"Ey Araplar! Adamlar Gibi Savunmadığınız Mülkünüz İçin Kadınlar Gibi Ağlayın"

"Ey Araplar! Adamlar Gibi Savunmadığınız Mülkünüz İçin Kadınlar Gibi Ağlayın"

“Ağla (oğlum ağla)! Adamlar gibi savunmadığın mülkün için kadınlar gibi ağla.”i

brahim Abdullah Sarsur * / FİEM

(1)

Her nedense, Amerika ve İsrail’in son zamanlarda yaptıkları baskılar, çılgınlıklar ve buna karşın Arap ve İslam ülkelerinin yaşadığı zillet bana Endülüs tarihiyle ilgili kitaplarda geçen önemli bir olayı hatırlatıyor.

Kıssa son kalenin düşüşünü anlatıyor. Gırnata’nın Müslüman Kralı Ebu Abdullah İslam devletinin anahtarlarını 1492 de Katolik olan Ferdinand ve İzabella’ya teslim edip ailesi ve yakınlarıyla ülkeyi terk ederken, Gırnata ve Kasru’l-Hamra’ya bakan bir tepenin üzerine çıkar, İslam devleti olan Endülüs’ün eliyle yok olmasına ve mülkünün son bulmasına büyük bir hüzün ve hasretle bakar ve hüngür hüngür ağlamaya başlar. Onu bu durumda gören annesi oldukça ağır sözlerle kendisine hitap eder ve Abdullah’ın zihinlerde yer eden resmine yapışan şu meşhur sözü söyler:

“Ağla (oğlum ağla)! Adamlar gibi savunmadığın mülkün için kadınlar gibi ağla.”

Arap ve İslam dünyası (çok azı hariç) şu anda uluslararası bitpazarında satılıyor. Açık veya gizli bir şekilde düşmanları kendilerine her türlü oyun ve entrikayı uygun gördüğü bu dönemde esas rollerini üstlenmemeleri bunun açık örneğidir. Hatta bunların çoğu yönetim koltuğunda daha fazla kalmak için bu komplocu ve entrikacılarla birlik olup aynı safta yer alıyorlar. Bu uğurda zillet ve aşağılık şerbetini içseler de umurlarında değil.

Şimdiki liderlerin karşı karşıya kalacağı sonuç kesindir… Onların durumu Ebu Abdullah’ın durumundan daha iyi olmayacaktır… Bir farkla, Endülüs Kralı Küçük Abdullah annesi Aişe El-Hurre’nin teşvik ve desteğiyle düşmana karşı ciddi bir direniş gösterdi. Yıllarca Endülüs’teki son İslam kalesini son nefesine kadar savundu. Takati kalmayınca, işte o zaman acı kararı alması gerekiyordu: Teslim olup, İslam’ın 800 sene hüküm sürdüğü Gırnata’dan güvenli bir şekilde çıkması gerekiyordu.

İsrail, Amerika ve onlarla birlikte Batı ülkeleri, stratejik açıdan değil de taktiksel yöntemlerde görünen ufak tefek ihtilafların dışında birbirleriyle tamamıyla uyumludurlar. Arap ve Müslümanların aciz ve felçli bir şekilde görevini yerine getiremeyen ve ağırlığı olmayan, uluslararası konumu olmayan, küresel çapta etkisi bulunmayın, kimsenin takdir ve saygısını görmeyen bir ümmet olarak kalmasında hepsinin ortak maslahatı vardır. O nedenle Amerika Başkanı Trump’ın, ellerinde bulunan petrol ve altın gibi yeraltı zenginliklerine rağmen Arapların özgür olmadığını söylemesi artık gizli ve enteresan bir durum değildir. 

O nedenle bu ülkelerden, özellikle de körfez ülkelerinden biri uluslararası irade ve karar olmadan bağımsız olarak hareket etmeye karar verirse Amerika, İsrail ve Batı ülkelerinin hiçbir ölçüyü esas almadan buralardaki enerjiyi ele geçirmek için harekete geçecekleri artık bir gerçektir.

Arap dünyasının bugün işgal altında olduğunu; iradesiyle bilinç ve kararının gasp edildiğini; buradaki yönetimlerin idareyi gaspçılar adına sürdürdüklerini, halktan çok onların çıkar ve menfaatlerini korumaya çalıştıklarını, onların kararlarını uyguladıklarını, halkı onlar adına yönlendirdiklerini, bütün bunları zulüm ve yolsuzluk üzerine kurulmuş olan kendi otoritelerini koruma adına yaptıklarını söylemek bilinen bir hususu belki de tekrarlamak olacaktır.

Hesaplaşma anı geldiğinde acaba Arap yöneticiler Aişe El-Hurre’nin oğlu Ebu Abdullah hüngür hüngür ağlarken söylediği sözü söyleyecek birini mi bulurlar, yoksa durum daha da mı kötü olacak? Zira birçok Arap lideri ülkesindeki otoritenin kendi ellerinde olduğunu sanıyor. Hâlbuki onlar bunu uzunca zamandır kaybetmişlerdir. Ellerinde sadece avuntu kalmıştır. Bu, düşman orduları derin uykuya daldıkları yatak odalarına ulaştığında yüzlerine patlayacaktır.

(2)

Yaşadığımız çağın en acı sonuçlarından biri şudur…  Dünyaya şöyle bir göz attığında, halkların ve ümmetlerin güven ve huzur içinde yaşadıklarını, rızıklarının her taraftan bol bol aktığını görürsün… Bu halklar durumlarını geliştirmek için çalışırken, rejimler de enerjilerini halklarına hizmette harcıyorlar… Doğu ve Batı dünyasının yaşadığı budur… Ancak Arap ve İslam dünyasına baktığımızda durumun çok farklı olduğunu görürüz. Kişi içerde ve dışarıda karşı karşıya olduğu krizleri yorumlamakta zorlanmaktadır.

Bu ümmet geçmişte kendi içinden ve dışarıdan büyük kasırgalarla karşı karşıya kaldı. Batı’nın Haçlı saldırıları ve Moğol istilası İslam’ın Doğu kesiminde felaket derecede ağır sonuçlar bıraktı. Bu saldırılar sömürgeci devletlerin büyük oranda amaçlarına ulaşmalarına zemin hazırladı. Bunlar ümmeti her taraftan kuşatan dağınıklığı ve parçalanmışlığı, devletçikleri ve vilayetleri arasındaki savaşları fırsata çevirdiler. O gün –bugün olduğu gibi- birçok Arap lideri ve komutanı halklarına yaptıkları ihanetle, ümmetlerinin güvenliğini sarsmakla ve toprak bütünlüğünü yok etmekle başında bulundukları devleti kalıcı kılacağını ve yapısını sağlamlaştıracağını sanıyorlardı. Hâlbuki düşmanlarının kendilerini din, akide ve vatan kardeşlerinden korumak için uzattıkları ipin aslında kendilerinin idam ipi olduğunu bilmiyorlardı. Düşmanları bu ipi onları kurtarmak için değil, boğmak için uzatıyorlardı. Tam olarak olan buydu.

Sonları geldiğinde onlara gök ve yer ağlamadığı gibi, Allah’tan da bir yardım görmediler.

Görünen o ki bugün düne çok benziyor. Bugün de ümmet parçalanmış, liderler dağılmış durumda. Hastalık bu ümmetin vücudunu kemirmiş, derinliklerine kadar nüfus etmiş ve sonuçta başına gelene teslim olmuştur. Onur ve izzetini korumaktan aciz hale gelmiştir. Sonuçta düşmanın ağzına düşecek kolay bir lokma haline gelmiştir. Bugün hiç kimse ona değer vermemekte, duygularını hesaba katmamakta ve varlığı için bir hesap yapmamaktadır.

Olayları yakından takip edenler, ümmetin tarihinde bu hacim ve büyüklükte bir süreç yaşamadığını görecektir. Daha önceki yıllarında düşman İslam ümmetinin bedeninden bir parçayı vurduğunda, başka taraflar harekete geçip mucizeler gerçekleştiriyor ve yeni umut kapılarını açıyordu. Çok geçmeden düşman geldiği gibi rezil bir şekilde geri dönüyordu. Ümmet de yeniden toparlanıp çevresine ışık, iyilik ve güzellik dağıtmaya devam ediyordu.

Endülüs, Müslüman da olsa zulmeden insanların sonuçlarını, mümin de olsa Allah’ı unutup Allah’ın da kendilerini unutturduğu kimselerin akıbetini gösteren ders verici bir tablodur. Bu çağda ümmetimizin başına acaba ne geldi ve neden geçmişinden tecrübe almıyor?

(3)

Ümmet kendi içinde paramparça olmuş… Elliyi aşkın devlet var… Durumunu güzelleştirmekten ve kendisini kalkındırmaktan aciz kurum, kuruluş ve örgütler… Sağ ve sol çatışmaları, halklarla rejimler arasındaki çatışmalar... Laik ve dindarlar arasında savaş… Savaş ve savaş… Askeri hezimetler…

Bütün ümmet saldırı altındadır… Dini, toprağı, kutsalları, insanı, ahlakı ve sembolleri saldırı altında… Şimdiki hayatı ve geleceği saldırı altında… Bu saldırı tarihin en barbar, en vahşi ve en sert saldırısıdır. Düşman bu savaşta her şeyi mubah görmekte; onu caydıracak ne bir ahlak, ne bir değer ne de bir kanun var.

Kanaatimce ümmetin Amerika ve İsrail’den medeniyet ve kültür düzleminde gördüğü bu savaş onu medeniyet savaşına zorlayacak ve onu onuru, dini ve toprağını savunmak için harekete geçmeye zorlayacağını düşünüyorum.

(4)

Birçok kişinin İsrail’e karşı açık açık meylini ortaya koyan ve bir buçuk milyar Müslüman’ın duygusunu hiçe sayan Amerika Başkanı Trump’ın politikalarına karşı öfkeli olduğunu görüyorum. Ancak farklı düşünüyorum. Olup bitende bir hikmet olduğunu görüyorum. Bu hikmet Arap ve İslam coğrafyasını kaplayan küller nedeniyle açıkça görünmüyor.

O nedenle söyleyeceklerim konusunda beni mazur görün:

Amerika ve İsrail için Trump gibi bir adamı sevk eden Allah’a hamd olsun. Niçin biliyor musunuz? Çünkü ümmetin, Obama ve Barak gibi balla karışık zehir verenlerden çok, Trump ve Netanyahu gibi kendisine saf zehiri sunacak birilerine ihtiyacı vardı. Trump ve benzerleri belki ümmetin vicdanını harekete geçirebilir, öfkesini uyandırır, bunun sonucunda zillet ve perişanlık giysisini parçalayıp, izzet ve onur elbisesini giyer…

Değişen bir şey yok. Uluslararası kanunlara karşı gelen, bölgedeki halkları hiçe sayan BM kararlarını yok sayan İsrail aynı İsrail’dir. Değişmedi, değişmeyecektir de. Uyuşturucu bağımlısı gibi yakın uzak herkese saldırıyor. Saldırganlığı ve vahşeti için bağımlılar gibi damarlarını yatıştıracak uyuşturucuya ihtiyacı var. Bunu da almıyor, ona başta Amerika olmak üzere Batılı ülkeler sağlıyor.

İsrail, Arap ve İslam dünyası kendisine teslim olduktan sonra telmudi amaçlarına ulaşmasının önünde son engel olarak sadece Filistin halkını görmektedir. Dolayısıyla bu halkı yok etmesi gerekir. Özellikle de bu halkın direnişçi tarafını ortadan kaldırması gerekir ki bu halk da diğerleri gibi zulmü, baskısı ve tehditleri sonucu teslim olsun ve diğer ülkelerin safına geçsin…

Arap ve İslam dünyasındaki rejimler ve büyük oranda halklar da değişmedi… Rejimler aynen olduğu yerde duruyor. Zillet, teslimiyet, boyunduruk, bölünmüşlük, zafiyet, gerileme ve hezimet devam ediyor. Filistin’de yaşanan Nekbe’nin üzerinden yetmiş yıl geçmesine ve bu rejimlerin hayatında meydana gelen köklü dönüşümlere, yüzünde görülen çağdaşlık ve uygarlık yaftasına rağmen; topraklarında yükselen gökdelenlere, büyük otellere rağmen… Uydu araçlarına benzeyen araçlarına, Kur’an’ın Karun’un Hazineleri olarak tanımladığı hazineler gibi petrol gelirlerinden doldurulan hazinelere rağmen hiç değişmedi…

Bütün bunlara rağmen, BM raporlarıyla yerel kuruluşların istatistiklerine göre bu durum ümmeti daha fazla geriletti, fakirleştirdi ve cahilleştirdi. Bunun yanında onurunu, diğerkâmlığı, toplumsal duyarlılık ve sorumluluğu, ümmeti bir tek vücut yapan kardeşliği, başkasını düşünmeyi, parçalanmış kurbanlardan dolayı Allah’tan hayâ etmeyi de unuttu… Bunlardan bir şey kalmadı bu rejimlerde… Onların damarı çatlamış, şuuru kalmamış, his duygusu yok olmuştur. Kalpleri taş gibi hatta daha da katılaşmıştır. Liderlikleri kütükleri andırır olmuştur… Rejimlere çeteler hakim olmuştur… Hz. Peygamber (s.a.s)’in ahir zamanda ümmetin başına gelecek hastalıklardan bahsederken başına “amme işlerini konuşacak sefil insanların” geleceğini haber verdiği insanlar gibidirler.

(5)

Rejimlere şu müjdeyi vermek istiyorum. Sizin, İslamcılar olarak bahsettiğiniz insanları ortadan kaldırmak için dünya mustekbirleri ve İsrail ile örtüşen amacınızda asla başarıya ulaşmayacaksınız… Kudüs’e saldırı ve Filistin’e yerleşim alanları inşaatlarınız İsrail’e huzur ve barış getirmeyecektir… Bunun tersi doğrudur. Hamas ve İslami kesimin bütün Arap dünyasında neden olduğu baş ağrısından Arap rejimleri kurtulamayacaktır. İslamî kesim, ümmetin iç ve dış düşmanlarından kurtulmak için umut olmaya devam edecektir.

-----------------------------------------------------------------------------------------------------

*İbrahim Abdullah Sarsur: 1948’deki İslamî Hareket’in Güney Şubesi eski başkanı.