Yüzde 48’in yetimliği

Ahmet Taşgetiren

Şu sözü geçmişte Süleyman Demirel söylemişti: “Galibiyetin sahibi çoktur, mağlubiyet yetimdir.”

“Bu söz, şu an yüzde 48 oy ile seçimi kaybeden muhalefeti ve daha doğrusu yüzde 48’i temsil eden 25 milyona yakın seçmeni, onların duygu dünyasını ifade ettiği kadar kimseyi ifade etmemiştir” dersem fazla mübalağa etmiş olmam sanıyorum.

6 partinin yönetimi ve Cumhurbaşkanlığı makamını paylaşacak olan 8 siyasetçi, toplumdaki bu ”yetimlik duygusu”nu ne kadar içlerinde hissediyorlar bilmem, ama en azından benim gözlemim, kitlelerde bu “yetimlik hissiyatı” çok belirgin.

Yetimlik duygusu”nun en belirgin yıkımının “sahipsizlik” biçiminde tezahür ettiğini söylemeye gerek yok.

Şimdi o 25 milyon, “Biz kime oy verdik ve oy verdiklerimiz nerede?” diye soruyorlar.

Bu sözün devamında şu var: “Tamam, kazanandan az oy aldınız, muhalefette kaldınız, muhalefetse muhalefet, şu an muhalefetin söyleyeceği bir şey yok mu? Söz tükendi mi? Muhalefetin halkın hukukunu savunmak diye bir görevi yok mu? Hani iktidar her sistemde bulunur, muhalefet yalnızca demokrasilerde olur, denirdi… Diyelim ekonomi konuşuluyor, Mehmet Şimşek ekonominin başına getirildi. Muhalefetin onca “Ekonomi kurmayı” vardı, nereye gitti onlar? Mehmet Şimşek’in getirilmesine diyecekleri bir şey yok mu, faizin şu kadar – bu kadar artırılmasına diyecekleri bir şey yok mu, enflasyon yükselmeye devam ediyor, yeni yönetim Merkez Bankası’nın yıl sonu enflasyon hedeflerinin tutmayacağını açıkladı, söylenecek bir şey ok mu, Fransa olaylarının göçmenler konusunda Türkiye’ye benzeşme riski tartışılıyor, yok mu muhalefetin bir cümlesi?”

Halk bize muhalefet görevi verdi” sözü şimdilerde “Muhalefete de susma görevi verdi” anlamına mı geliyor?

Bakıyorum partiler suskunluğa gömülmüşler. Seçime giderken iktidarda “iktidarı kaybetme kaygısı” vardı, bu “kaygı”yı benzeri kaygıları önemseyeceğini düşündüğü kitlelere intikal ettirerek, muhalefet ise kitlelere “iktidarı değiştirme heyecanı”nı vererek motivasyon sağlamaya yönelmişti.

Sonunda iktidar “Kaygı”dan kurtuldu, kendisini destekleyen kitleleri de “kaygı”dan kurtardığı heyecanını verdi. Muhalefet ise “iktidarı değiştirme heyecanı yüklediği” kitlelere bu sonucu veremedi. İşte o kitleler şu anda duygusal yıkım yaşıyor ve bir anlamda iktidarın mesela ilerdeki yerel seçimlerde “kazanma alanına” girmiş bulunuyorlar.

Muhalefet, evet seçim sonuçlarında bir kere daha ifade ettiğim gibi “başının derdine düşmüş” durumda.

Daha ben seçimlerden sonra ortaya çıkıp da “Evet, kazanmak için yola çıktık, ülkeyi iktidarın yanlışlarından kurtaracaktık, ama beklediğimiz oyu alamadık, sandığın iradesine söyleyecek bir sözümüz yok, milletimiz bize muhalefet görevi verdi, bu görevimizi, yani iktidarın yanlışlarına karşı millet hukukunu savunacağımızı ilan ederiz” diyen bir muhalefet liderini görmedim. Gören varsa söylesin.

CHP resmen doğurganlık sancısı yaşıyor.

İyi Parti kendine yeni bir yol çizmeye çalışıyor.

Diğer partiler, bölük pörçük olmanın halka izah edilemezliği ortamda farklı listelerden Meclis’e girmiş olmanın iç burukluğunu telafi etme arayışında…

Evet, kitlelerin payına “Yetimlik duygusu” düşüyor.

Bakıyor musunuz, siyaset tartışan tv kanallarında -muhalif olsun olmasın- muhalefetin yaşadığı “depresyon” analizlerinden geçilmiyor.

Ne olacak bu muhalefetin hali?” sorusu, muhalefetin perişanlığı adına her şeyi izah edecek nitelikte.

CHP dahil, İyi Parti dahil herkesin “İttifak” arayışından uzaklaştığı, HDP’nin zaten “Dışlanmışlık” ikliminde “Kendi adayımızla çıkacağız” dediği bir süreçte, 2019’da kazanılan başta İstanbul ve Ankara olmak üzere büyükşehirlerin, onları çok çok isteyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’a armağan edileceği duygusu depresyonu besliyor.

“”Ne olacak şimdi?”nin muhalefette bir cevabı var mı, ben bilmiyorum. Bileni de görmüyorum.

Hani savaşta düşmanı yenmenin “İrade çözülmesini sağlamak”la gerçekleşeceği gibi bir tespit var. Şu anda muhalefet “İrade çözülmesi” iklimi yaşıyor. Bu, kazanana, zaten her alanı belirleme yetkisi veren sistemde, Erdoğan gibi bu yetkileri çok daha baskın nitelikte kullanan bir siyasetçiye, nerede ise muhalefetsiz, ya da “düşük profilli muhalefet” gibi bir siyaset alanı bırakıyor. “Putin’in Rusyası” benzetmelerinden geçilmiyor.

Bunun anlamı “kontrolsüz güç” demek mi? Kontrolsüz güç olmak tercih edilir bir şey mi?

Seçimler ülkeyi rahatlatır denir. Ülke olarak rahatladık mı? Ülkenin yüzde 48’i için neden depresyondan söz ediyoruz öyleyse?

Bu sorun bence iktidar için de önemli.

22 BİN”Lİ SÜREÇ BAŞLADI

İktidar en düşük memur maaşını 22 bine çıkarmayı vadetmişti. Onunla ilgili teklifi Meclis’e sundu. En düşük 22 bin olunca onun üzerindekiler nasıl ayarlanacaktı, o da enflasyon farkı artı 8 bin 77 liralık seyyanen zamla çözüldü. Memur kesimi bu karardan memnun olmalı.

Özel alanda çok geniş asgari ücretli var, aldıkları son ücret 11 bin 402 lira. En düşük memur maaşının nerede ise yarısı kadar. Diğer ücretler de memur maaşları ile yarışmaktan çok uzak. Ne olacak? Orada hem işçi hem işveren açısından bir sancı birikmesi kaçınılmaz.

Tabi asıl soru, “Kamu yönetimi memur maaş zamlarını nasıl finanse edecek?”te toplanıyor. “Finansman ihtiyacımız var” diyor, teklifi Meclis’e sunan Ak Parti grup başkanvekili Abdullah Güler… O da Motorlu Taşıtlar Vergisini iki katına çıkarmakla başladı. Kurumlar Vergisinde artışlar var… Belli ki zamlar da olacak…

Bugün Demirel’den gittik, o söylerdi böyle vergi – zam hamlesi yaparken: “Olmayanı vermek Allah’a mahsustur” diye…

Döviz ise BAE’den bulacaksınız, Türk lirası ise vatandaşın bütçesine başvuracaksınız… Böyle geldi böyle gider.