Aydın Doğan, ilk önce benim evime gelmişti... Amaaa!

 

 

 


Malûm, bir "atasözümüz" vardır... Atalarımız, çok çok afedersiniz, "İt, iti ısırmaz" demişlerdir... Ne demektir bu?.. Demektir ki; aynı "yalak"tan beslenen, aynı "menfaat"te birleşen "mahlûk"lar, birbirlerine saldırmaz, birbirlerini ısırmazlar...

Bilirler ki; birbirleriyle "boğuşmaya" başlarlarsa; sadece "kendileri" değil, "ait olduğu grup"lar da zarar görürler!..
 
Peki, "gazeteciler" için de aynı şeyi söyleyebilir miyiz?.. Yani, "gazeteciler" arasında da bir "saldırmazlık paktı" var mıdır?.. Gazeteciler de, birbirlerini "kollarlar" mı?.. Ya da, "içlerinden biri"ne yönelik bir "saldırı"da, anında birleşip, "saldırıyı püskürtmeye" çalışırlar mı?..
 
Açık ve net söylüyorum;
 
"İt, iti ısırmaz" atasözü, "gazeteciler" için geçerli değildir!.. Çünkü gazeteciler; bırakın birbirlerine saldırmayı, birbirlerini "parçalamak" için fırsat kollarlar!..
 
Ellerine, hele bir fırsat geçirmesinler, anında satarlar birbirlerini!..
 
Sadece "satmakla" kalmazlar, hemen "sırtlan"ların önüne atarlar!..
 
REHA MUHTAR'I KİM SATTI?
 
Bunu, "Reha Muhtar olayı"nda gördük... Malûm, HAS Parti'den, "28 Şubat'a destek veren 7 gazeteci" hakkında bir "suç duyurusu" yapılmıştı.
 
Sonra, ne oldu bilinmez, HAS Parti, "1. suç duyurusu"nu geri çekip, "ikinci bir suç duyurusu" yaptı!..
 
Ama, nasıl?!?..
 
Birinci suç duyurusundaki "6 gazeteci"yi kaldırdı, onların yerine sadece Ertuğrul Özkök ve Reha Muhtar'ın isimlerini verdi... Yani, birinci suç duyurusunda ismi olmayan Reha Muhtar, ikinci suç duyurusuna eklendi.
 
Reha Muhtar, bu olayı değerlendirirken, soruyordu: "Niye bu çelişki?..

Ne oldu?.. Kimler devreye girdi?.."
 
Reha Muhtar, bunları soruyordu ama gayet iyi biliyordu ki; "devreye girenler, gazeteciler"di!..

Onlar, "kendilerini kurtarmak" için, Reha Muhtar'ı yakmak istemişlerdi!..
 
Tamam, bu "suç duyurusu"ndan pek bir şey çıkmaz!.. Ama, bir şey çıkar:

"Gazeteci, gazeteciyi ısırır!"
 
Hatta, parçalar!..
 
Hele de;
 
"Menfaat"leri onu gerektiriyorsa!..
 
KİM BU AUSTER?
 
Son günlerde, "medya dünyası"nda fırtınalar esiyor...

Bir yandan ABD'li gazeteci Paul Auster'in sözleri, bir yandan da "Aydın Doğan'ın kabul ve ziyaretleri" tartışılıyor.
 
Önce, Auster'den başlayalım...
 
Biliyorsunuz, Auster, "Türkiye ile ilgili sözleri"nden dolayı gündeme geldi...

Paul Auster, diyordu ki;

"Hapiste yatan yazar ve gazeteciler yüzünden Türkiye'ye gelmeyi reddediyorum... Aynı sebeple, Çin'den gelen davetleri de geri çeviriyorum!"
 
Malûm, bu sözlere en büyük tepki, Başbakan Tayyip Erdoğan'dan gelmişti...
 
Diyordu ki;
 
"Hah, biz sana çok muhtaçtık. Niye gelmedin? Aman gel, ne olur gel. Gelsen ne olur, gelmesen ne olur? Türkiye irtifa mı kaybeder? CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu da Türkiye'ye Fransız bu yazarın ifadelerine sahip çıkıyor. 'Onun gördüğünü bazıları görmüyor' diyor.
 
Tam anlamıyla tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş. Güya, kendince Türk hükümetini protesto eden bu yazar, en son 2010 yılında, İsrail'de Uluslararası Yazarlar Konferansı'na katılmış.

Güya İsrail demokrat bir ülke, laik bir ülke. İfade özgürlüğünün, insan hak ve hürriyetlerinin sınırsız olduğu bir ülke. Yahu sen ne cahil bir adamsın!

İsrail'e sen nasıl laik bir ülke dersin?

İsrail tam bir din devletidir.
 
Daha bunu öğrenememiş bu adam. Nasıl 'Demokrat bir ülke' dersin?

Bu yıl Mayıs ayında İsrail'de düzenlenecek Uluslararası Yazarlar Konferansı'na da artık Paul Auster ile Sayın Kılıçdaroğlu birlikte giderler, birlikte orada poz verirler."
 
Ve yine malûm ki;
 
Erdoğan'ın eleştirdiği Paul Auster'in bu sözleri, medyada geniş yankı buldu...

"İsrail yanlısı gazeteci"nin sözlerine "destek" veren "bazı kalemşörler", bu sözleri "ETÖ'den tutuklu gazeteci"(!)lerle dayanışma için kullandı...
 
Bazıları da dedi ki;
 
"Tutuklu gazetecilerin çoğu, gazeteci oldukları için değil; PKK'yı övdükleri, Apo'ya sahip çıktıkları, hatta bu istikamette eylemlere katıldıkları, darbe teşebbüslerine yardım ve yataklık ettikleri için tutukludurlar!"
 
Derken;
 
Ankara muhabirimiz Ali Eyvaz'ın bugünkü Akit'te okuyacağınız haberi, Paul Auster denilen "gazeteci" görünümlü "haham adayı"nın ipliğini pazara çıkardı...
 
"Annesi Galiçya, babası Ukrayna Yahudisi" olan bu adam için, ergenlik çağında, Bar Mitzva, yani "Haham olacak çocuk" töreni bile yapılmış, iyi mi?..
 
Söyleyin Allah aşkına;
 
Böyle bir "Yahudi"den, "Türkiye lehinde" bir söz sâdır olur mu?..

Hele de, "Türkiye-İsrail ilişkileri"nin gergin olduğu bir ortamda!..
 
Adam, bir Yahudi!..
 
Elbette İsrail'i övecek!..

Elbette Türkiye'ye çamur atacak... AK Parti Hükümeti'ni elbette "tutuklu gazeteciler"(!) üzerinden vurmak isteyecek!..
 
Bunlar, gayet normal...

"Anormal" olan şu: CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, işte bu adama "mektup" yazıp demiş ki;
 
"Sayın Auster, bu mektubu; sizi, ilgi duyduğunuz ve eserlerinizin birçok kişi tarafından okunduğu, takdir edildiği Türkiye'ye davet etmek için yazıyorum."
 
Evet, onu "Türkiye'ye davet" etmiş!..
 
Demek oluyor ki; Başbakan Tayyip Erdoğan'ın; Kılıçdaroğlu ve Auster için yaptığı "tencere-kapak" benzetmesi son derece isabetlidir!.. Gerçekten de; "tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuş"tur!..
 
Bundan böyle;
 
"Kritik günler" geçiren Kılıçdaroğlu'na, "İsrail'den destek" açıklamaları gelirse, sakın ola şaşırmayın!..
 
Kemal Bey'in de buna ihtiyacı var!..
 
AYDIN DOĞAN'I KİM AĞIRLADI?
 
Bunu böylece açıkladığımıza göre, gelelim "Aydın Doğan olayı"na...
 
Efendim, olayı biliyorsunuz...
 
Aydın Doğan, hem Rasim Ozan Kütahyalı, hem de eşi Nagehan Alçı'yı önce ofisinde "misafir" etmiş, sonra da Kütahyalı ve Alçı'nın "rezidans"ına gidip "misafir" olmuş...
 
Söylenen o ki; Kütahyalı ve Alçı, "3 saat süren ziyaret" esnasında, misafirleri olan Aydın Doğan'a "kek" ve "ballı börek" ikram etmiş!..
 
Şimdi, sorulan soru şu:
 
Aydın Doğan gibi; "Başbakanları bile pijamayla karşılayan" bir gazete patronu, Rasim Ozan Kütahyalı ve Nagehan Alçı'yı niye kabul eder ve onların evine niye misafirliğe gider?..
 
Soru önemli... Çünkü, dünkü "Arşiv" sayfamızda da yayınladığımız gibi, Fikri Akyüz, buluşma öncesine gidiyor ve Rasim Ozan'ın, 17 Kasım 2010 tarihli Taraf gazetesinde, Aydın Doğan hakkında yazdıklarını hatırlatıyordu... Rasim Ozan; bugün evinde "misafir" ettiği Aydın Doğan hakkında o günlerde demiş ki;
 
"Aydın Doğan, hükümetin vergi affıyla bayram etti. Vergi kaçırma cezası kuş gibi hafifledi. Doğan medyası kodamanları da bir bayram daha ederler..

Oysa Hürriyet gazetesi Ahmet Kaya'yı linç ettiren bir gazetedir. Bu linçte sadece Özkök değil, Aydın Doğan da suçludur. El birliği ile Kaya'yı katlettiler."
 
Aynı Rasim Ozan, aynı gazetenin 26 Mayıs 2010 tarihli nüshasında da, yine Aydın Doğan hakkında demiş ki;
 
"Doğan medyası çoktan beridir 'Kılıçdaroğlu basın bülteni' olarak çıkıyor.

Amaç, bu operasyon sonunda CHP'nin iktidar olması..

Böylece hem vergi cezalarından kurtulmak, hem de Kılıçdaroğlu'ndan Hilton arazisi için izin koparmak.."
 
SAVUNMA MI, SAVUŞTURMA MI?
 
Fikri Akyüz, bunları aktardıktan sonra diyor ki; Aydın Doğan, kendisine "Kaçakçı" diyen bir adamla niye buluşur, evine niye gider?..
 
Ve Rasim Ozan, daha bir buçuk yıl önce "Kaçakçı" dediği bir adamı evine nasıl davet eder?..
 
Fikri Akyüz; aynı Rasim Ozan'ın; Ertuğrul Özkök için "Özdeccal" dediğini, Ahmet Hakan için "İmam'ın illegal oğlu!.. Özkök'ün yardakçısı!" dediğini hatırlatarak, soruyordu:

"Yoksa Aydın Doğan; kendisine 20 yıl hizmet etmiş Özkök ve Ahmet Hakan'ı, bir kek ve ballı böreke mi sattı?!?"
 
Olayın gelişmesini de, yazarımız Ersoy Dede'nin dünkü yazısından öğrendim.
 
Rasim Ozan diyesiymiş ki;
 
"Nagehan, zaten bir CNN Türk çalışanı... Dolayısıyla, Aydın Doğan onun patronu!.. Onların, bir iş ilişkisi var... Ben de eş kontenjanından oradaydım!"
 
Soruyordu Ersoy Dede;
 
"Aydın Doğan, Nagehan Alçı'nın patronu olduğu kadar, Enver Aysever'in de patronu!.. Peki, CNN Türk'te çalışan herkesi ofisine davet ediyor mu Aydın Doğan?.. Ya da evlerine gidiyor mu?"
 
Rasim Ozan'ın bu yaptığı;

Bir "savunma" değil, Ersoy'un dediği gibi, "savuşturma"dır!..
 
Peki;
 
Aydın Doğan, Fikri Akyüz'ün ifadesiyle, "medya deneyimi az" olan bir Rasim Ozan'a, bunca "ilgi"yi niye gösterdi?..
 
Öyle ya;
 
"Başbakanları bile pijamayla karşılayan" ve onlara "taktik" ve "talimat"lar veren Aydın Doğan gibi bir "medya imparatoru"nun, "Rasim Ozan'ın ayağına gitmesi"nin esbab-ı mucibesi nedir?..
 
Şahsen ben, bu olayı şöyle yorumladım: "Şerrinden emin olmak için!"
 
Çünkü Rasim Ozan, hem "medyatik" bir adamdır, hem de "popüler" bir gazetecidir!.. Ehh, "kullanılmaya" da müsaittir!..

Merhum Nasreddin Hoca'nın ifadesiyle; "para"yı kim verirse, "onun düdüğünü" çalar!.. Ki, dün "Kaçakçı" dediği adama, bugün evinin kapılarını açması da, bunun göstergesidir!..
 
Şunu da söyleyebilirim:
 
Aydın Doğan, bu "ziyaret"lerle, eğer Rasim Ozan'ın kendisine yönelik "saldırı"larını engelleyemezse; basar parayı ve ona Hürriyet veya Posta'da yazılar yazdırır, Kanal-D veya CNN Türk'te de program yaptırabilir!..
 
"Parayla" değil mi;
 
Yazı da yazdırır, program da yaptırır!..
 
Böylesi, Rasim Ozan için de;
 
Herhalde "ballı börek" olur!..
 
BENİM EVİME DE GELMİŞTİ!
 
Haa, şunu da söyleyeyim:
 
Aydın Doğan, herkesi "ofis"ine davet etmez, "herkesin evine" de gitmez...

Ancak, "başını ağrıtacak adamlar"ın evlerine gider!..
 
Madem sırası geldi, o halde, ben de bir "sır"rımı ifşa edeyim...
 
Hemen herkes; "Aydın Doğan'ın, Rasim Ozan'ın evine gitmesini" tartışıyor ya, işte itiraf ediyorum;
 
"Aydın Doğan, ilk önce benim evime geldi... Rasim Ozan'ın evinden önce, benim evimi ziyaret etti!"
 
Biliyorum, şoktasınız!..
 
Soruyorsunuz;
 
"Aydın Doğan gibi bir adam, Hasan Karakaya gibi bir adamın evini nasıl ziyaret eder?"
 
Etti işte!..
 
Amaaaa...
 
"Kendisi" gelmedi de,
 
"Haciz memurları"nı gönderdi!..
 
Bundan 1.5-2 yıl önce, kapımı çaldılar... Gelenler, "Aydın Doğan'ın avukatları"ydı... Yanlarında, bir de "haciz memuru" vardı!..

Ben ve eşim, gelen misafirlere, elbette "kek" ve "ballı börek" ikram edemedik!..
 
Edemezdik de!..
 
Çünkü, "baskın" yapar gibi gelmişler, sonra da etrafı dolaşıp; ne var, ne yok haczetmişlerdi!..
 
"Televizyon"dan "buzdolabı"na, "çamaşır makinası"ndan "koltuk"lara kadar hepsini "haciz listesi"ne yazmışlardı!..

Haa, meşhur; önce çalınıp, sonra bulunan "1998 model bir Renault"um vardı ya, onu da haczetmişlerdi...
 
Sonra, Ertuğrul Özkök'ü aramıştım da, bu haczi kaldırmışlardı!..

Daha daha sonra ise, Aydın Doğan, bütün dâvâlarından vazgeçmişti!..
 
Evet, Aydın Doğan; Rasim Ozan'dan önce, benim evime gelmişti...

Ama, "övmek" için değil,
 
"Tazminat sopası"yla "dövmek" için!
 
Bunu da, bilin istedim...
 

 

Oscar ve Nobel!
 
Herhalde, sizler de aynı görüşte olmalısınız... Birçok film, "Oscar Ödülü" almak için yarışır... Ama, "Oscar Ödülü" almış filmler, çok "sükse" yapsalar da, "gişe" yapmazlar!..

Çünkü, "seyrici"si yoktur!.. Bilirsiniz, "Oscar Ödülü" almış birçok film, "masraf"ını bile çıkaramamıştır!..
 
Ben, "Nobel Ödülleri"ne de aynı gözle bakıyorum...

Özellikle "edebiyat" alanında "Nobel Ödülü" almış birçok kitap, "haddinden fazla şişirilse" de, okuyucudan pek ilgi görmez!..
 
Meselâ, Orhan Pamuk'un kitapları...

Birçok insan, "14. sayfasına kadar okudum ama sıkıldım, gerisini okuyamadım" demiştir... Peki, Orhan Pamuk'a niye "Nobel Ödülü" verildi?.. Hayır, "akıcı" bir roman yazdığı için değil; "yakıcı" sözler sarfettiği için!.. Malûm, kendisi; "30 bin Kürtü katlettik, 1 milyon Ermeniyi kestik" demiştir!..

O ödül de; "Türkiye karşıtlığı"ndan dolayı verilmiştir.
 
Öğrendim ki; şimdi de "KCK tutuklusu Ragıp Zarakolu"nun kitapları "Nobel'e aday" gösterilmiş!..
 
Ragıp Zarakolu'nun; "PKK'yı ve terörü öven" kitaplarına da "Nobel Ödülü" verilirse, hiç şaşırmayın!.. Zira; Oscar ödülleri ne kadar "gerçek"lerden kopuksa, Nobel ödülleri de o kadar gerçeklerden kopuktur!.. Ama, birileri ödüllendiriyor işte!..

yeniakit

Bu yazı toplam 1558 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar