Süllemü’l-Vusûl ilâ Tabakâti’l-Fuhûl... Bay İhsanoğlu, hadi oku bakiim!

Televizyonlarda izlemiş olmalısınız... CHP eski milletvekili Yaşar Nuri Öztürk; Hulki Cevizoğlu’nun “Ceviz Kabuğu” programında, CHP ve MHP’nin ortak adayı Ekmeleddin İhsanoğlu için demiş ki;

lEkmeleddin İhsanoğlu 1943 yılında Kahire’de doğdu. Mısır vatandaşıdır. Babası; Yozgat kökenli olan, İstanbul’da dinî eğitim alan, orada yaşayan, sonra da ülkeyi terk ederek Kahire’ye yerleşen Mehmet İhsan Efendi’dir. Annesi Rodoslu’dur.”

l1984 yılında, Kimya Doçenti iken Kültür ve Bilim Tarihi Profesörü yapıldı, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Bilim Tarihi Bölümü Başkanlığına atandı. Kahire’de okuduğu üniversitenin denkliğinin ne zaman kabul edildiği, kimya doçenti iken birden nasıl, neden ve ne şekilde ‘kültür ve bilim tarihi profesörlüğü’nü hangi üniversitede, hangi çalışmasıyla kazandığı karanlıkta kalmıştır.”

Bunları yazan ve söyleyen Yaşar Nuri, Ekmeleddin İhsanoğlu’nu “intihalcilik”le, yani “bilim hırsızı” olmakla suçlayıp, “İhsanoğlu başka bilim insanlarının eserlerini alıp kendi imzasıyla yayınlayarak profesör oldu” demiş... 

Öztürk, İstanbul Üniversitesi eski Rektörü Kemal Alemdaroğlu’nun da bu mesele yüzünden üniversitedeki görevinden uzaklaştırıldığını iddia etmiş...

Lütfen dikkat;

Bunları söyleyen Yaşar Nuri Öztürk, “eski bir CHP milletvekili”dir... Bunları söyleyen Yaşar Nuri Öztürk, “bir numaralı Tayyip Erdoğan karşıtı”dır!..

Hani, bunları söyleyen adam bir “AK Parti sempatizanı” olsa, “ondan da bu beklenirdi” der, geçersiniz.

Ama, sözü söyleyen Yaşar Nuri olunca, üzerinde ciddi ciddi düşünmek gerekir.

Yaşar Nuri, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun “intihalci” olmanın da ötesinde, “tam bir bilim hırsızı” olduğunu da iddia ediyor...

Yaşar Nuri’ye göre,

Bir intihalci; bir “kitap”tan bir-iki sayfa “alıntı” yapar, ama “kaynak” göstermez, o satırları “kendisi yazmış” gibi yapar!..

Ama, İhsanoğlu;

“Başkasının yazdığı kitap”tan sadece ‘birkaç sayfa’ almakla kalmamış, “kitabın tamamını” almış ve üzerine de “kendi adını” yazmış!..

Yani, devenin “kolunu” veya “bacağını” değil, “deveyi havuduyla götürmüş!”

Onun, “dürüst, namuslu, bilim adamı ve haram yemeyen biri” olduğunu iddia eden Kemal Kılıçdaroğlu’na şimdi sormak gerekir;

“Bu adam mı dürüst?.. Bu adam mı helâl lokma yemiş?.. Bilim hırsızlığı yapmak, ne zamandan beri helâl oldu?!?”

NUR SERTER NİYE SUSTU?

Aslına bakarsanız, Yaşar Nuri’nin bu iddiaları yeni değil... Aynı iddiaları; solcu yazarlardan Ceyhun Demirtaş, bundan “tam 14 yıl önce”, yine 14 Ağustos 2000 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde, 12 Temmuz 2004 tarihinde de Nokta dergisinde gündeme taşımış...

Taa o zamanlar sormuş;

“Ekmeleddin İhsanoğlu’nun ne zaman ve nasıl profesör olduğu belli değil!..

Kahire’de okuduğu üniversitenin denkliği ne zaman kabul edilmiş, ‘kimya doçenti’ iken birden ‘kültür ve bilim tarihi profesörlüğü’nü hangi üniversitede, hangi çalışmasıyla kazanmıştır?

İstanbul Üniversitesi Rektör yardımcısı Prof. Nur Serter de, bu yazılarım üzerine beni arayıp ‘teşekkür’ etmiş ve ‘yazım üzerine İhsanoğlu’nun üniversitedeki dosyasını getirtip incelediğini, ancak nerede ve ne zaman profesör olduğuna dair dosyada da bir bilgi bulunmadığını ve hemen YÖK’e yazıp profesörlük dosyasını istediğini, gelir gelmez de bir kopyasını bana göndereceğini’ söylemişti.

Demek, iyi saatte olsunlar buna da izin vermemişler.”

Evet, İhsanoğlu “kimya doçenti” iken nasıl “tarih profesörü” oldu?..

“Ne zaman oldu,

Nasıl oldu?”

Bu sorulara ilk cevap vermesi gereken kişi, elbette Ekmeleddin İhsanoğlu’dur... Ama, Kemal Alemdaroğlu ve CHP Milletvekili Fatma Nur Serter’in de, “acilen bir açıklama yapmaları” gerekir!..

AKİF’İ, BU NASIL TANIMAK?

“Açıklama” yapması gereken bir isim de, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’dir!..

“Tarih”e olan bağlılığı ve “milliyetçi” görüşü ile tebarüz eden Sayın Devlet Bahçeli’ye sormak gerekir: “Mehmet Akif’i tanımayan” ve Mehmet Akif’in “Çanakkale Marşı ile İstiklâl Marşı’nı birbirine karıştıran” bir adamı “aday” göstermek, “MHP’nin kuruluş ruhuna ihanet” değil midir?..

Şu hâle bakın;

Adam, Arefe günü Edirnekapı Şehitliği’ne gidiyor, orada “Mehmet Akif’in kabri başında dua” ederek, kameralara poz veriyor!..

Olacak ya; gazetecilerin dikkatini “mezar taşı”nda yazılı şu dörtlük çekiyor;

“Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?

Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!

Canı, cananı, bütün varımı alsın da hüda,

Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.”

Ve soruyorlar Ekmel Bey’e;

“Bu mısralar, Akif’in hangi şiirinden?”

Ekmel Bey, tekrar bakıyor mezar taşına... Tekrar okuyor dörtlüğü ve gazetecilere dönüp, “bozuk bir cümle” ile şu cevabı veriyor:

“Bu, Akif’in meşhur şiiri ve mısraları... Çanakkale Şehitleri şiirinden herhalde!!!”

Hoppalaaa!..

“Akif, babamın çok yakın arkadaşıdır... 1924’te Mısır’a birlikte yolculuk yapmışlar!.. Akif; baba dostum ve hayatımızın önemli bir hatırası ve siması olan bir insandır” diyen bir adam, “Akif’in şiiri”ni bilmiyor!..

Bırakın “şiir”ini bilmeyi, “7 yaşındaki çocukların bile bildiği ve ezbere okuduğu İstiklâl Marşı”nı bile bilmiyor!..

Bu adam; bu ülkeye “Cumhurbaşkanı” olacak, öyle mi?..

Bu adam “profesör”, hem de “tarih profesörü” öyle mi?!?..

Daha ne diyeyim;

Hayırlı olsun MHP’ye!..

Hayırlı olsun Bahçeli’ye!..

Ve hayırlı olsun Kılıçdaroğlu’na!..

Meğer, Kılıçdaroğlu; “Cumhurbaşkanları az konuşmalı” derken, boşuna söylememiş!.. Gerçekten de az konuşmalı, hele hele Tayyip Erdoğan’a özenip de asla “şiir” okumaya kalkışmamalı!..

Zira çuvallıyor!..

Şu hâle bakın;

Adam, “babamın dostu” dediği Akif’i çok iyi tanıdığını söylüyor ve hatta “Akif’in vasiyeti” diyerek, onun hazırladığı “Kur’an-ı Kerim Meali’ni yakıyor” ama, onun “İstiklâl Marşı”nı bilmiyor!..

Anlayacağınız;

“Akif’in vasiyeti”ni biliyor,

Ama “şiir”ini bilmiyor!..

Ondan sonra da;

“Akif istismarcılığı” yapıyor!..

Yerseniz!..

HADİ, OKU DA GÖRELİM!

Durun, daha bitmedi...

Efendim, 17 Mayıs 2012 tarihinde, gazetelerde “Kâtip Çelebi’nin biyografi eseri tanıtıldı” başlıklı bir haber vardı...

Habere göre;

Yenikapı Mevlevihanesi’nde, Fatih Sultan Mehmet Vakfı Üniversitesi Medeniyetler İttifakı Enstitüsü’nün ev sahipliğinde düzenlenen tanıtım toplantısında konuşan İKÖ Genel Sekreteri ve kitabın editörü Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu, eserin hazırlanış sürecini anlatıyor ve diyordu ki;

‘Bu eser, hem Kâtip Çelebi’nin eseri olması bakımından, hem de önemli bir kaynak olmasından dolayı çok değerli bir eser. Kâtip Çelebi, 17. yüzyılın, Türk milletinin, Osmanlı dünyasının ve İslam medeniyetinin zirve ismidir.”

Uzatmayalım...

17. asırda yetişen Osmanlı alimlerinden Kâtip Çelebi’nin biyografi sahasındaki eşsiz eseri ‘’Süllemü’l-Vusul ila Tabakati’l-Fuhul’’, İslam literatürünün en kapsamlı biyografi eseri olarak nitelendiriliyor. 

Yaklaşık “3 bin sayfa”dan oluşan ve “8 bin 500’den fazla biyografi” ihtiva eden yayın, 6 cilt olarak hazırlandı.

Kitabın girişinde Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu tarafından kaleme alınan inceleme bölümü ile Dr. Halit Eren’in önsözü bulunuyor.

Kitap tetkik edildiğinde Editör: İhsanoğlu, Katkıda bulunanlar: M. Al-Arnaout ve Sadavi Salih olarak belirtilmiş.

Edisyon kritiği yayımlanan bu eserin Süleymaniye Şehid Ali Paşa ve Kahire Darülkütüb olmak üzere, iki yazma nüshası vardır.

Zor bir yazma olan bu eserin edisyon kritiği çalışmasının tamamı, IRCICA’dan M. Arnaout ve S. Salih tarafından gerçekleştirilmiştir.

İhsanoğlu’na ise; sadece 45 sayfalık akademik üsluptan uzak, lüzumsuz detaylarla dolu bir önsöze, olsa olsa destek vermek düşmüştür.

Bu “ön bilgi”lerden sonra, şimdi “kamuoyu adına” sormak istiyorum kendisine;

l6 ciltlik bu eserde, Editör olarak İhsanoğlu ne yapmıştır? Gerçekten Katip Çelebi’nin el yazısını eksiksiz okuyabilmekte midir?

lAcaba canlı yayında yazma eserden rasgele 5 sayfa seçilip önüne konulacak olsa, bu sayfaları ne oranda hatasız okuyabilecektir?

lİhsanoğlu gerçekten akademik özgünlüğüne inanıyor ve kendine güveniyorsa ilk konuk olduğu canlı yayına sayfa örneklerini gönderebiliriz!

lTamamen okuyamayacağı bir eserin edisyon kritiğinin ne mantıkla editörü olmuştur?.. Peki, okuyamazsa özür dileyecek midir?

BENİM DERDİM KUKLACILAR!

Uzun lâfın kısası;

“Süllemü’l-Vusûl ilâ Tabakâti’l-Fuhûl” adlı eseri “sahiplenen” Ekmel Bey’e birisi çıkıp; “hadi, oku bakiim!” dediğinde, hiç olmazsa birkaç paragrafını okuyabilecek midir?..

Artık söyleyeyim... Derdim, Ekmeleddin İhsanoğlu değil... Onu ciddiye de almıyorum... Çünkü o, “dikkatleri dağıtmak”la görevli bir “cambaz”dır...

Benim derdim, “kuklacılar”la!..

Hadi Ekmel Bey;

“Oku bakiim!”

“Tarih profesörü”sün ya!..

 **************************************************************************

YSK, bir an önce “Randevuya paydos” demelidir!

Dünkü yazımda, YSK’nın “gurbetçilerin oy kullanması” için getirdiği “randevu sistemi”ni eleştirmiş, bu sistemle; “Berlin’de oturana Frankfurt’ta randevu verildiğini” söylemiş ve sormuştum: 

“Bu işte Paralel’in bir parmağı var mı?”

Dün, Kanada Toronto’da oturan bir okurumdan “mail” aldım... 

Diyordu ki; “Hadi, Avrupa’da şehirlerin arası yakın... Peki, bizim gibi Kanada’da yaşayanlar ne yapacak?.. Ülkenin bir ucuyla, diğer ucu arasında 3.5 saatlik zaman farkı var!.. Burada; ya Ottova’da oy kullanabilirsiniz, ya da Toronto’da... İkisinin arası, yaklaşık 450 kilometre!..

Dahası da var: Konsolosluk bize otomatik gün ve saat verdi... Ama, nasıl?.. 

Eşime ve oğluma birinci gün sabah, bana aynı gün öğleden sonra, kızıma ise ertesi gün sabah!.. 

Peki; hafta içi, yani çalışma günü oy kullanmak zorunda olan bizler, işten nasıl izin alacağız, hem de farklı günlerdeki o randevuya nasıl gideceğiz?”

Gördünüz ya; herkes dertli, herkes sıkıntılı ve herkes şikâyetçi... Sanki, “seçime katılım oranının düşük olmasını isteyen birileri” var!..

YSK; ya bu kuralları “esnetmeli” ya da “randevu sisteminden vazgeçildiğini” bir an önce açıklamalıdır!.. 

Zira, hiç kimse; “450 kilometre ötedeki sandığa” oy kullanmaya gitmez!..

Alo YSK!.. Sesim geliyor mu?..

yeniakit

Bu yazı toplam 1093 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar