"Tarihe Bilinç Yoluyla Hakim Olabiliriz"

"Tarihe Bilinç Yoluyla Hakim Olabiliriz"

Atasoy Müftüoğlu’nun Yeni Şafak Gazetesinde yayımlanan yazısı

Atasoy Müftüoğlu’nun Yeni Şafak Gazetesinde yayımlanan yazısı

Tarihsel, geleneksel bakış açılarımızı, alışkanlıklarımızı bir kez daha, eleştirel bir dikkatle, gözden geçirmemiz ve acilen yenilememiz gerekiyor. İslami anlamda, bütün boyutları bir arada tutan bütünlük bilincinin, yapısal bütünlüğün, ontolojik bütünlüğün, bozulduğu günden bu yana, İslam dünyası toplumları hiç bir anlamda özne olma iradesi gösteremiyor. İslam dünyası toplumları özne olma iradesi gösteremediği için, Batı her alanda, kendi metodolojisini, kendi kavramsal-kurumsal perspektifini toplumlarımıza dayatabiliyor, bilgi/kültür/tarih konusunda kendi yöntemini/tarzını kabul ettirebiliyor. Tevhide dayalı dünya görüşünün yerini, pozitivizme dayalı bir bilgi felsefesi, pozitivist aklın iktidarı aldığından bu yana, hayatlarımızı bütünüyle parçacı yaklaşımlarla sürdürebiliyoruz.
YENİLENME, ARINMA VE ÖZELEŞTİRİ GEREKLİ
İslam dünyası toplumları, sorgulayıcı-eleştirel bir tarih bilincine yabancı oldukları için, mitolojik unsurlarla bütünleşen bir gelenek oluşturdular, batıni bir gelenek yoluyla bütünüyle düşünçesizleştirildiler, büyük sürüler haline getirildiler. Büyük kitleler düşüncesizleştirildikleri için, şeyhlerin/üstadların/din meczuplarının, mehdilik iddiasındaki egomanyakların vb. mülkü haline getirildiler. Mistik, batıni, işraki eğitim yoluyla itaatkar, gönüllü köleler halinde yetiştirilen topluluklar, hiç bir zaman bağımsız düşünen ve üreten kadrolara ihtiyaç duymadılar, bu tür kadrolara istihfafla baktılar. Batıni mistik, tasavvufi eğitim yoluyla Müslümanların yeni bir eleştirel içerik üretme yetenekleri/hassasiyetleri/çabaları iptal edilince, hiç bir şekilde etkili bir yenilenme, arınma, özeleştiri gerçekleştirilemedi.
Hangi nedenlerle, hangi gerekçelerle olursa olsun, bir toplumu, bir kültürü zihinsel-düşünsel-entelektüel hareketsizliğe mahkum etmek, ilgili toplumları, İslam toplumları örneğinde bugün, açıkça yaşandığı üzere, kültürel-ideolojik-ontolojik emperyalizme açık-elverişli hale getirir. Toplumlarımız modern yüzyılları, halk İslamının, popülist-folklorik-mitolojik-mistik din algısının belirleyiciliği altında geçirdiler, geçiriyorlar. Bütün populizm biçimleri, dini ya da politik popülizm biçimleri, bilinçten çok rahatsız olurlar, bilinçle yüzleşmek istemezler, olgusal gerçeklikle hesaplaşmak istemezler, olgusal gerçeklikleri romantik/ütopik söylemler yoluyla aşabileceklerine inanırlar. Olgusal gerçekliklerle hesaplaşmak istediklerinde de, bu defa, kültürel geleneklerin patolojileriyle karşı karşıya gelirler ve bunu başaramazlar.
Türkiye; bağımsız/düşünen/özgün içerik üreten/sorgulayan, ehliyet ve liyakat sahibi nitelikli kadrolar yetiştirilmesine hayat hakkı tanımayan bir geleneği din haline getirdiği için, alçaklıkta, ihanette, sapkınlıkta, kötülükte sınır tanımayan, alçaklık ve ihanette sınır tanımadığı için emperyalistler tarafından gönüllü olarak araçsallaştırılabilen, onlara hizmet verebilen batıni/apokaliptik/mehdici bir akım tarafından 15 Temmuz 2016'da benzersiz bir trajediye maruz bırakılmıştır.
NİCEL ÇEVRELERDEN, BİLİNCİN DÜNYASINA
Modern zamanlar boyunca Batılı bütün kavramsallaştırmaların her tür sömürgecilik yoluyla bütün kültürlere dayatıldığını, yine Avrupa Aydınlanmasının bütün yapılarının/tecrübelerinin ideolojik sömürgecilik yoluyla bütün kültürlere kabul ettirildiğini biliyoruz. Ontolojik ve epistemolojik emperyalizm, “uygarlık misyonu” dili-söylemi aracılığıyla meşruiyet ve itibar sahibi olduğu için, dokunulmazlık kazandığı için, masum ve yansız olmadığı gerçeği üzerinde hiç bir zaman gereği kadar düşünmedik, konuşmadık, tartışmadık. Bu sorumsuz/bilinçsiz tavrımız sebebiyle bu söylemin güçlenmesine, tahakküm üretebilecek bir noktaya gelmesine katkıda bulunduk.
Batı-merkezci ideolojik dil, tarihin hiç bir döneminde, hiç bir konuda, nesnel bir yaklaşıma sahip olmadı. Irkçı ve ideolojik bir dilin nesnel bir yaklaşıma sahip olması beklenemezdi, beklenmemeliydi. 15 Temmuz 2016, batıni terör/işgal/istila/tahrip/yıkım girişimi vesilesiyle çok çarpıcı bir yol ayrımına geldiğimizi görebilmeliyiz. Aydınlanma mutlakıyetçiliği/diktatörlüğü/tiranlığı tarafından, sömürgeci dil/bilgi yoluyla evrenselleştirilebilen bütün kavram ve kurumların “modernlik/sekülerlik/demokrasi/insan hakları” gibi kavramların hepsinin istisnasız çok ucuz, çok bayağı, ırkçı-ideolojik propaganda kilişeleri/sloganları olduğu bugün bütün boyutlarıyla, çok sefil, çok aşağılık bir şekilde ortaya çıkmış bulunuyor. Aydınlanma kavram ve kurumlarını sömürgeci yöntemlerle Batı dışı halklara dayatan Amerika ve Avrupa, bugün, Türkiye'de yaşananlar bağlamında bakıldığında, bütün kutsallarını yok sayarcasına, bütün kutsallarına ihanet edercesine, batıni/mehdici/apokaliptik bir cinnet hareketini destekleyebiliyor.
Zamana, tarihe ve olaylara ancak, nitelikli, derinlikli, çok ufuklu bir bilinçle hakim olabiliriz. Halkın, büyük bir basiret ve ferasetle militarist şiddete karşı gerçekleştirdiği direniş, düşünce hayatının, kültür hayatının, ilahiyat hayatının, düşünsel/kültürel/entelektüel direnişiyle tamamlanmadıkça eksik kalacaktır. Bugün, maruz kaldığımız, munharif/batıni/apokaliptik saldırıların yol açtığı ağır hasarları, tahribatı cinneti konuşuyor, hasar tesbit çalışmaları yapıyor, istatistiki-teknik değerlendirmeler yapıyor, ancak, Neonurcu-mehdici hareketin referans ve meşruiyet kaynağını hiç mi hiç konuşmak, tartışmak istemiyoruz. Nicel araştırmaların, analizlerin yorumların sınırlarını aşamıyoruz, aşmaya çalışmıyoruz. Nicel çerçevelerin dünyasından, bilincin dünyasına geçmemiz gerekiyor. Sınırlarını geleneğin çizdiği çerçeveleri eleştirel bir hassasiyetle aşmadığımız takdirde, hiç bir yenilenme ve bilinçli üretkenlik sağlayamayız.