Bakanların hayat hikâyeleri...

Bakanların hayat hikâyeleri... 
 
Çilesiz başarı olmaz!O sözü, taa "lise yılları"nda duymuş ve kelimenin tam anlamıyla çarpılmıştım... O söz, şuydu: "Bir dağın zirvesinde yılana da rastlanır, kuşa da... Biri sürünerek gelmiştir, biri uçarak."
Zirveye "sürünerek" gelen, yani "meşakkat" çeken, elbette "zirve"nin değerini de bilecek, "zirveden inmesi" de uzun bir süre alacaktır.
Ama zirveye "uçarak" gelen, yani pek fazla zahmet çekmeyen, "zirvenin değeri"ni bilemeyeceği için, yine uçarak iner...
Bu sözü, kendime bir "hayat düsturu" yapmış ve "bir yere gelmek" istiyorsam; "dişimle-tırnağımla" gelmem gerektiğini anlamıştım...
Yani; birilerinden "tavassut" istemekle, onların önünde "eğilmek"le değil, "kendi alın terimle" bir yerlere gelmeyi düstur edinmiştim.
Allah"a şükürler olsun ki; kendi kendime verdiğim sözden hiç sapmadım.
GÜL VE ERDOĞAN
Bunu niye hatırladım?..
"Yeni Bakanlar Kurulu" açıklanıp da, bazı bakanların "hayat hikayeleri"ni öğrenince, kendi yaşantım geldi gözlerimin önüne...
Demek oluyor ki;
"Zirve"ye ulaşan insanların geçmişlerinde "meşakkat" vardır, "fedakârlık" vardır, "zorluklara göğüs germek" vardır... Ama en önemlisi "azim" vardır, "sebat" vardır, "sabır" vardır.
İşte Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve işte Başbakan Tayyip Erdoğan"ın hayatları... Onlar, şu anda bulundukları makamlara gökten "zembil"le inmediler.
Bu yolun "çile"sini çektiler.
"Zorluk"larla ve "zorbalık"larla mücadele ettiler ama, asla yılmadılar.
Abdullah Gül, Kayseri"de "gazoz" sattı... Başbakan Tayyip Erdoğan ise, İstanbul"da "simit" sattı.
İşte bugün;
"Eşi başörtülü" olduğu için "Cumhurbaşkanı" olamayacağı söylenen Abdullah Gül, "devletin en üst makamında"dır...
"Siyasi hayatı bitti" denilen, "muhtar bile olamayacağı" söylenen Tayyip Erdoğan ise, hem de 3. defa "Başbakan"dır...
Dedik ya;
Bir yere kolay gelinmiyor.
Kendine bir "hedef" koyacaksın, "gayret" edeceksin, "ayran gönüllü" değil, "sebatkâr" olacaksın ki, hedefine ulaşabilesin.
ERDOĞAN"IN YOL ARKADAŞLARI
Sadece Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan değil... Bugün "siyasetin zirvesi"nde olan "bakan"ların da, orada bulunmayı hak eden "farklı özellikleri" var.
Her şeyden önce;
"Mücadele ruhları" var!..
"Sebat"ları var, "sabır"ları var.
"Sevgi"leri var, "saygı"ları var.
Ve elbette;
"Vefa"ları var.
Alın Ömer Dinçer"i... Alın Binali Yıldırım"ı... Alın İdris Naim Şahin"i... Alın Veysel Eroğlu"nu...
Bunlar, Başbakan Tayyip Erdoğan"ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde "yol arkadaşları" idi... Kimi "müdür"üydü, kimi "danışman"ı...
Erdoğan, onlarla başarılı oldu...
Ama onlar da;
"En zor günleri"nde bile kopmadılar Erdoğan"dan... Satmadılar onu...
Her defasında; "Bu defa bakan olacak" denilen ama olamayan İdris Naim Şahin"in küsmeyip "sabır" göstermesi; işte "İçişleri Bakanlığı" gibi kritik bir görevle ödüllendirilmesine vesile oldu... Bu görev, onun; bir anlamda "vefa ve sabrının bir zaferi"dir!..
Binali Yıldırım"a gelince...
Bilirsiniz, hayli "ağır" konuşur Binali Bey... Lâf, ağzından tane tane çıkar... Ama, "icraat"a gelince, son derece "hızlı" ve "iş bitirici"dir.
Tayyip Bey"in"vazgeçilmezler" listesinde yer alması; onun "lâfının yavaş ama işinin hızlı olması"ndan olsa gerek ve tabiî, "vefa"sını da unutmamak gerek...
DİNÇER, BİR ANADOLU ÇOCUĞU
Ömer Dinçer"i ise, taa "Başbakanlık Müsteşarı" olduğu yıllarda, Moğolistan gezisinde tanımıştım... Çok önemli bir koltukta oturuyor olmasına rağmen, "hava basan" biri değildi.
Son derece "alçakgönüllü"ydü.
Benim gözümde o, "kavruk Anadolu insanının bir temsilcisi"dir...
Anadolu insanı, "Beyaz Türkler" tarafından hep "itilmiş, kakılmış, horlanmış ve dışlanmış"tır ya, Ömer Dinçer de, işte o insanların "zinciri kıran"larındandır.
Değil bakan, ne olursa olsun, benim gözümde, bir "Anadolu çocuğu"dur Ömer Dinçer... "Kavruk" ve "bağrı yanık" bir "Anadolu çocuğu."
Karaman"dan, Milli Eğitim Bakanlığı"na uzanan yolda, hayli "zorluk"lar, "yoksulluk"lar yaşamış, "çile"ler çekmiş ama "kararlılık"tan ve "dik duruş"tan asla taviz vermemiştir.
Tayyip Bey"e "danışmanlık" yaptı, Ensar Vakfı"nın "mütevelli heyeti"nde bulundu ama "hassasiyet"lerini hiç kaybetmedi.
YİNE HEDEF TAHTASINDA!
Zaten bu yüzdendir ki;
"Hedef tahtası"na oturtuldu.
"Profesör"lüğünden tutun da, yazdığı "kitap"lara kadar, sürekli "linç kampanyası"na maruz kaldı, "yargısız infaz"lara uğradı!..
Ama, yılmadı, asla pes etmedi.
Yeni kabinede "Milli Eğitim Bakanlığı"na getirilince, "eski defterler" yine açıldı.
Hep öyledir ya;
"Müflis tüccar"lar, hep "eski defter"leri karıştırırlarmış ya, "kartelin müflis kalemleri" de, Ömer Dinçer"in yazdığı eski "kitap"ları karaştırmış ve onun şu sözlerini hatırlatmışlar;
"İşlevini kaybeden Cumhuriyet, İslâm"la bütünleşmelidir... Laiklik, Cumhuriyet ve Milliyetçilik gibi ilkelerin yerine, daha Müslüman bir yapıya geçilmelidir."
Ömer Dinçer"in, bir "bilim adamı" olarak yaptığı bu "tesbit"ler, bir "temcit pilâvı" gibi yeniden sofraya konulup, deniliyor ki;
"Çocuklarımız bu zihniyete emanet!"
Peki, ne var bu "zihniyet"te?..
Çocuklarımız, bu zihniyete değil de; acaba "fahişe"lere ve "Allahsız-Kitapsız öğretmenler"e mi emanet edilmeliydi?..
Hele hatırlayın;
Biz; "300 erkekle yattığını" ballandıra ballandıra anlatan, üstelik yaptığı "fuhuş"ları "kitap" haline getiren "öğretmen"lere de emanet etmiştik çocuklarımızı!..
Ne yani;
Ömer Dinçer gibi "Anadolu çocukları"na değil de, önüne gelen erkekle yatan "fahişe"lere mi emanet edelim çocuklarımızı?!?..
Ya da, "çağdaş(!) ABD"de olduğu gibi;
"17 yaşındaki öğrencileri" ile, hem de zorla ve tehditle "zina" yapan öğretmenlere mi emanet edelim çocuklarımızı?..
Bunu mu istiyor "karteloz"lar?..
Ben biliyorum onların nerelerden "talimat" aldıklarını... "Hastane sahipleri"nin ve "malum doktorlar"ın "gitmesi" yönünde baskı yapmalarına rağmen Sağlık Bakanı Recep Akdağ"ın yaptığı işleri "sağlıkta devrim" olarak gören Başbakan Erdoğan, ona nasıl ki, "Göreve devam" demiştir, Ömer Dinçer"i de; "askerin kırmızı çizgisi"ne rağmen Milli Eğitim Bakanlığı"na getirmiştir!..
Çünkü Tayyip Erdoğan;
"Baskı"lara, "dayatma"lara ve "dikte"lere asla boyun eğmez!..
Yapacağı varsa da yapmaz!..
Hele hele; "yol arkadaşları"nı asla satmaz, asla yarı yolda bırakmaz.
Erdoğan"a "tehdit" sökmez!..
O "vefa" ve "başarı"ya bakar.
KİPTAŞ VE TOKİ"DEN, BAKANLIĞA
Mesela, Erdoğan Bayraktar... Onu, "İran gezisi" esnasında tanımıştım... TOKİ Başkanı olarak "çok başarılı işler" yapmış olmasına rağmen, hiç "hava basan" bir insan değildi.
Bu noktaya gelebilmek için çok "çile" çekti, "zorluk"lara göğüs gerdi...
"Menfaat"leri zedelenen, "çarklarına çomak sokulan" kişi ve kuruluşlar tarafından "tehdit"ler aldı, "hedef tahtası"na oturtuldu.
Ama, umursamadı bile...
Zaman zaman, Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından bile "yavaş" olmakla eleştirildi; "Hızlı... Çok daha hızlı" olması istendi... Koştu, terledi ve Türkiye"ye "500 bin konut" kazandırdı... Bugün, "Çevre ve Şehircilik Bakanlığı"na getirilmesi, tek kelimeyle "başarısının taçlandırılması"dır.
KİPTAŞ Genel Müdürlüğü"nden, TOKİ Başkanlığı"na... Oradan da Çevre ve Şehircilik Bakanlığı"na...
Hiç kimse, bazı yerlere "ter" dökmeden, "çile" çekmeden gelmiyor.
Erdoğan Bayraktar"a sorsak;
"Yoksulluk" içinde geçen çocukluğunda, sırf "ailene yük olmamak" için, sırf "okul harçlığı" kazanmak için "kibrit ve çakmak" sattığın yıllarda; bir gün bu makamlara geleceğini hiç düşündün mü?..
Bilmiyorum... Ama şundan eminim ki; "kabuğunu kıranlardan" olmayı ve bir "hedef"e ulaşmayı, mutlaka kafasına koymuştur!..
Sonunda; "azim"le çalışmanın, "sebat" etmenin ve "sabır" göstermenin mükâfatını aldı işte...
.......
"Bakan"lardan söz ettim ki;
"Genç"lerimiz ibret alsınlar...
Gençlerimiz anlasın ki;
Bir yerlere gelmek, öyle kolay olmuyor... Bir adam ki, bir yerlere gelmiştir; onun, mutlaka "farklı özellikleri" vardır!.. Bakanların "hayat hikâyeleri" de göstermiştir ki; bir yerlere gelmek için, "dişinle-tırnağınla çalışman" şarttır.
"Köşeyi dönmek" kolay... Ama "alnı ak, başı dik" olarak "yolda yürümek" için "fedakârlık" şart!..
Çilesiz başarı yoktur!..


Selman Hoca bin pişman!
"Cami ortasında pasta kesip, doğum günü kutlaması" yaptığı için; Kılıç Ali Paşa Camii imamı Selman Okumuş hakkında, Diyanet ve İstanbul Müftülüğü, sanıyorum "soruşturma" açmaya hazırlanıyor.
Elbette "ifade"sine başvuracaklar ve "Bu densizliği niye yaptın?" diye soracaklar... Ama, cami cemaatinden Tayfun Akyolcu, yemin-billah edip diyor ki; "Bu işte Selman Hoca"nın bir suçu-günahı yok!.. O densizliği yapan benim!.. Bütün sorumluluk benimdir... Doğum gününde hocamıza bir sürpriz yapalım dedik... Görüntüleri Facebook"a verip, internet ortamında yayılmasına yol açan da biziz... Bir yanlış yaptık ama bu raddelere geleceğini hiç düşünmedik!"
Selman Hoca da aradı... Hayli üzgün ve perişandı... "Arkadaşları uyardım ama, dinletemedim... Keşke direnseydim, keşke böyle bir olayla anılmasaydım" dedi...
Selman Okumuş, yaptığı "densizlik"ten bin pişman... Hayli üzgün ve perişan!..
"Özür" diliyor... Anladım ki; "genç" ve "şöhret" olmasının verdiği "hava" ile, böyle bir "halt"ın içinde yer almış... Umarım, bundan sonra daha duyarlı davranır... Çünkü "imam"ların "önder" ve "örnek" olmak gibi bir "misyon"ları vardır... Hiç kimsenin bu misyonu çiğnemeye hakkı yoktur.
Diyanet"in ve İstanbul Müftülüğü"nün bu "özür" ve "pişmanlık" ifadelerini dikkate alacağını umuyorum...
Hiç kaygıları olmasın... Gözlerim, "imam"ların da üzerinde!..

 
akit

Bu yazı toplam 1989 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar