“Dilleri Kaba, vicdanları Taş” olanlarda oyun bitmez!

Geçen hafta, Türkiye’de “çok önemli gelişmeler” yaşandı... Bir yanda “Çözüm Süreci”nde gelinen son aşama, bir yanda “Paralel İhanet Çetesi”nin yüzündeki “maske”nin inmesi... Tabiî, “Kabataş olayı” ile ilgili gelişmeler, 16 yazarın “ortak başlık”la yazı yazmaları, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu yazarlara “hakaret” dolu ifadelerle saldırması ve bu yazarların Kılıçdaroğlu aleyhinde “suç duyurusunda” bulunmaları, “Abdullah Gül ve Hakan Fidan’ın adaylığı” meselesi de, geçen haftanın “en çok konuşulan” konuları arasındaydı...

BARIŞI BİTİRENİ BİTİRİRLER!

Önce “Çözüm Süreci”nden başlayalım...

Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın geçen hafta yaptığı; “Silahları demokrasi ateşinde yakacağız” şeklindeki açıklama, “Çözüm Süreci”nde hangi aşamaya gelindiğini göstermesi açısından son derece önemliydi...

Bu açıklamadan sonra, bir BDP heyeti önce Kandil’e, sonra da İmralı’ya gitti... BDP’den ve BDP eş genel başkanı Selahattin Demirtaş’tan zaman zaman “çatlak sesler” çıksa da; hemen herkes biliyor ki, bundan sonra “Barış”tan dönmenin imkânı yoktur.

Bundan 15-20 yıl önce;

“Terörü bitireni bitirirler”di!..

Bugün ise;

“Barışı bitireni bitirirler!”

Herkes bunun farkında!..

Çözüm süreci, “Kürt halkı” başta olmak üzere, “bütün Türkiye” tarafından sahiplenilmiş, kabullenilmiş “ekonomik” tabiriyle “satın alınmıştır.”

Bu saatten sonra, “geriye dönme”nin, hele hele “silahlara yeniden sarılma”nın mümkünatı yoktur.

Öyle sanıyoruz ki;

21 Mart’taki “Nevruz törenleri”nde, Abdullah Öcalan’ın, belki de “görüntülü bir mesajı” yayınlanacak, “PKK’nın geri çekilmesi ve silahlara veda etmesi” istenecektir...

Biliyoruz, bunu “Kandil’in kabullenmesi” hayli zor olacak... Ama, işler bu aşamaya geldikten sonra, başka çareleri de yok...

Elleri mecbur;

“Barış”ı kabullenecekler!..

Özellikle şu “kritik süreç”te!..

GÜL, HESAPLARI BOZDU!

Malûm;

Türkiye, tarihte benzerlerini gördüğümüz bir “Haçlı Saldırısı” ile karşı karşıya!.. Eskiden “tank”larla, “top”larla “tüfek”lerle saldırırlardı... Şimdi ise, “algı operasyonları” yürütüyorlar, “döviz”le saldırıyorlar, yöneticiler arasına “nifak” sokup, “çatlak” oluşturmak istiyorlar!..

Ne var ki;

“Oyun”ları, “plân”ları, “tezgâh”ları ve “kaos stratejileri” tek tek çöküyor!..

Bir ara, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün “milletvekili adayı” olacağını, “aktif siyasete döneceğini” yazdılar, konuştular!..

Hesapları şuydu:

“Abdullah Gül siyasete dönsün!.. Meclis Başkanı veya Başbakan olsun ki, Ahmet Davutoğlu ile aralarına nifak girsin!”

Peki, ne oldu?..

Abdullah Gül, geçen hafta Cuma günü bir açıklama yaptı ve “milletvekili adayı olmadığını, aktif siyasete de dönmeyeceğini” söyledi!..

Bu açıklama, “Akit’i de doğrulayan” bir açıklamaydı...

Biliyorsunuz, 11 Mart Çarşamba günkü Ayna’da, “Abdullah Gül’ün gelecekle ilgili plânlarını” ilk defa “biz” yazmış ve demiştik ki;

Abdullah Bey, kesinlikle “milletvekili adaylığı”na müracaat etmeyecek!.. Dolayısıyla; ne “Meclis Başkanlığı”, ne de “Başbakanlık” gibi bir hesabı var!..

Açık ve net söyleyelim:

Abdullah Bey; Amerika’da benzerlerini gördüğümüz “Think Thank” gibi bir “kuruluş” oluşturma çabasında!..

Hani, eski ABD Başkanı Bill Clinton, ülke ülke dolaşıp “konferanslar” veriyor, “görüşmeler” yapıyor ve buralarda “ABD’nin dış politikası”nı anlatıyor ya; Abdullah Bey de böyle bir hazırlık içinde...

Dahasını söyleyelim:

Bunun için, bir “bina” da tutulmuş, şu anda “restore” ediliyor...

Gül, “konuk”larını burada ağırlayacak ve onlara “Türkiye’nin gidişatı” hakkında veya “Ortadoğu sorunları” ya da “AB ile ilişkiler” konularında bilgiler verecek!..

Ve yine, sık sık “yurt dışı”na gidip, tıpkı Bill Clinton’ın yaptığı gibi “Türkiye” konulu konferanslar verecek, “Dünya 5’ten büyüktür” diyecek...

Şu anda, “restorasyon”u devam eden bina, bir anlamda “Think Thank Merkezi” olacak...

Aslında, buna Türkiye’nin ihtiyacı var... 

Bu işler, sadece Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan veya Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun çabaları ile olmuyor... Onlar, hangi birine yetişsinler?.. Mesele “Türkiye” ise; herkes elini taşın altına koyacak... Abdullah Gül de koyacak ve öyle umuyoruz ki, böyle bir “misyon” yüklenecek...

Dolayısıyla;

Yok “adaylık”mış, yok “Meclis Başkanlığı” veya “Başbakanlık”mış, bunlar boş lâkırdılar!.. Abdullah Bey, bu “ucuz ayak oyunları”na pabuç bırakmaz, bu “tuzak”lara düşmez!..

Türkiye, “Abdullah Bey’in plânı”nı, belki de ilk defa “Akit”ten öğrendi...

Nitekim;

“Bu yazıdan üç gün sonra”, yani Cuma günü gazetecilerin sorularını cevaplandıran Abdullah Gül, “aktif siyasete dönmeyeceğini, millete ve memlekete hizmet etmek için illâ da siyasette olması gerekmediğini” söyledi...

Tekrar ifade edelim:

Abdullah Bey, “aktif siyaset”te olmayacak... Bundan böyle, Türkiye’ye; bir “Think Thank” kuruluşu vasıtasıyla hizmet edecek...

FİDAN MİT’İN BAŞINDA

Bazılarının “heves”lerini kursaklarında bırakan, bazılarını “ters köşe” yapan, sadece Abdullah Gül değildi... “Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı üzme” pahasına milletvekilliği adaylığı için müracaat eden Hakan Fidan’ın; bu kararından vazgeçtiğini açıklamasından hemen sonra yeniden “MİT Müsteşarlığı”na atanması da, “birilerinin hesapları”nı ters yüz etmiş, “heves”lerini kursaklarında bırakmış ve “son derece isabetli” bir karar alınmıştır...

Özellikle şu süreçte; yani “Çözüm Süreci”nin ve “Paralel’le mücadele”nin belli bir aşamaya geldiği şu dönemde, Hakan Fidan’ın MİT’in başından ayrılması, hiç de doğru değildi...

Zira; gerek “Çözüm Süreci”, gerek “Paralel’le mücadele” konularında en iyi bilgi sahibi olanlardan biri Hakan Fidan’dı...

Neyse ki;

9 Mart Pazartesi günü, “Cumhurbaşkanlığı Sarayı’ndaki Bakanlar Kurulu Toplantısı”ndan sonra yapılan açıklamada; “Hakan Fidan’ın yeniden MİT Müsteşarlığı’na atandığı” bildirildi de, taşlar yerli yerine oturmuş oldu...

DİLİNİZ KABA, VİCDANINIZ TAŞ!

Hasbihalimizin başında da ifade ettiğimiz gibi; geçen haftanın en önemli olaylarından biri de, “Kabataş olayları” etrafındaki tartışmalardı.

Malûm, 5 Mart günü 16 köşe yazarı, “Diliniz Kaba, vicdanınız Taş” ortak başlığı  ile bir yazı yazmış ve Kabataş’ta “Gezi’cilerin saldırısı”na uğrayan Zehra Develioğlu’na sahip çıkmışlardı...

Ne enteresandır ki;

“16 yazar”a ilk tepkiyi gösteren CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu olmuş, yazarlara “ağız dolusu hakaretler” savurmuş ve 9 Mart günkü CHP Grup Toplantısı’nda demişti ki;

“Havuz medyasının köşe yazarları var. Köşe satıcıları. Aynı başlıkla yazı yazıyorlar. Hâlâ bunu savunuyorlar. Yahu siz gazeteci misiniz? Yoksa yalancıların temsilcileri misiniz? Sizde vicdan, ahlâk, namus, din, iman ve kitap var mı? Bu kadar yalan olmaz.”

16 yazar da, “Kılıçdaroğlu’nun hakareti” üzerine “suç duyurusu”nda bulunmuş ve onun yargılanmasını istemişti...

Kılıçdaroğlu’nun bu hakaretinden cesaret alan bazı yazarlar, “saldırı”ya geçmişler ve “Hani görüntüler?” diye sormaya başlamışlardı...

Ama, ifade dünyaları “140 karakter”den ibaret olan bu “kuş” beyinli taife, şunu hiç sormadı; 

“Trafik kazalarını bile görüntüleyen kameralar, o saldırı esnasında niye arızalandı?.. Hadi, biri arızalandı, bölgedeki 10 kamera nasıl arızalandı?!?..

Tıpkı, Danıştay cinayetinde olduğu gibi kameralar mı arızalandı(!), yoksa birileri, o görüntüleri el çabukluğu ve Sürat’le ortadan mı kaldırdı?!?..

Diyorlar ki;

“Böyle bir saldırı yok!”

Farzedelim ki, yok!.. Peki; “İkinci Gezi Kalkışması” denilen, 6-8 Ekim’deki “Kobani Kalkışması”nı ne yapacağız?..

Malûm, “Kobani Kalkışması” esnasında 50 civarında vatandaşımız öldürüldü... Ama, tek yaptıkları “kurban eti” dağıtmak olan 16 yaşındaki Yasin Börü ve arkadaşlarının “öldürülme anları”na ait görüntüler, göstericilerin nasıl bir “linç psikolojisi”yle hareket ettiklerini ortaya koydu!..

Sadece şunu soralım:

“İkinci Gezi Kalkışması’nda bunları yapanlar, Birinci Gezi Kalkışması’nda neler yapmaz?!?”

O “vandal”lar, o “canavar”lar, Yasin Börü ve arkadaşlarını pencereden attılar, üzerinde tepindiler ve kafalarını taşlarla ezdilerse, Zehra Develioğlu’na Allah bilir neler yaptılar!?!..

ZAMAN’IN OMURGASIZLIĞI!

Hem, Türkiye’de “medyaya baskı” uygulandığını iddia edip, ABD’ye şikâyet eden, hem de “yazarlara hakaretler” savurup, “8-9 Haziran’da bazı gazeteleri kapatacağından” dem vuran CHP’nin başındaki Bay Kemal Kılıçdaroğlu’ndan “insaf, vicdan ve omurgalı bir duruş” beklemek, fazla bir iyimserlik mi olur?..

Bu vesileyle, “Paralelci omurgasızlığı”na da bir çift lâfımız var...

13 Haziran 2013 Perşembe günü; “O gelin konuştu: Kadınlar küfrediyor, erkekler vuruyordu” başlıklı bir haber yapan, 14 Haziran 2013 Cuma günü de “Darp edilen genç annenin 6 aylık bebeği sütten kesildi” başlığını kullanan Zaman gazetesi, 5 Mart 2015 Perşembe günü nasıl bir haber yaptı biliyor musunuz?..

Dediler ki;

“14 yandaş yazar, Kabataş yalanı için aynı başlığı attı!”

Bu kadarına pes!..

“Allah, bunlara akıl, fikir, vicdan ve omurga versin!”

“Omurga” olsaydı, “dik” dururlar, bu kadar savrulmazlardı!..

Yazık, çok yazık!..

Gülmüyoruz, onlara sadece üzülüyoruz.

Selâm ve saygılarımızla!..

yeniakit

Bu yazı toplam 601 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar