Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Nasıl?" yerine, "Niçin öldürüldü?"yü sorgulayamadıkça, Hz. Huseyn...

Nasıl?" yerine, "Niçin öldürüldü?"yü sorgulayamadıkça, Hz. Huseyn daha çoook katledilir..

Güneş takviminin bu yılki 15-16 Aralık günleri, Ay takviminin Muharrem ayının 9 ve 10.  günlerine rastlıyor.. Hicrî-qamerî 1432 yılına yeni girmiş bulunuyoruz.. Ve bu günler, Hicret"in 61. Yılında, Muharrem ayının 9 ve 10"ncu günlerinde noktalanan  Kerbelâ Faciası"nın yıldönümü..

365 günlük Güneş Yılı"na göre, Hicret"ten bu yana 1389 ve 355 günlük Ay Yılı"na göre de 1432 yıl geçtiğine ve Kerbelâ Faciası da Hicret-i Nebevî"in 61. yılında cereyan ettiğine göre.. Demek ki, o hadisenin üzerinden Hicrî- Şemsî / Güneş Yılı"na göre 1328; Hicrî- Qamerî / Ay Yılı"na göre de 1371 yıl geçmiş bulunuyor..

*

"Onuncu Gün" demek olan Aşûrâ Günü"nün, sadece Muharrem ayının onuncu günü için kullanıldığını da bu vesileyle bir daha hatırlayalım..   

Bu günün yıldönümü münasebetiyle, günlerdir, çeşitli tv. ekranlarında konuşmalar, proğramlar, ezadârî / mâtem merasimleri ve semah gösterileri yapılıyor, mersiyeler/ ağıtlar ve dualar okunuyor, gözü yaşlı ve hattâ hüngür hüngür ağlamalı sahneler sergileniyor..

Ama, toplumumuzun küçümsenmiyecek bir kısmı, bu proğramları bir folklorik  gösteri imişçesine seyretmekle yetiniyor. Bu proğramlarda verilmek istenen mesajı kavramaya, anlatılmak istenen asıl konuyu anlamaya büyük bir ilgi gösterildiğini söylemek herhalde çok zordur..

*

İslamî bilgileri ve hassasiyeti bilinen çoğu genç insanlarımıza bile şöyle bir sorsak, "Nedir bu Aşûrâ törenleri ve onun dayanağı olan Kerbelâ Faciası?" diye; alacağımız cevab, hemen hemen sıfırdır..

En fazla, "Şey işte.. Alevîlerin törenleri.. Haa, bir de âşure tadlıları.."  cevabını alırsınız..

Hele, "alevî/lik ne demektir, kim/ler/dir, şiî / şia, caferî, 12 İmam/ İsna"aşeriyye  ve hattâ sünnîlik nedir, şafiîlik, hanefîlik, caferîlik, hanbelîlik, mâlikîlik  gibi mezhebler veya daha yeni dönemlere aid olan Vehhabîlik, Selefîlik, İsmailîlik, Ahmedîlik, Naqşbendîlik, Kadirîlik, Mevlevîlik, Bektaşîlik, Nurculuk, Süleymancılık, Tebliğ Cemaati, İkhvan"ul Muslimîyn, sufîlik  vs. ve daha bilmem necilik gibi cereyanlardan söz edince.. Çoğumuz, bu gibi konulara kafa yormayı göze almayız.. Böyle olunca da, hattâ aralarındaki telaffuz yakınlığı dolayısiyle şiîlik ve şafiîliğin aynı şey olduğu kanaatini ortaya atanları bile görebilirsiniz..  

*

Doğrudur ki, bu gibi konular konuşuldukça, mes"eleler anlaşılmak bir yana, daha bir anlaşılmaz hale de gelebiliyor..

 Bu gibi konularla ilgili mes"eleler etrafında, bir ingiliz gazetesinde çok ironik, ama, son derece düşündürücü bir fıkra yayınlanmıştı, birkaç sene önce..

Londra"da bir gece, Times nehri üzerindeki köprülerden birinde, bir kişinin atlayıp intihar etmek istediğini gören bir kişi, onu son anda tutar ve ikna etmeye çalışır ve hayatından bezmiş olan kişiyi kararından vazgeçirmek ve hayata döndürmek için dil dökmeye başlar..

"-Bak dostum,  hepimiz insanız, bir derdin varsa, çare olmaya çalışayım..

-??...

-Söyle bakayım, Tanrı"ya inanır mısın?

-Evet, inanırım..

-Aaa, ne güzel.. Bak, insan olmaktan öteye, bir diğer ortak noktamız daha var..

 Bir dine inanıyor musun, yoksa ateist misin?

-Hristiyanım..

-Ben de hristiyanım.. Bak, bir diğer ortak nokta daha.. Hangi mezhebdensin?

-Evangelist.

-Aaa, ben de evangelistim..  Hangi kiliseye bağlısın?

-Anglikan..

-Ne güzel, ben de anglikan kilisesine bağlıyım.. Hangi tarikattansın?

-Baptist..

-Aaaa, ben de baptistim.. Hangi kolundan? 

-Filan kolundan..

-Neee! Vayy  hain, alçak.."

Ve, intihardan vazgeçirmek için dakikalar boyu dil döktüğü adama bir tekme atar, adamcağızı nehrin karanlık sularına gönderir.. Çünkü, onunla temel konularda birliği yakalamıştır, ama, teferruatta düşman gördüğü kimselerden olduğunu anlamıştır..

*

Bu fıkra, hele de günümüzde, müslümanların birbirleriyle olan irtibatlarına da uygulanamaz mı?

Çünkü, "Allah"a, Kur"an"a, Resul-ü Ekrem (S)"in Peygamberliğine inandığını söyleyen ve ben müslümanım diyen veya Ehl-i Kıble olan kimseler tekfîr edilemez.." gibi ölçüleri inançlarının temel kuralı olarak gören nice insanlarımız bile, teferruat ayrılıkları sözkonusu olunca, birbirlerine en ağır ithamlarla saldırabiliyorlar..  

Soğukkanlı, itidal ile düşündüklerinde çok da mâkul düşünüp, "Demek ki, onların inancı, anlayışı, kavrayışı böyle, n"apalım, neticede temelde birleşiyoruz ya.." diyebilen insanlar, ama, aynı kitleye hitab ediyor ve aynı menfaatleri sahibleniyor duruma gelince birbirlerinin boğazına sarılmıyorlar mı?

Hattâ, tamamen laik zeminlerde verilen siyasî mücadeleler açısından aslında birbirlerinden pek farkı olmayan kişi veya grupların bile, aralarında çıkan ihtilaflar üzerine; bazılarının ötekileri, kendilerinden ayrılanları veya kendileriyle ihtilafa düşenleri, zıdlaşanları en ağır itiqadî suçlamalarla, sapkınlıkla, murtedlikle suçladıklarını yaşamıyor muyuz?

Ve bazıları da kendilerini "tevhidî müslüman" olarak nitelemiyor mu; sanki tevhîd inancına sahib olmaksızın müslümanlık mümkün imişcesine..

*

Sırf bu anma törenlerindeki ifrat ve tefritlerden dolayı sahnelenen bu düşmanlıklar müslümanlar olarak hepimiz için zül" değil midir?

Amerikan işgalinden sonra, Irak"da yıllardır insanların birbirlerini şiî, sünnî veya kürd, arab, türkmen diye, hem de kitleler halinde katlettikleri, hemen hergün ortalama -neredeyse- 60-70 kişinin canına mal olan patlamalar, suikasdler.. Nicelerine, Saddam diktatörlüğünü bile aratır durum bir durum ortaya çıkarmadı mı? Bu terör saldırıları, mezhebî savaşları daha bir ateşlemeye yönelik, karşılıklı olarak sürdürülmüyor mu? Ki, son zamanlarda, bu saldırılar, Irak"daki Necef ve Kerbelâ gibi mekanlara İran"dan yapılan kitlevî ziyaretlere yapılan sistematik bombalı saldırılar daha bir düşündürücü değil midir?

Amerikan emperyalizmi bu ayrılıkları, evet, körükledi, ama, Pakistan"da olsun, öyle bir açık askerî işgal yokken, aynı cinayetler orada da sözkonusu değil mi?

Hele de son 15-20 yıldan bu yana, Pakistan"da, özellikle de, -"Allah"ın Evi" olarak kabul olunan- câmileri, mescidleri şiî veya sünnî camileri diye ayırıp, bu mekanların her hafta,  karşılıklı olarak, bombalamalara hedef olduğu ve motosikletli kişelerin mukabil tarafın mescidlerinde gerçekleştirdikleri her patlamada 50-60"den aşağıya düşmeyen ölüm rakamlarıyla neticelendiğini görmüyor muyuz? Daha geçen hafta, Pakistan"da meydana gelen patlamalarda ölenlerin sayısı 80"i buldu.. (Ki, yıllardır bu bombaları üstlenen ve sonra kanundışı ilan edilen teşkilatın adı, yazık ki, Sipah-ı Sahabe / Sahabe Ordusu gibi kutlu bir isim taşıyordu..)

Hakezâ, 15 Aralık günü de, İran"ın Sistan- Belûcistan eyaletinin Çabahar kasabasında Aşûrâ  merasimlerinde gerçekleştirilen bombalı saldırılarda 38 kişi can verdi, yüzlerce kişi de yaralandı.. Aynı eyaletin merkezi olan Zâhidân şehrinde ise, birkaç ay önce meydana gelen patlamalarda yine onlarca insan can vermişti.. (İran Belûcistanı"ndaki bu patlamaları üstlenen terör teşkilatı da, yazık ki, "Cundullah / Allah"ın Askeri" gibi kutlu bir isim taşıyor.. Ki, Belûcistan"ın bağımsızlığı ve o mıntıkadaki sunnî müslümanların fıqhî ölçülerine göre bir rejim kurmak iddiasıyla ortaya çıkan ve son 10 yılda yüzlerce insanı katleden  bu silahlı mücadele örgütünün lideri olan Abdulhamîd ve Abdulmâlik Riğî  kardeşler henüz birkaç ay önce idâm olunmuşlardı..)

*

Hele de Aşûrâ Günleri"ndeki "ezadarî / mâtem törenleri"nde sergilenen ve her ülkeye, her kültüre göre, içinde folklorik mâtem sahnelerinin de bulunduğu anma farklılıklarına bakarak, "bu gibi anmaların İslam"da olmadığı"na dair kanaatlerle, o kitlelerin ve törenlerinin yok edilmeye veya sindirilmeye çalışılması -diyelim ki, bazılarının anlayışlarına aykırı gelse bile- ve onlarca-yüzlerce insanın katliyle, bombalarla parça parça edilmesine müncer olan bu kanlı ve korkunç tablolar, İslam açısından caiz miydi?

Doğrudur, bir çok yerde, sadece sînelere vurarak mâtemlere katılmak (sînezenî) tarzındaki mâkul tavırlardan ayrı olarak; kendilerini "Huseyn- Huseyn.." diyerek zincirlelerle döğmek (zencirzenî)  veya kafaların bıçakla yarılması (qamazenî) ve hattâ bazı yörelerdeki bu anma törenlerinde birbirlerine sopalarla vurmak şeklindeki ilkel görüntüler, tabiatiyle, çoğu kimsede bir rahatsızlık uyandırabilir.. Veya bu gibi törenlerde okunan bazı şiirli söylemlerde şer"î sınırların zorlanması mümkün olabilir.. Ama, yakın zamanlarda, (başta, rahmetli İmam Khomeynî"den, merhûm Huseyn Ali Muntezerî, rahmetli Muhammed Huseynî-i Fazlullah ve halen de İslam İnqılabı Rehberi Seyyid Ali Khameneî ve diğer nice âlimler olmak üzere) aklı başında hemen bütün şiî-müslüman âlimler, toplumları bu gibi anma törenlerinde şer"î  sınırlara titizlikle riayet olunması için devamlı ikazlar yapmışlardır.. Buna rağmen, kitlelerin bu gibi konularda, geleneklerden kurtulmasının o kadar kolay olmadığı da bilinir..

Ama, bu konularda şer"î hassasiyetlere riayet edilmezse, asıl katledilen, Hz. Huseyn"in temsil ettiği değerler olacaktır.. Bu ise, Hz. Huseyn"in de defalarca katledilmesi demek olur..

Elbette, bu arada bazıları da, "Bu gibi anmaların, aradan asırlar geçtiği halde devam ettirilmesinin ne mânası vardır?" demekte ve bu hususta, şiî müslümanların "ifrat"a kaçtıklarını söylemektedirler.. Ama, şiî-müslüman olarak nitelenmeyen öteki müslümanların da, Kerbelâ"da işlenen o büyük tarihî cinayet ve faciaya ilgisizlikleri de "tefrit" derecesinde değil midir?

"Ama, bunları anıp durmakta, düşmanlıkları sürdürmekte ne mâna vardır?" sözü, ilk planda çok safiyâne gözükebilir.. Nitekim, bazıları bunu ifade etmişlerdir.. Elbette, asırlar içinde, bu gibi faciaları ve o faciaların etkilerini nesilden nesle aktarmakta, çeşitli yöntemler kullanılabilir.. Nitekim, şiî müslüman kitleler arasında, Kerbela Faciası çok güçlü şekilde asırlardan asırlara, nesirlerden nesillere aktarılır; Hz. Huseyn"in Ehl-i Beyt"inin ve bir avuççuk yârânının nasıl öldürüldüğü anlatılır..

*

Evet,  "nasıl" değil, "niçin" katledildiğini anlamaktır, aslolan..

Ama, aslolan, Hz. Huseyn ve Ehl-i Beyt"inin "nasıl" değil, "niçin öldürüldüğü"nü düşünmek ve kavramak olmalıdır.. Ama, o gibi anma törenlerinde yükselen şiar"ların şuûr"a dönüşmekte bir fonksiyonu yok mudur? Nitekim, o anma törenlerinden hemen hiç haberi olmayanların, Kerbelâ"da nelerin- niçin olduğunu kavramakta çok daha sığ kaldıkları da bir acı gerçektir..  

Ayrıca, Resul-i Ekrem (S)"in irtihali üzerinden sadece yarım asır geçmekteyken, O"nun torununun tarih sahnesinden böylesine silinmek istenmesini çok basit bir düşmanlık olarak ele almak da safdillik olmaz mı?

Eğer bunu söyleyenler, hayattan çekilmelerinin üzerinden binlerce yıl geçmiş olan Nemrûd ve Fir"avun"lar ve kezâ, Resul-i Ekrem (S)"in -üstelik amcası olan- Ebû Leheb bile, "İki eli kurusun.." diye Kur"an"da nefrinle, lânetle anılmıyor mu ki, bazıları, Yezid"lerin lanetlenmesinden rahatsızlık duymaktadırlar..  

*

Evet, mes"ele, asırlar önce ölüp gitmiş olanlarla hesablaşmak değil,  Hak ve batıl arasındaki ezelî ve ebedî kapışmanın içinde, kendi yerimizi belirlemektir.. Çünkü, kötü insanlar da, insanlar da sanhneden çekildiler-gittiler.. Bugün hayatta olanların da çekilip gideceği gibi.. Ama, binlerce yıl öncesinde gitmişi olanların zihniyetleri bugün de vardır..

Nemrud ve Hz. İbrahîm,

Fir"avun ve  Hz. Mûsâ,

Yahudi aristokrarisi ile Hz. İsâ,

Ebû Cehl ve Ebû Leheb"ler ile Resul-i Ekrem (S), ve de

Yezid ve Hz. Huseyn arasındaki mücadele..

Gerçekte, hayatın zıd ve birbirine en karşıt kutuplarda olan zihniyetleri arasındaki bir mücadeledir ve bu mücadele hayatın kaçınılmaz tabiî gereğidir..

Eğer, tarihin bu iyiler- kötüler ve Hak-bâtıl güçler arasındaki bu saflaşmadaki yerimizi belirleyemezsek ve kendimizi sloganlardan şiarlardan şuûra yükseltemezsek, bu gibi anma proğramlarının neresinde olursak olalım, boşa emek harcamış olmaz mıyız?

 

haksöz

Bu yazı toplam 2511 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar