‘Yumuşak huylu isem, kim dedi uysal koyunum..’

Selâhaddin Çakırgil

Bir kısım m.vekillerinin tutuklanması elbette hoş ve sevinilecek bir durum değil.. Ama bir kanun düzeni içinde m.vekili sıfatını kazanmış kimselerin, o sistemi dinamitlemek için ellerinden gelen her türlü kanunsuzluğu, haydutluğa varan davranışları, o m.vekili sıfatlarından istifade ederek daha bir cür’etle sergilemeleri çok mu hoştu?

Siyaset yapmak adına ve kendilerini seçen halkın temsilcileri olarak Meclis’te faaliyet gösterirken bile, asıl dayanaklarının ellerinde silah olan terör ya da silahlı mücadele örgütleri olduğunu gizlemeyen ve bu frensiz beyanlarını TV ekranlarından bile bütün halka bir tehdit olarak dile getirenler karşısında ne yapılsındı?

Herhangi bir rejimin veya devletin yanında veya karşısında  olmak gibi bir tavır belirtmeden, konuya hattâ dışardan ve nötr  olarak bakılsa bile, bu gibi tavırlar sergileyenlere herhalde,  ‘Arkadaş, siz önce kendi konumunuzu belirleyiniz.. Siyaset yapacaksanız silahlı mücadeleyi, silahlı mücadele verecek iseniz, o zaman da siyaseti bir kenara bırakmanız gerekir..’ denilir herhalde, normal olarak..

***

Ki, tutuklanan m.vekillerine, üzerlerindeki dokunulmazlık zırhı kaldırılalı 5 aya yakın bir zaman geçtiği halde dokunulmayarak, bir fırsat tanınmış, bir kez daha hüsn-ü niyet gösterilmişti. Ama, onlar Hükûmet’in bu tutumunu onun zaafına verdiler ve meydan okuyuşlarını daha bir tahrik edici şekilde sürdürdüler.. ‘Merhametten maraz doğar..’ deyimine hak verdirircesine..

Çünkü bugün meydan okudukları yönetici kadrolar, son 93 yıl boyunca hiçbir hükûmetin yapamadığı şekilde, etnik farklılıklara insanca, Müslümanca yaklaşabilmek hassasiyetini göstermişlerdi.

Ama, birileri bunu Tayyib Erdoğan’ın zaafına saymış olmalılar.. Halbukki o, Mehmed Âkif’im mısralarını daima tekrarlayan birisi..

‘Yumuşak huylu isem, kim dedi uysal koyunum,

Kesilir belki, ama, çekmeye gelmez boyunum..’

***

Bu mânâyı anlayamayanlar ise sırtlarını dayadıkları silahlı unsurları siyasî rakiplerine bir tehdit unsuru olarak gösteren, devlet’in asker ve diğer güvenlik güçlerine silah kullanan kimseler öldürüldüğünde onların cenazelerine bile katılıp, bunu bir güç gösterisine dönüştürmekten siyasî güç devşirebileceklerini zannettiler. Dahası, bu yetmiyormuş gibi, bir de ‘PKK isterse sizi tükrüğüyle boğar..’ diyecek kadar tuhaf bir ‘seviye’ sergilediler. Terör örgütüne ve dağdaki teröristlere, dokunulmazlık zırhına bürünerek her türlü yardımları ulaştırdıkları defalarca belgelendiği halde, durumu germemek adına, göz yumuldu..

Ama, her şeyin bir sınırı vardı.. Onlar tahammül mülkünü viran eylediler.

Bu gibi kişilere, m.vekili diye dokunulmasın mıydı? Ya da, başka ne yapılabilirdi?

***

Dokunulmazlıklar kaldırıldıktan sonra, mahkemelerden yapılan davetlere karşı, aylarca, ‘Asla, tıpış tıpış gidip teslim olmayacağız.. Zorla götürürler, tutuklarlar, bedelini de öderler.. Halkımız da bu duruma sessiz kalmıyacaktır..’ diyen Demirtaş, ve ‘Biz sırtımızı PYD’ye , YPG’ye dayıyoruz..’ diye açıklamalar yapan öteki eş başkan Yüksekdağ’ın tehditleri ve onlara emperyalist dünyalardan verilen destekler  karşısında devlet acziyetini mi göstermeliydi? 

***

‘Ya, devlet başa; ya, kuzgun leşe..’ demiş eskiler.. 

Devlet, bir gücü, egemen gücü temsil eder, en azından teorik olarak.. Kendisine içte veya dışta meydan okuyan bir başka güç odağı sivrilmeye başladığında sabrın ötesinde bir de acziyet gösterirse, devlet çöker, yerine, kendisine meydan okuyan güç odakları almaya çalışır. Çünkü, tabiat boşluk kabul etmez..

O örgütlerin PKK’nin besleme örgütleri olduğunu bizzat kendileri itiraf ediyorlar. Güneydoğu’da aylar boyu hemen bütün şehirlerde belediye vasıtalarıyla ve diğer yardımlarıyla ortalığı hendeklere, çukurlara dönüştürenleri, duçâr oldukları kuvvete tapıcılık o kadar kör etmişti ki, nerede duracaklarını kendileri de bilemez haldeydiler. Umulur ki, tutuklu oldukları dar  kendilerini  hesaba çekerler..

stargazete