Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Çarşamba Sohbetleri, -Okuyularla Hasbihal-32

-Kâmil Erdekli, Mustafa Şahinoğlu, İbrahim Turan, Yılmaz Tırmıkçı, Ekrem Kara isimli okuyucuların birbirine benzeyen soruları üzerine..: 19 Ekim günü, Başbakan Davudoğlu, 10 Ekim’de meydana gelen ve yüzden fazla insanın öldüğü Ankara’daki büyük patlamayla ilgili olarak eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün sadece HDP eşbaşkanı Demirtaş’a başsağlığı mesajı göndermesini, ‘Sayın Cumhurbaşkanımızın takdirleridir, amma..’ diyerek nazikçe eleştirdiği, ’İlk günden itibaren şunu söyledim taziye evi Türkiye Cumhuriyetidir. Çünkü, aynı acıyı hepimiz yaşadık. Sadece HDP’ye taziye dilemek orada hayatını kaybeden bütün vatandaşlarımızı HDP ile özleştirmek anlamına gelirdi. (…) Demirtaş bu taziyeyi kendine mal edemez. (…) Demirtaş’la bir görüşmem olmadı, gerek de görmedim. Acı, hepimizin acısı.. Ben Diyarbakır Saldırısı’ndan sonra Demirtaş’ı aradım. Çünkü HDP’ye saldırı yapılmıştı. Ama, tenezzül edip telefonuma çıkmadı..  Şimdi aramamı gerektirecek bir durumum yok, zâten taziyeyi beklemeden beni ve Cumhurbaşkanımızı kaatillikle suçlamış, neyin taziyesini yapacağız? şeklindeki sözlerini dinlerken; sizin Star’daki o günkü yazınızdan: ‘Abdullah Bey’in bu telefonunda bir ‘muhatab seçim hatası’ yaptığına dair değerlendirmenizi ve bunun üzerine kendisine yönelen eleştirilerden rahatsız olup, böyle bir telefonun bile eleştiri konusu yapılmasından yakınmış.. Halbuki, o eleştiriler onun Demirtaş’a telefonu için değil, Demirtaş’ı, o hadisenin kurbanlarının temsilcisi gibi görmesinden dolayı idi. Çünkü, saldırıya uğrayanlar HDP’liler değil, başka kuruluşlardı. Abdullah Bey, o katliâmın kurbanlarının yakınlarına ayrı ayrı telefon edip başsağlığı dilemek yerine, onların acısını paylaşması için Demirtaş’a, kendisini temsil etmesi ricasında bulunmakla, onu ve partisini o hadisenin mazlum ve mağduru durumuna getiriyordu.’ şeklindeki cümlelerinizi okuyorduk.. Davudoğlu’yla aynı mânâları taşıyordu, her iki beyan da.. Birbirinizle irtibatınız var mı? Ayrıca, o yazınızda, Davudoğlu’nun Kılıçdaroğlu’na güvenmesine getirdiğiniz eleştiri de çok yerinde.. Gerçekten de hayret ediyor insan.. Sonra da adamın eline şantaj için bir takım fırsatlar veriliyor.. 

*SEÇDavudoğlu’yla şahsî tanışıklığım da sözkonusu değildir. Ayrıca belirtmeliyim ki, o yazıyı 18 Ekim Pazar sabahı Ankara’dan İstanbul’a yola çıkmadan önce yazıp gazeteye göndermiştim. Yani, Davutoğlu’ndan 24 saat önce.. Aynı doğru ifade etmek, arada mutlaka bir bağ olduğu mânâsına gelmez.

-İsmail, 13 Ekim, İslamcılar "artık biz devlet olduk" kibrine kapılmasaydı, T.C.'nin ürettiği gibi kendine "olmayan düşmanlar" üretmeseydi, aslında hiç bir şeye tam sahip olamamışken her şeyin sahibiymiş gibi davranmasaydı, (...) bu kadar israf yapılmasa, birileri bir gecede zengin edilmese, liyakat sahipleri yerine yandaşlara, ikiyüzlü yalakalara meydan verilmese, dış politikada hayaller yerine serinkanlı ve realist politikalar izlenebilse, dediklerinize katılmamak mümkün değildi. Lakin İslamcılar bu sınavı iyi veremediler. İktidar sarhoşluğuna kapıldılar. Halbuki çok büyük çoğunluğu devlet idaresini "Bayezid Meydanı’nda gösteri yapmak" zannediyorlardı. İyi niyet yetmiyor. Tabii, bir kaç kişi hariç çoğunun iyi niyetli olduğuna da inanmıyorum. Tabii, şeriat ile sorunları gerçekten çözüp çözemeyeceği de -İran, Afganistan, S. Arabistan gibi- ayrı bir muamma ya da belki muamma bile değil. 
Bu cümleden olarak halki suçlamak yersiz.. Çünkü islamcılar ve belki de günümüz islamcılığı maalesef ki "yetersiz".

Huseyn N. Türk: IŞİD / DAİŞ gibi örgütler İslam’ı 4 yıldır yeterince kanlı göstermeye yetti.. Onların uygulamaları İslam’a aid imiş gibi gösterildi.. 10 Ekim günü Ankara’daki patlama HDP eşbaşkanı Demirtaş tarafından hemen ‘devlet tarafından yapıldı, devlet içinde DAİŞ’in yapılanması var..’ şeklinde değerlendirildi. ‘Bunları bir örgüt devlet desteği olmadan yapamaz’ diyor.. PKK tarafından yapılan o kanlı eylemler, bombalamalar, hendek kazmalar, yakıp-yıkmalar da Devlet’le işbirliği halinde olanlarca yapılıyor, öyle mi, Sn. Demirtaş?  

-Rahmi Erkiletli: 14 Ekim tarihli DirilişPostası’nda, Süleyman Civliz isimli bir okuyucunun Seninki terörist, benimki gerilla, onunki isyancı..’ başlığı altında, ilginç  bir yazısını okudum.. Ona bu ilginiç yazısı için, buradan teşekkürle, bazı bölümleri ezetleyerek alıyorum. Bazı silahlı örgütler, resmiyette terörist olarak tanınırken, medyadaki tanımlama her zaman böyle olmayabiliyor. Özellikle ABD ve İngiltere’deki büyük medya kuruluşlarının, bu grupların bazılarından ‘rebels yani ayaklanmacılar olarak bahsettiğine şahit oluyoruz. Ayaklanmacı sözcüğü terörist grupları tam olarak aklamıyor, fakat zalime başkaldıran özgürlük savaşçılarıymış gibi algılanmasına sebep oluyor. Görünen o ki; terör grupları emperyalizme hizmet ettikleri ölçüde terörist yakıştırmasından kurtulabiliyorlar.

Bu tanımlama zamanla değişiklik de gösterebiliyor. Ayaklanmacı olan bir grubun terörist olması,teröristlerin de zamanla ayaklanmacı olarak terfi alması da mümkün. Ayırıcı nokta, örgütlerin emperyalist -özellikle ABD ve İngiltere- politikalarına hizmet edip etmedikleri. 
(…) Şiddet kullanmayı ve resmi kolluk kuvvetleri ile çatışmayı bir yöntem olarak benimsememiş gruplarayaklanmacı / ‘rebel’ olarak adlandırılabilir.(…) Bu anlamda 100’e yakın yurttaşımızı kaybettiğimiz terör olayından yola çıkarak, Batı medyasında kim terörist, kim ayaklanmacı dedi, bir bakalım.

New York Times’ın PKK ile ilgili yaptığı hiçbir haberde terör kelimesi geçmiyor (2007 – 2015 arası incelenmiştir). Bunun yerine “Kurdish Rebels” (Kürt Ayaklanmacılar) ifadesi tercih ediliyor. (…) CNN ise Türkiye’nin Kuzey Iraktaki hava harekâtlarında “Türkiye kime karşı savaşıyor?” diye sorarken, PKK’yı Kürdistan İşçi Partisi’ne bağlı Kürt ayaklanmacılar olarak tanımlıyor. CNN in haberlerinde de yine PKK ve terör bir arada yer almıyor. 
BBC yayın ilkelerini açıklarken terör kelimesinin kullanımıyla ilgili olarak, “Bir eylemi haberleştirirken hızlı, hassas, bütün olarak ve sorumlulukla aktarmalıyız. Duygusal ya da değer yargıları taşıyan kelimelerin dikkatsiz kullanımı güvenirliliğimize zarar verir. “Terörist” kelimesi, anlaşılmayı kolaylaştırmak yerine zorlaştırabilir. Terimleri atıfta bulunmadan kullanmalıyız. Gerçekleri bildiğimiz gibi rapor ederken insanların onları kendilerince yorumlamasına izin vermelisiniz..” diyor, ama, bu kural farklı örgütler söz konusu olduğunda esneyebiliyor.

Örneğin yakın zamandaki bir haberde, Rusya’nın Suriye topraklarında en son yaptığı askeri harekatın, ‘terörist’ gruplara karşı yapıldığı başlıkta alenen belirtiliyor. BBC Ankara’daki bomba faciasının ardından PKK mevzilerine yapılan hava operasyonlarını “ölümcül bombardıman” olarak tanımlıyor. Fakat hem onlarca Türkiye vatandaşının öldüğü eylemin hem de Türk Ordusu’nun PKK’ya karşı yaptığı operasyonun ifade edildiği haber metninde, terör kelimesinin özenle kullanılmadığını görüyoruz.

Ama, New York Times IRA (Irish Republican Army /İrlanda Cumhuriyet Ordusu) örgütüyle alakalı tek bir haber içerisinde IRA’yı 15 defa terörist grup olarak tanımlıyor. Keza BBC nin bir diğer haberinde üç terör zanlısının bıçaklarıyla bir saldırı düzenlemek üzereyken yakalandığı belirtilmiş. Ve o kutsal yayın ilkelerihiçe sayılarak tutuklanan üç gencin terörist olduğu tekrar tekrar vurgulanmış. Şaşırmıyoruz, ama gençlerin üçü de Müslüman adlarına sahip. IŞİD terör örgütüyle bağlantısı saptanan üç terörist genç. 

Fakat batı basını bunları neye göre tasnif ediyor? Terörist ya da ayaklanmacı olmak için ne yapmak gerekiyor? Ayırıcı faktör büyük ölçüde ABD’nin ve aynı zamanda Avrupa ülkelerinin emperyalist global planlarına uyup uymaması. Aynı örgütün Suriye’de terör estirenini terörist, Türkiye’yi yangın yerine çevireni ‘rebel’. Suriye’de iç savaşın ilk yıllarında bütün direniş örgütleri ayaklanmacı, Rusya ve Amerika, Ortadoğu konusunda el altından uzlaşınca, hepsi terörist!. 
Peki bunun kime ne faydası var? Ola ki batılı devletlerin bu örgütlere yaptıkları yardımlar deşifre olursa, o yardımlar “zâlimin elinde cefa çeken asil direnişçilere” verilmiş olacak.

-Tuğrul Köseoğlu, Tebriz: İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhanî’nin, 22 Eylul günü, İran-Irak Savaşı’nın başlayışının 35. yıldönümü dolayısiyle yaptığı konuşmaya değindiniz. Ruhanî,  İran askerlerinin, pasdarlarının, besicî denilen milis güçlerinin, gönüllü savaşçıların Irak ve Suriye rejimlerinin yardımına koştuklarını, bundan sonra da ve komşu başka ülkeler isterlerse, onların yardımına da koşacaklarını açıkladığına dair sözlerini’ verdiniz, bunlar doğru, ama az bile.. Ben, daha fecî zulümleri bildiğiniz halde, sustuğunuzu ve İran konusunda kendinizi çok frenlediğinizi hissediyorum. Bence daha sert yazmalısınız. Ben Tebriz’de ticaretle meşgulüm.. Tahmin edersiniz ki, sahte isimle yazıyorum.. Tebrizli bir ortağım var.. O bana İran gazetelerinden bazı haberleri okuyor.. 23 Eylul günü, İranlı pasdar komutanı Muhammed Hamîdî’nin, Şam’daki Harem-i Zeyneb denilen Hz. Zeyneb Türbesi’ni savunurken,‘şehid’ (!) olduğu yazılıyordu.. Ama, nerede? Şam’la alâkası olmayan, 110 km. güneydeki Der’a’da.. Anlıyorsunuz, değil mi, hokkabazlığı.. Böyle yüzlerce örnek var..

Siz Türkiye’nin böyle maceralara giremiyeceğini yazıyor ve buna en büyük engel olarak NATO üyeliğini söylüyorsunuz.. Ama, aynı NATO, Türkiye’nin güney sınırlarındaki bu yangına seyirci kalıyor.. Bu durumda, Türkiye, NATO’da kalmaya niye devam eder ki?

*

-Ramazan Zahireci: Ankara Esintileri’ başlıklı yazılarınızı da diğer yazılarınız gibi ilgiyle okudum; Ankara’da olduğunuzu bilseydim, görüşmek isterdim. Hele de, ‘Ulucanlar Hapishanesi Müzesi’nden aktardıklarınız çarpıcıydı. Bazı camilerde, uluslararası müslüman öğrencilerden bir grupla ve sair yerlerde de sohbet toplantıları yapmışsınız. Ankara’ya niye böyle sessizce gelip gidiyorsunuz? Keşke haberimiz olsaydı..  

-Süleyman Eroğlu: Hem HDP ile MHP’yi birbirinin tersinden benzeri olan  iki ayrı uç olarak gördüğünüzü belirtiyor, hem de daha çok HDP’ye çatıyorsunuz. MHP’ye daha az değiniyorsunuz. Bununla neyi hedefliyorsunuz?

*SEÇ: Özel bir kasdım yok.. Evet, HDP/ PKK,  kürdçü-laik bir temel üzerinde; MHP ise, türkçü -laik bir temel üzerinde yol almaya çalışıyorlar. Sadece HDP, eşbaşkanlı sistemle, farklı yüzlerini ayrı ayrı ve farklı mekanlarda farklı şekillerde gösterebiliyor.. Yüksekdağ hırçın ve savaşçı, Demirtaş ise, barışçı görünümü altında.. rengarenk ve maslahata göre her kılıfa girebiliyorlar.  MHP’de ise, tek bir yüz var, Bahçeli.. Onun da ne dediği veya demeye çalıştığı ve demediği ve diyemiyeceği de aşağı yukarı belli.. Buna rağmen, onada da yeri geldikce değinilmektedir..Ama, bir bütün olarak ise,  bütün grup ve partilerin yanlış görülen söz veya tavırlarına, toplumu etkilemelerinin muhtemel derinliğine göre, yeri geldikçe değinilmektedir.   

 

*

dirilişpostası

Bu yazı toplam 922 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar