Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

"Akıl patinajı"na mübtelâ bir resmî ideoloji..



* Pazarları, okuyucu yazışmalarından derlemelere ayrılan bir "Hasbihal"e daha, selâmla..
* İbrahim İstanbullu (habervaktim.com"da) yazıyor: "Millî Şef İsmet İnönü paralardan ve devlet dairelerinden M. Kemal resimlerini kaldıran kişi olarak, "kemalizm"in neresindedir?"


- Siz bu sözlerinizle, kemalizmi kabul etmiş olmuyor musunuz? Kemalist/ laiklerin, hastalığa dönüşen korkular, paranoialar içinde, milleti esir almaya kalkışan bir tahakkümle, içine düştükleri fikrî patinajdan kurtulmaları gerekir.. İsmet İnönü"nün yaptığını, keşke ondan sonra gelenler de yapsaydı. Belki o zaman, tek isimli, tek resimli, tek heykelli bir toplum haline düşmekten kurtulma imkânı ortaya çıkabilirdi!..
* Mehmed Ebu Meryem İstanbul"dan yazıyor: "Bizdeki "hukuk devleti" anlayışının nasıl bir "guguk devleti" olduğu bir kez daha anlaşıldı.. Aslolan, hak ve adâlet değil, güçtür.. Gücü eline geçirenler, millete meydan okumaktan el çekmiyorlar.. Darbeci generallerimizden sonra, darbeci yargıçlarımız da zuhûr etti.. Zorbalar sevinebilirler.. Sizin "mütegallibe zümresi, taife-i laicus, harâmîler çetesi" gibi nitelemelerinize başlangıçta biraz soğuk bakıyordum, meğer az bile söylüyormuşsunuz.. Şimdi, AK Parti ne yapmalı sizce.."
- Zor bir konu ve zor bir soru.. Hemen belirtmeliyim ki; bu sonucu beklemiyor değildim.. Tersi bir karar vermiş olsaydı, asıl o şaşırtıcı olurdu..
Bir sistemin içine girerek siyaset yapmaya ve ülkeyi yönetmeye tâlib olanlar, önce, bunları baştan olabilecek ihtimaller olarak görmelidirler.. Sen güçlendikçe, onlar da hemen teslim olacak değiller; onlar da, ellerindeki son kozlarını kullanacaklar.. Nitekim onu yapıyorlar.. Anayasa Mahkemesi"nin kararının kesin ve bir üst itiraz merciinin olmaması, onların her şeyi yapmasına imkân veriyor.. Bu anlayışla, laikçilerin hukuk adına yapmayacağı şey yoktur.. Ama, bu onların çaresizliğini de, daha bir gösteriyor..
Bu durumu ancak ve hemen, bir yeni Anayasa temizler. Ama, o Anayasa"da, "değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez" gibi ve mevcud Anayasa"daki "başlangıç" bölümünde dayatılanlar gibi hükümler olmamalıdır.. Korunacak olan, ülke bütünlüğü ve halk kitlelerinin kendi hür iradeleriyle ortaya koydukları birlikte yaşama arzusudur. Yoksa, birtakım "ilke"ler esas alınır, bir millet, bir kişinin fikirleri, isim ve resimleri önünde eğilmeye hem de Anayasa"yla yine mahkûm edilirse, bu hastalık şifa bulmaz..
Ve, her ne olursa olsun, boyun eğilmemeli, dik durulmalıdır. Çünkü millet dik duruşa hasret kalmıştır ve bu iradesini, biraz dik durana verdiği büyük destekle göstermiştir..
Elbette, bunun bedeli ağır da olabilir, ama siyasete atılanlar iktidar koltuğundan önce darağacını taa baştan göz önüne almazlarsa, zâten büyük yanlış yapmış olurlar.. Kısa vâdede sıkıntılar olsa bile, uzun vâdede şahsiyetli tavır takınanlar kazanır..
* Selâmi K. yazıyor: "Geçenlerde bir yazınızda, "başörtüsü serbestliği için Anayasa değişikliğinin de yeterli olmadığını, karşı tarafın daha da şirretleşebileceğini; nitekim, o konunun Anayasa Mahkemesi'ne götürülmesinin kanun mantığı açısından uygulamaya engel olamayacağını, ama yine de uygulanamadığını, asıl değişmesi gerekenin yasalar değil, kafalar olduğunu" yazmıştınız. Burada laiklerin değişmesi gerektiğini mi kastettiniz?"
- Genel olarak, yönetimde yer alanların kanunlar doğru bile olsa, uygulamaları doğru olarak yapabilmesi için, saplantı veya peşin hükümlerinden, mantıkî çarpıklıklardan kurtulmaları gereğine işaret olunmak istenmiştir; yoksa her kafanın tek kafa gibi olması değil.."
* İsmail Koca İzmir"den yazıyor: "Mahkeme kararı sürpriz olmadı. Yıllar önce merhûm Hâlid İslambulî"nin bir sözünü okumuştum, 'Bize acımayın, tâgûtlardan hayat hakkı dilenenlere acıyın..' diyordu.. Bu söz, bu sistemle özdeşleşen müslümanlara umarım bir ders olur da, inkılabçı anlayış yolunun gerekliliği daha bir anlaşılır.. Nicelerimiz, rahat yataklarda yatıp hayal kuruyor ve sadece oy vererek dünyanın değişeceğini sanıyoruz.."
- İnkılabçı yol, mevcud sistemin dışına çıkarak, toplumun yönetimini, egemen güçlerin koyduğu kuralların dışında, kendi doğrusuna göre koymak için verilecek bir mücadeleyi göze almayı gerektirir.. O zaman, bu sistemin egemen/zorba güçlerinin koyduğu kurallara bağlı kalarak yönetimde yer almaya çalışmak gibi, yani uzlaşmacılık gibi bir derdin olmaz.. Bunun için de, ağır bedeller ödemeyi göze alacak bir kararlılık ve neyi nasıl yapacağını taa baştan planlayabilen bilgi ve de halk kitlelerinin inandığı bir lider arkasında, gerektiğinde ölüme gitmeyi bile göze alan bir iradeli hareket gerekir.. Ama, bu olmadığı zaman da, oturmaya ve kenara çekilmeye gerek yok, mevcud şartlarda neler yapılabileceğini düşünmek ve daha az zararlı olması ihtimali olan mücadele yollarının veya daha iyi olması mümkün kadroların desteklenmesi de bir diğer yoldur.. Nihaî çözümün olmadığını unutmadan..
* Mücahid (habervaktim.com"dan) yazıyor: "Ali Babacan"ın sözlerine niye itiraz olunuyor ki.. Baskı daha nasıl oluyor? Müslümanların problemi yok mu desindi, yani.. Zorba güçler, tâğûtî güçler istedikleri gibi at sürüyorlar.. Müslümanların da zulme boyun eğmesi isteniyor.."
* esrhs (haksoz.net"te) yazıyor: "Hem, Müslümanlara ağır baskılar yaptığını belirterek, mevcut düzenden şikayet ediyor; hem de bütün bu baskılardan kurtulmak için Avrupa Birliği"ne uzak duruyorsunuz.. Geçen hafta, Züleyha İpek adlı okuyucuya cevaben, "Bir mücadelede aklî olan her imkandan, meşrû sınırlar içinde, elbette faydalanılabilir. Ama, varlığını, hayatiyet ve mücadele gücünü, temelde kendi değerlerine aykırı bir dünyanın himayesinde mümkün görenler, bu mücadeleyi kaybettiklerini de kabul ediyorlar demektir. AB"nin genel anlayışında, İslam"ın baş tehlike olarak görüldüğü de unutulmamalıdır. " diyordunuz.
AB, "Talibân" ve "el Kaide" gibi örnekleri baş tehlike olarak görmekte haklı değil mi? İslamiyet, "Talibân" ve "El Kaide" pratiği olmadığına göre, yaklaşımınız çelişkili.."
*Emperyalist güç odaklarının İslam"a karşı çıkmaları, İslam"ın onların temel değerlerine, tahakkümlerine, zulüm düzenlerine aykırı olmasından kaynaklanıyor. "Talibân, "el Kaide" gibi oluşumların önce onların emellerine hizmet edebileceği sanılmıştı.. Bugün, en sivri uçları göstererek, İslam"a saldırıyorlar. Onlar olmasa, başka sivri uçları yine oluşturup kötü örnek göstereceklerdir. Asıl problem, iki dünya arasındaki değerler uyuşmazlığıdır, kanaatimce.."
* Sami Alphan yazıyor: "Kıssa-y"ı Hızır"dan ders aldık biz, ye"s-i şeytana kanmayız /Âteş-i Nemrud sarsa gönlümüzü, İbrahîm"iz yanmayız./ Şirk-i mutlak biliriz, ihtiyacları ağyardan talebi/ Lisanımız "tevhid"dedir, ölsek bile başka şey anmayız. / Duadır sertâc-ı kelâm, Kadir-i Mutlak"ın dergâhında, /Hep odur sığınağımız eller uyuşsa da usanmayız../ İlâhî! "Mukallib-el"qulûb"sun, hem "Mufettih-el"ebvâb"sın,/
"Hasbunallah" kâfi; ümidsiz, boş kapılara dayanmayız"
*Bu sütunda şiir çalışmalarına pek yer ayıramasak da, sizin bu güzel gazelinizden birkaç beyti aktarmaktan kaçınmak mümkün olmadığından, "Sâmiyâ! Aferin, estirdin rûhumda nesîm-i nevbahâr,/ Amma, biz kim teşneler bu sahrânın, bir gazelle kanmayız." demekle yetiniyorum.

vakit

Bu yazı toplam 1925 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar