Hollywood"un kara kutusu

Amerikan hükümetinin en ufak askeri başarıları büyük bütçeli filmlerle ödüllendiriliyor. Ama ‘Vietnam’ gibi büyük başrısızlıklar hiç bir zaman beyazperdeye aktarılmamıştır.

Seyrettiğimiz filmler bize ne kadar doğru söylüyor ya da neleri bize yanlış aktarıyor... Doğrular, efektler ve teknoloji sayesinde ihtişamlı bir şekilde nasıl yalana dönüştürülüp bize sunuluyor? Bizi gerçek dünya yerine sanal bir dünyada nasıl yaşatıyorlar?


Bir çoğumuzun evinden ya da sinema salonları aracılığıyla seyrettiği Hollywood filmleri, bize bir takım gerçekleri gösterirken, bir çok doğruyu ise kamufle ederek, gerçeği görmemizi engelliyor. Öncelikle belli aile yaşantılarını bize empoze etmeye çalışan senaryolar. Yaşam biçimlerinin bozukluğunu bize uygarlık olarak sunan filmler. Filmlerdeki gençliğin içler acısı halini, uyuşturucu partilerini, çarpık ilişkileri, bozuk zihniyetleri bütün anormallikleri normal gibi sunumu. Anne-babaya saygıyı kökten silen çocuk davranışları...

Özellikle küçük çocukların seyredebileceği filmlerde anneye gerektiğinde bağırmayı, aşağılamayı, hakaret etmeyi öğreten filmler. Hepsi Hollywood"un tezgahlarından beğendiğimiz filmlerde saklı...

Milyar dolarlar dönen sinema endrüstrisinin en büyük payını alan Hollywood, devlet yardımını hiçbir zaman gizlemiyor ve bunu saklamıyor. Hollywood"da iş yapabilmek için kesin bir kural vardır. Dünyayı ifsad etmek hakkınız ama asla ve asla Amerikan rejimine ters düşen karelere yer veremezsiniz. Aksi halde dışlanırsınız. Ve yaptığınız filmlerin kalitesini düşünmeden yok edilirsiniz.

Bu güçlü endüstri, devletin bir numaralı propaganda aracıdır. Amerika yıllarca Hollywood aracılığıyla doğruyu yanlış, yanlışı ise doğru göstererek kirli emellerine ulaşmayı hedeflemiştir. Bu görevi başarıyla sürdüren Hollywood bunun karşılığını fazlasıyla alır. Kendisine Amerikan devletinden finans sağlar, ordunun mallarını kullanma izni alır. Ama bu izin yöneticilerin isteği üzerine senaryodan, sete, filmin akışının değiştirilmesi gibi külfetler gerektirir.

Afganistan örneğinde olduğu gibi, yıllarca seyrettiğimiz "Rambo" filmlerinde baş karakter, Afganistan'da özgürlük savaşçılarıyla (şimdiki Taliban askerleri) Sovyetler Birliğini tarumar edecek, ardından aynı özgürlük savaşçıları bir kaç sene sonra terörist damgası yiyerek yine "Rombo" kılıklılar tarafından ülkeleri işgal edilecek ve katledilecek.
Hollywood Amerikan çıkarları uğruna hep yeni düşmanlar türetmiştir. Yıllarca katledilen, yurtları gasp edilen, yaşam alanları istila edilen Kızılderilileri, bize "vahşi yerli" olarak gösterdiler. Katleden, istila eden 'beyaz adam'ı ise "kahraman" olarak lanse ettiler. Şimdiki istila planları ise Müslümanların barındığı topraklardır, bu toprakları gasp etmek için Hollywood aracılığıyla Müslümanlar ayırt edilmeden "terörist" damgası yiyecek ve ülkeleri saçma sapan sebeplerden ötürü istila edilecek.

Amerikan hükümetinin en ufak askeri başarıları büyük bütçeli filmlerle ödüllendiriliyor. Ama "Vietnam" gibi büyük başrısızlıklar hiç bir zaman beyazperdeye aktarılmamıştır. Vietnam konulu filmlerde ise birkaç istisna dışında Vietnam halkı ezilmesi gereken bir cani, askerleri ise öldürülmesi gereken bir teröristti. Amerika'nın en büyük katliamına tanıklık eden Nagazaki ve Hiroşima Hollywood'a kendini gösteremeyecek, ama bir askerin dahi Amerika için ne kadar önemli olduğunu gösteren "Er Rayn'ı Kurtarmak" filmi büyük bir bütçeyle çekilecek, ödüllere boğulacak ve sinema severlere sunulacaktı.
Amerikan Devletinin çıkmazlarında da devreye giren Hollywood gündemdeki olayın akışını başka yönlere çekilmesini sağlıyor ve oyalama taktiği geliştiriyordu. Bir biri ardına sürülen çizgi roman kahramanlarının (Süperman, Batman, Örümcek Adam, Hulk, Fantastik Dörtlü) sinema uyarlamaları büyük kaynaklar sağlanarak çekiliyor ve bu filmler sinemada gösterilirken, Amerika"nın Irak'ı işgal etmesi gündemin geri planında kalması sağlanıyordu.

Nükleer silahı ilk kullanan ve 120 bin kişinin ölümüne sebep olan, dünyayı sera gazlarına boğup yaşadığımız yeryüzünü içinden çıkılmaz felakete sürükleyen, barındırdığı silah kapasitesiyle her an bir ülkeye saldıracak pozisyonda olan Amerikan Hükümeti filmlerinde ise tam tersi konuyu işliyor. Amerikalılar dünyayı uzaylılardan kurtarıyor, doğal felaketlerde hep kurtarıcı misyonunu üstleniyor. Tehlikeli silah barındıran ülkeleri alt ediyor. İnsanlık adına hep iyi işler yapıyor...

Bu kalıplaşmış düzeni bozmaya çalışanlar da çıkmıyor değil. Bush'un belalısı olarak bilinen 'Michael Moore' "Benim Cici Silahım" belgeseliyle Amerikan halkının sormaya cesaret edemedikleri soruları soruyor, Amerikan halkının neden bu kadar şiddetle iç içe olduğunu vurguluyordu. Bu belgesel Oscar'ı kucaklarken, Michael Moor'un bir başka belgeseli 'Fahrenheit 9-11' George Bush'un 2000 seçimlerinde yaptığı usulsüzlükleri, Bin Ladin'le olan yakınlığını ve ülkeyi yöneten üyelerin birisinin dahi Irak'ta çocuğunun savaşmadığını belgeliyordu. Ama bu belgesel Oscar'a aday dahi gösterilmiyordu. Hollywood burda da gerçek yüzünü gösteriyor ve bir şeyler ifade etmenin sınırlı olduğunu belirtiyordu.

33 santim uzunlukta, 4 kilo ağırlığında ve 24 ayar altınla kaplı Oscar heykelciği işlenen düzenin bir parçası olduğunuzda size gülümser. Oscar genelde siyasi içerikli filmlere gider. Amerika'nın çıkarlarını ne kadar iyi ifade ederseniz Oscar'ı kucaklarsınız. Bu sene "Babil" örneğinde olduğu gibi, filminiz ne kadar iyi olursa olsun hezimete uğrarsınız.


milligazete

Ortadoğu Haberleri

Condor Operasyonu: Uluslararası Cinayet Örgütü
İranlı Komutan: İşgalci İsrail Hiçbir Hedefine Ulaşamadı
Gazze’nin Doğusu ve Orta Kesimleri Topçu Ateşi Altında
Mossad Casusu İdam Edildi!
Kim Jong-un: İsrail ABD destekli terör projesidir