Yolun başındayız, henüz.. Bu sızlanmalar, ne böyle..

Selâhaddin Çakırgil

Evet yolun başındayız, henüz. Her şeyin güllük-gülistanlık olduğunu kim iddia ediyor ki. Bugün ülkenin yönetiminde rol ve yük üstlenenlerin kabul ettikleri yöntem, inkılabçı veya devrimci denilen bir yöntem değil. Müslüman dünyasında, bizim inancımız adına ve İnkılabçı yöntemle yola çıkan ve çetin imtihanlardan geçip, büyük işler başarmış olanların sonunda nereye vardıklarının hesabı da ayrı bir konu. Bu ülkede uygulanan yöntem ise, mevcud sistemle uzlaşarak, onun koyduğu kuralların, kanunların içinde kalarak, yol almaya çalışılan uzlaşmacı veya ıslahatçı denilen bir yöntem. 

İnkılabçı yöntemde, yeniden yapmak için yıkmak anlayışı hâkimdir; uzlaşmacı veyaıslahatçı denilen metodda ise, yıkmadan yeniden yapmak anlayışı… 

Kimse, diğerini, ‘Sen niçin benim takib ettiğim metoda göre hareket etmiyorsun?’ diye suçlayamaz. Her iki metodun da getirileri- götürüleri vardır. Herkes yüklenebileceği yükün altına girer. Ayrıca, her iki metodda da insanlar belli bir merhaleden sonra, imkânsızlıklar ve zorluklarla ya da, imkânlarla, fırsatlarla, makam-mansıplarla karşılaşır. Her durumda da,  bir takım dökülmeler, kopmalar, sızlanmalar olur ve hattâ dönenler ya da döneklik ve ihanetler olur. 

***

Bugün bu ülke, bizim gençlik yıllarında, 40 yıl öncelerde hayal bile edemediğimiz noktalara gelmiştir. 

Ama, bundan dolayı her şeyi ideal bir noktada sanmak saflığın da ötesinde bir durum olur. Yapılmayanlar, yapılamayanlar vardır. Ama, eldeki mevcud insan gücü potansiyelimiz de budur.  Dünlere göre yetişmiş insan gücümüz daha fazla elbette. Ama, yetiştirilenlerden niceleri de sınıf atladılar; dünlerde bizleri, bizim sosyal çevrelerimizi aşağılayan kesimlerin dünyasına, ‘Bakınız, biz de geldik N’aber?..’ demek için gittiklerini düşünenlerden nicelerinin ayakları kaydı. Hattâ, inandıkları gibi yaşayamayanlarımızdan niceleri, yaşadıkları gibi inanmaya başladılar. Şahsiyet çatallaşmasına, bölünmesine uğrayanlarımız oldu. Ama, elbette, kendilerini kaybetmeyenlerimiz de ve hedeflerini, istikametlerini yitirmeyenlerimiz ve ‘Ben hizmete son nefesime kadar varım, ama hizmetçiliğe hayır!. Yaptığım işlerin üzerine, inandığım değerlerin mührünü vurabilirsem, bu, hizmet olur; ama, vuramazsam, o zaman başkalarına hizmetçi olmuş olurum ki, ben buna yokum ve inşaallah asla öyle olmayacağım!’ anlayışında olan en üst seviyedeki insanlarımız da var. 

***

Evet, bizim dünya görüşümüz, 100-150 yıldır dışlanan, aşağılanan, itilen bir dünya görüşüdür. Köyünden kasabaya gitmek istediğinde, ayağına geçirecek bir ayakkabı bulamadığı için, komşularından ödünç ayakkabılar alarak kasabaya giden, ekonomik zorluklar içinde çırpınan, günlük maişetini temin etmek derdinde olan insanların;laik- kemalist kesimin ve onların beslemelerinin,  ‘N’olacak, köylü!’ diye aşağıladığı kitlelerin nesilleriyiz bizler. 

Bugün ise, nice acılarla, direnişlerle, ödenen ağır bedellerle varılan ve asla küçümsenilmemesi gereken bir noktadayız.. 

***

Dün sabah katıldığım ve 40 yıl önceki gönüldaşlardan 100 kadarının katıldığı bir sabah kahvaltısında, bir takım yakınmalar dinledim. ‘Bir dokun, bin ahhh dinle’ kabilinden.. Bunlar tabiî de.. 

Yakınılan konuların bir kısmı belki henüz şartlar olgunlaşmadığından, müsaid zamanını beklese bile, bir çoğu düzeltilemeyecek konular değil. Ama, bu olumsuzluklar sadece yakınmalarla düzelmeyecek. Elimizi taşın altına koymamız gerekiyor. 

Elbette, hâlâ bir takım saçmalıklar da yok değil. İstanbul’da bir Kız İmam- Hatib Lisesi’nde öğretmenlik yapan bir arkadaş, dün, o Kız İmam-Hatip Lisesi’ndeki okul müdiresinin durumunu anlatıp, onun örtülü kızlara nasıl bir örnek olabileceğini; okulun spor derslerine giren üç spor öğretmeninin üçünün de erkek olduğunu ve bu öğretmenlerin bu kızlara ders verdiklerinde bir aykırılık olup olmadığını sordu. 

M. Eğitim Bakanı, duy bu itiraz sesini!