Yücel Çakmaklı'ya biraz vefa lütfen!

Hakan Albayrak

Sevgili Ali Murat Güven, geçen Pazar günkü yazısında, "Rahmetli Yücel Çakmaklı ve onun ülke sinemasındaki varlık mücadelesinden söz ederken 'Bunların hepsi birer ilkellik başyapıtı' diyerek burun kıvıran" genç "İslamcı" yönetmen adaylarından şikâyet etti.

Ben de bu şikâyete katılıyorum.

1970'li yılların Yeşilçam'ındaki sinema dilini bugün artık beğenmemeyi anlarım, ama o yıllarda o sinema dilini dindarlığın ihyası yolunda başarıyla kullanan idealist bir yönetmeni bir kalemde 'harcamak' akıl alır şey değil.

Tarkovski filmlerine bayılabilirsiniz, Frankfurt Okulu'nda tahsil görebilirsiniz, entelektüellik değilse bile entellik bakımından allame-i cihan olabilirsiniz, ama bizim cenahtan bir delikanlı veya genç kız iseniz ve Yücel Çakmaklı'nın hakkını teslim etmiyorsanız, hiç kusura bakmayın, cahilsiniz.

Nereden geldiğinizi bile bilmiyorsunuz.

Maneviyatı ezim ezim ezilen şu memlekette hiç değilse "dört inanmış adam" olsun diye çırpınan Necip Fazıl'ın, yerlerde sürünen tesettürü ayağa kaldırmak için çırpınan Şule Yüksel'in, Batılı ve lâdinî hayat tarzına adanmış Türk Sineması'nda İslami bir rüzgâr estirerek dindarlığın geniş kitlelere yayılması için çırpınan Yücel Çakmaklı'nın yanından geliyorsunuz!

Üzerinizde onların emeği var.

Onların alın teriyle yoğruldunuz siz.

Biliyorum, "dava edebiyatı" size çok itici geliyor, ama sizi siz yapan ortam onların "dava edebiyatı"yla oluştu.

Biraz vefa lütfen!

***

Yönetmen Sadık Battal, Yücel Çakmaklı üzerine bir belgesel film hazırlıyor.

Çekimleri izledim.

Hülya Koçyiğit'in konuşmasına bayıldım.

Belki o vefasız gençlere ders olur diye, konuşmanın bir kısmını buraya alıyorum:

"Benimle 'Zehra' filminde çalışmak istediğini söyledi. Modern bir yaşamın içerisindeki bir kızın hikâyesi. Her şeye sahip, istediği eğitimi görmüş, istediği an istediğini alabiliyor. Üst tabaka, sosyete değimiz çevresi ve arkadaşları var. Fakat çok derin bir boşluk içinde ve hakikati arıyor. Varoluş nedenini sorguluyor ve içinde bulunduğu yaşam ona yapay gelmeye başlıyor. Çünkü bir insan sadece fizik değil, aynı zamanda ruh. Ruhun da beslenmesi gerekir. O da, nasıl bir dinin mensubu olduğunu öğrenmekle ruhunu tedavi ediyor ve mutluluğa sonunda kavuşuyor. Ben de o yıllarda aynı arayış içerisinde olduğum için çok hoşuma gitmişti bu kız. Çok monoton ve sürekli olarak aynı şeyleri tekrarlayan bir dönemdeydi sinema. Farklı insanlar, farklı arayışlar içerisinde olan insanlar ilgimi çekiyordu. Dinî içerikli bir filmde oynama fikri beni hiç endişelendirmedi. Tam tersine. Günümüzde hayatı birçok değeri kaybederek yaşıyoruz. Çok şeyi göz ardı ediyoruz. Sadece bir tarafa doğru koşuyoruz. Günümüzü kurtarmaya çalışıyoruz. Sadece kendimiz gibi insanlarla kaynaşabilmek veyahut onlar tarafından yadırganmamak için uğraşıyoruz. Ama biz her şeyden önce farklı bir kültürün ürünleriyiz. Bizim dinimiz İslam. Ben çok şükür elhamdülillah Müslüman'ım. Bunu ifade eden bir filmde oynamak da benim için bir şereftir her zaman."

***

Tekrar:

1970'li yılların Yeşilçam'ındaki sinema dilini bugün artık beğenmemeyi anlarım, ama o yıllarda o sinema dilini dindarlığın ihyası yolunda başarıyla kullanan idealist bir yönetmeni bir kalemde 'harcamak' akıl alır şey değil.

Madem entelektüel kaygıları var ve madem sinema diline o kadar kafa yoruyorlar, öyleyse Yücel Çakmaklı'nın Türk Sineması'nda estirdiği İslamî rüzgârı daha entelektüel bir çerçevede yeniden üretecek yepyeni bir sinema dili geliştirmeye çalışsınlar.

"Bizim öyle bir derdimiz yok" diyorlarsa, o başka tabii