"Erdoğan'ın  Kendini Sigaya Çekmesi Gerekmez mi ?"

"Erdoğan'ın Kendini Sigaya Çekmesi Gerekmez mi ?"

Milli Gazete köşe yazarı Nedim Odabaş, "Siyaset Oyunu" başlıklı bir yazı kaleme aldı.

Odabaş, 1980 darbesinden bu yana halkın çeşitli araçlarla düşünmekten, sorgulamaktan uzak tutulduğunu belirttiği yazısında, yakın tarihteki iktidar kavgalarının arka planında dönen dolapları ele alırken, 28 Şubat'ın Türkiye’de yeni bir politik eksen kayması meydana getirdiğinin altını çizdi ve son zamanda görevlerinden alınan belediye başkanlarının Türkiye’deki siyaset düzlemini nasıl etkileyeceğini, bekleyip göreceğiz dedi.
 
Yazının tamamı şu şekilde:
 
1980 darbesinin bu ülkeye yaptığı en büyük kötülük, düşünmeyen, konuşmayan, sorgulamayan, analiz etmeyen, medya vasıtasıyla aldığı bilgileri olduğu gibi kabul eden afyonlanmış kitleler üretmiş olmasıydı.
 
Hiçbir heyecanı olmayan, hiçbir amacı olmayan, kapitalizmin esiri olmuş, gösteriş budalası, izledikleriyle kendi hayat tarzını oluşturmaya çalışan ve nereye istenirse oraya yönlenen bir kitle. Türkiye , özellikle medya çağında üretilen sanal kahramanların hayatlarını taklit ederek kendisine biçim veren, fikirlerine yön veren, yaşadıkları çarpıklıkları, adaletsizlikleri sorgulamayan, şuursuz kitlelerin rüzgâr önünde savrulan yapraklar gibi yalpalayan tipler yüzünden son 30 senedir bir arpa boyu yol alamadı. Toplumun bu savrukluğunu bilen, analiz eden, masa başında hesaplar kitaplar yapan birileri, siyaseti de, ekonomiyi de, kültürü de, politik ekseni de kendilerince yönlendirdiler. Yaptıkları menfaat bölüşümleriyle iktidarları belirlediler, politikanın çerçevesini de çizdiler, sadece kendisine yontan keser gibi her şeyi “çıkılmaz bir sokak” tabelasıyla kendi havuzlarında biriktirdiler.
 
Ülkemizdeki iktidar kavgasının özeti aslında budur. İktidarların “Para Babalarının” cüzdanlarındaki rakamların iniş çıkış grafiğine göre belirlendiği dönemleri de gördük biz. Bankalara koydukları milyarlarca doları, devlete çok daha yüksek fiyattan satabilmek için enflasyonu da, faizi de belirleyenler, beğenmedikleri, işine gelmedikleri hükümetleri saf dışı edebilmek için türlü oyunlar yaptılar. Hükümetler, bu para babalarının iştahlarını gidermek, karınlarını doyurmak, banka hesaplarını şişirmek için farklı tavizler vererek, ayakta kalabilmeyi denediler. Devletin zaaflarından faydalanmak için türlü entrikalar çeviren, her sosyal ve ekonomik durumu kendilerince ranta çevirmeye çalışanların, kabul edilemez isteklerine boyun eğmeyen Refahyol hükümeti ve Türkiye Cumhuriyeti’nin en başarılı Başbakanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan ise “sahte irtica” tehditleriyle, kara propagandalarla, medyanın da bu süreci arkalamasıyla görevinden ayrılmak durumunda kaldı.
 
28 Şubat meş’um süreci, Türkiye’de yeni bir politik eksen kayması meydana getirdi. Bu eksen kayması, merkeze AKP hükümetini yerleştirdi. Denize düşen yılana sarılır hesabıyla, millet sandıklarda AKP’yi merkeze yerleştirdi.
 
Bugünlerde olağanüstü günler yaşıyoruz. Seçimle işbaşına gelen AKP’nin farklı şehirlerdeki belediye başkanları bir bir görevlerinden alınıyorlar.
 
“Seçimle gelen seçimle gider” söylemini en çok kullanan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ’ın talebiyle gerçekleştirilen bu görevden almalar, Türkiye’deki siyaset düzlemini nasıl etkileyecek, bekleyip göreceğiz.
 
Her birisi kendi şehirlerinde efsane olan belediye başkanlarının görevden alınmalarını bu millet nasıl değerlendirecek?
 
Maalesef, medyanın şekillendirdiği, biçimlediği, “iffeti değil, şehveti başrole koyan” anlayışıyla ahlak ve maneviyatını törpülediği bu millet, kötülüklerin içselleştirildiği, yoksullukların arttığı bu dönemi, aklına ve mantığına danışarak değerlendiremeyecektir. Bunu adımız gibi biliyoruz…
 
Türkiye’deki otoriter sistemin, neyi nasıl yapacağını bir türlü kestiremiyoruz. “Metal yorgunluğu” diyerek eğer bunlar yapılıyorsa, öncelikle Cumhu