek, Saddam"a vargüçleriyle destek veriyorlarddı..

Aynı şekilde, Amerika, İngiltere, Fransa ve Sovyetler Birliği ve emperyalist dünyanın diğer güç odakları Saddam"ın yenilgisinin demokrasi dünyasının yenilgisi olacağını ve buna fırsat verilmeyeceğini söylüyorlardı..

İran ise, ihtiyacı olan silahları ya kaçakçılardan,, ya Irak ordusundan ganimet olarak alıyor veya kendi imkanlarıyla geliştiriyor ve yapayalnız olsa da, inançla direniyordu.. Savaş, Irak toprakları üzerinde ve saldırgan Saddam"ın cezalandırması için sürdürülüyordu..

*

*Ez azından bir milyon müslüman ve nice zenginlikler erimişti, ama..

8 yıl devam eden bu korkunç savaşta, yüzbinler eridi, iki taraftan da.. Bu rakam en azından iki taraf için, topluca, bir milyon insan olarak söylenebilir.. (Hatırlayalım ki, savaş "ateş-kes"le noktalandığında, sadece İran"da esir olarak bulunan Irak askerlerinin 130 bin civarında olması bile insan kaybınının ne kadar ağır olduğunu gösterebilir..)

*

Nihayet, savaşın 8 yılında, 1988 Baharı"nda, Saddam Irakı, İran güçlerinin eline geçen Halebçe şehrini, -halkın Allah"u Ekber diye ilerleyen İran güçlerini sevinçle karşılamasını cezalandırmak üzere-, kimyasal gazlarla vurmuş ve çoluk-çocuk, kadın, yaşlı, 5 binden fazla insan bir anda kavrulmuş, katledilmişti..

Bu, aynı zamanda, İran şehirlerine de böyle saldırılar yapılabileceğini ve dünyanın yine sessiz kalacağının işareti idi.. Ve Saddam"ın nefesinin kesildiği görüldükçe, onun koruyucuları, devreye daha etkin olarak gireceklerini göstermek istiyorlardı.. Bu korkunç katliâmın, bu İkinci Hiroşima"nın filmleri İran tarafından dünyaya geçildiğinde, dünya bunları duymazlıktan geldi.. (Ancak, savaş durduktan iki yıl sonra, Saddam bu kez de 1990 Ağustosu"nda Kuveyt"e saldırınca, Halebçe Katliâmı"nın İran tarafından dünyaya verilen filmleri hemen devreye sokulmuş ve dünya kamuoyuna, Saddam"ın ne korkunç bir cinayetkâr olduğu anlatılmıştı.. İran, dünya müslümanlarına Saddam"ın ne zâlim birisi olduğunu anlatmakta 8 yıl boyunca başarılı olamamışken; Amerika, ,Saddam"ın ikinci bir Stalin ve Hitler olduğunu 8 gün içinde anlatıvermişti. Bu da müslümanların bir zaafıydı..)

Halebçe Katliâmı"ndan sonra, savaş yine devam ederken ve Tahran ve diğer İran şehirleri füzelerle dövülürken ve Amerika ve Sovyet temsilcileri BM."deki tartışmalarda savaşı durdurmakta en çok da kendi füzelerinin etkili olacağını iddia ederken..

Tahran"dan  Dubaî"ye gitmekte olan bir İran yolcu uçağı Temmuz-88 başında, Amerikan donanması tarafından, "savas uçağı" zannettik bahanesiyle, İran Körfezi üzerinde, vurulup 307 insan, Körfez sularına gömüldüğünde..

Dünya emperyalizmi, bu savaşın Saddam"ın yenilgisiyle noktalanmasına asla müsaade etmiyeceğini her tavrıyla ortaya koyarken.. İran"a yapılan ‚"ateş-kes"i kabul etmesi  çağrıları karşısında verilecek tepki ne ve nasıl olmalıydı?

Bu konu, İran İslam Cumhuriyeti makamları içinde günlerce tartışıldı ve Savaş Komutanı olan Hâşimî Refsencanî, BM. Güvenlik Konseyi"nin‚ 598 sayılı "ateş-kes" çağrısının bir  "teslim ol" çağrısı olmadığını, önlerinde, İran"ı ya, bir İkinci Kerbela olarak bırakmak, ya da Hudeybiye Musalahesi"nde olduğu gibi, barış yapmak gibi iki tercih bulunduğunu; "hattâ yirmi yıl da sürse, zafere kadar savaş" diyen İmam Khomeynî"den bir "ateş-kes" kararı almasını bekliyemiyeceğini; kendisinin savaş komutanı olarak,  yetkisini kullanıp, BM. Güvenlik Konseyi"nin, "ateş-kes" çağrısını kabul edeceğini; bunun İran"ı uluslararası hukuk açısından bağlıyacağını; eğer iç hukuk açısından yetkisiz bir iş yapmış sayılırsa, o zaman da İmam"ın kendisini iç-hukuka göre cezalandırmasını dile getirince..

Günlerdir süren ve bir netice-karar alınamıyan uzuun müzakerelerden sonra, Refsencanî"nin bu sözleri üzerine, İmam Khomeynî hemen, sorumluluğu bizzat üstlenip, Hükûmet"e yazdığı bir hükümle‚ "ateş-kes"in kabul edildiğinin Güvenlik Konseyi"ne bildirilmesini istiyor ve "Zehir kadehini başıma dikiyorum.." diyor ve "ateş-kes"le savaş sona eriyor; her iki taraf da, savaştan önceki uluslararası sınırlara çekiliyorlardı..

*

"Savaşı istemeyiniz, ama, geldiğinde de kaçmayınız.." şeklindeki nebevî ihtarın ışığında..

Evet, 30 yıl önce bugünlerde başlayan ve 8 yıl süren ve iki müslüman coğrafyasından, en azından 1 milyona yakın insanın ölümüne veya hayattan çekilmesine, o kadar zenginliklerin erimesine müncer olan savaş sona eriyordu..

Saldırıya uğrayan İran İslam Cumhûriyeti kendisini koruyor ve toprağından ülke bütünlüğünden bir karış bile vermiyordu..

Saldırıyı gerçekleştiren büyük ümid ve hayaller peşinde olan Saddam ise, 8 yıllık onca ağır kayıplardan sonra, o savaşı niçin yaptıklarının izahını yapamadığından; halkının hışmını yatıştırmak için,  "İran olmadıysa, Kuveyt olsun.."  dercesine, 1990 Ağustosu"da Kuveyt"e saldırıp işgal ediyor ve Kuveyt"i Irak"ın 19. eyaleti olarak ilhak ettiğini açıklıyor ve o saldırganlıkla sadece kendisinin, kendi rejiminin değil, bütün Irak ülkesi ve halkının ve hattâ bütün Ortadoğu müslüman coğrafyalarının başına nice yeni musibetlerin gelmesine zemin hazırlıyor ve sonunda kendisi de, Irak"ı işgal eden Amerikan emperyalizminin eliyle dârağacında trajik şekilde can veriyordu..

Bu acılı ve kanlı hikaye, tarihten ibret almak isteyenler içindir..

Haqq yolunda dünya hayatından geçenleri rahmetle anarak..

haksöz

Bu yazı toplam 2303 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar