Yokluk mu Yoksulluk mu?

İbrahim Küçük

Her insan kendisinin dışındaki tanıyanlarına mutlak belli izler bırakır. Bu izlerin derinliği hem tanıma oranı ile hem de tanınan kişinin şahsiyeti ve istikameti ile orantılıdır. İz bırakıcı kişinin şahsiyeti ne kadar güçlü olursa olsun eğer tanıyıcı, gereği gibi tanıyamadı ise bırakılan iz yine cılız olmaya mahkûmdur. Resulullah(s.a.v.) "İnsanların en hayırlısı görüldüğü zaman Allah"ı hatırlatandır"* der. Evet. Dosta düşmanı Allah(c.c.)"ı hatırlatmak. Bu açıdan da Resulullah(s.a.v)"ı "insanların en hayırlısı " olduğu bilmemek mümkün değil. O(s.a.v)"nu gören Ebu Cehil"de küfrü oranında negatif hatırlamaya girerdi, ehl-i iman sahabi de pozitif hatırlamadan kendini alamazdı. Ve bu silsile bize kadar devam etti, bizden sonrada kıyamete kadar devam edip gidecek.

 

            Kişilerin kendi imanları kadar Resulullah(s.a.v.)"i sevmek, küfrü kadar nefret etmek olgu faraziyeden öte hakikattir. Eğer sevilen kendi alanında sevilmeye gerçekten layıksa veya nefret edilen yine kendi alanında nefret edilmeye cidden layıksa sevici ve nefret edici açısından tanıdığı kadar sevmek veya nefret etmek kaçınılmaz bir neticedir. Hele birde tanınacak kişi, sevilecek kişi ya da (Hafazallah) nefret edilen kişi Resulullah(s.a.v.) gibi önder bir şahsiyetse kim neyi sevdiğinin ya da (Hafazallah) neyden nefret ettiğini iyice düşünmelidir. Özellikle mü"min açısından Resulullah(s.a.v)"i gereği gibi tanıyıp seviyor muyuz, sevgimiz belirli alanlarla mı sınırlı kalıyor, bizde Resulullah(s.a.v)"in bıraktığı izler hangi derinlikte teşekkül etmiş muhakemesi, muhasebesi neticesinde artı hanemizde neler kalıyor bilmemiz gerekmektedir. Resullah(s.a.v.)"ın hangi yönlerini sevdik, hangi emir ve tembihlerine harfiyen uyduk da hangilerinde gevşeğiz tespitini yapmamız elzemdir. Misal; ayakta su içmeme tembihinde muttaki, yalan söylememe emrinde gayri muttaki isek veya O(s.a.v)"in dostlarına dost gibi davrandığımızı sanarak düşmalarına düşman olamamışsak, Resullah(s.a.v.)"in misyonunu kavramada, O(s.a.v.)"nu sevmek ve anlamakta kısır kalmışlığımızın nedenini teşhis edip tedaviye geçmemiz gerekmektedir. Başka bir açıdan alansal olarak sevgi ve takipte nakıslığımızı değerlendirecek olursak; abidlik, iktisatlı mü"minlik gibi alanlarda sıkı takipçi ama cömert mü"min, hayırlı arkadaş, ailesine iyi davranışlı olma alanlarında peygambersizce davranış bozukluğu serdediyorsak " Hayatın her alanında peygamberli miyiz? Peygamberli olmamız gerekmez mi?" sorgusu ister istemez ahlak kemali kavşağında karşımıza dikilecektir.

 

               Tanıma, anlama konusunda eksikliğimiz ve bu eksiklik sebebi ile de takip bağlamında neyi ve kimi sevdiğimizi fehmedemememişliğimiz doğurduğu yönsüzlük hallerimizden biri de Resulullah(s.a.v.)"in evinde yaşanan hayat standardıdır. Bu noktada bir klasiğe dönüşmüş coşkulu vaiz söyleminden veya şiirsel edebi anlatımları ile "vah, tüh" ifadelerinden öteye geçmeyen, peygamberli bir tarza dönüşemeyen algı, tanıma ve sevme yönlerindeki istikametsizliğinden yaka kurtarmak sünneti anlama babında bu gün için zaruretler listesinin en başındaki maddelerden birdir. Fıkhen de caiz olmayan"Peygamber(s.a.v.) şöyle fakirdi böyle yoksuldu" gibi anlatım ve sunumlarla Peygamber(s.a.v.)"in hayat standardının altında yatan hikmeti yok edici, sadece dinleyenlerin geçici bir acıtasyona gark olduğu oturumlar düzenlemiş olmaktan öte gidemeyen yönsüzlük halimiz bizleri hayatın en önemli alanı olan, toplumun temel taşı, bireyin ahlakında birincil rol oynayan ev ve aile hukukumuzu peygamberli yapmamamıza sebep olmaktadır. Dünyaya dalıp gitme, asli vazifemizi unutup bir türlü ideal topluluk oluşturmamamızın illetlerinden biri de bahsede geldiğimiz tanıma, takip ve gerektiği yönden sevememe illetidir.

 

                Resullah(s.a.v.)"ı hangi yönden sevdik ne sebeple sevdik?Mekke"deki mazlumluğunu mu sevdik, Medine"deki güç ve iktidarını mı sevdik? Mazlumluğunu sevdik ise zulme karşı duruşunu da aynı oranda sevip sahiplendik mi? Güç ve iktidarını sevdik ise O(s.a.v.)"in elindeki güç ve iktidar hangi iktisadi ve tevazu dengeleri ile muktedir olmuştur sorgusunu olması gerektiği gibi yapabildik mi?. Yoksa Resulullah(s.a.v.)"i sevişimiz az evvelki sebeplerden hiç biri ile olmayıp O(s.a.v.)"nu her yönden her açıdan cidden sevilmeye ve takip edilmeye layık sebepler ile sevdik ise neden her yönümüz peygamberli hale dönüşememiştir? Zaten Resulullah(s.a.v.)"ı kişilik olarak sevmemek mümkün mü? Vahy"den önce dahi henüz çocuk yaştaki Hz.Zeyd Resulullah(s.a.v.)in evini kendi anası ve babasının olduğu eve tercih etmemiş miydi? Cennet, cehennem, şefaat, resul gibi kavramlar henüz ortada yok iken Hz. Zeyd"i resullük makamına varmamış Muhammed"e tutkulu kılan ne olabilirdi? Vahiy öncesi parmakla gösterilen "Emin" şahsiyet değil miydi? Vahiy"den sonra eski takdircileri düşman kılan, sırf küfr-ü inadinden dolayı Resulullah(s.a.v.) savaş açanların nefret sebebi ne olabilirdi? Vahy Resulullah(s.a.v.) haşa ahlak dejenerasyonu değil bilakis ahlak tamamiyeti getirmişken ne olmuştu da birden bire şirk toplumun ahlak kuralları standart daralmasına kaymıştı. Doğru söyleyen Muhammed(s.a.v.)"i sadece kendi hakları pay edilirken sevenler, aynı Muhammed(s.a.v.) Allah(c.c.)"ın haklarını da söyleyiverince düşman beleyivermişlerdi. Demek ki sevgi yönü ve sebebi akaidi şekillendirecek esaslı bir düsturdur.

 

                İşte, Resulullah(s.a.v.)"i tüm bu tanıma, tabi olma, sevme yönü ile ilgili düğümleri çözebileceğimiz duraklardan biri de; az yukarıda değindiğimiz Resulullah(s.a.v.)"in bireysel hayatını yansıtmada, zatı ve sıfatı açısından en belirgin verileri elde edeceğimiz Resulullah(s.a.v.)"in ev hali ve hayat standardının oluşumunu belirleyen tercih yönüdür. Burada kastımız şu olmayacaktır; "herkesin evindeki eşyaları dışarıya atsın, yerlere hasır sersin". Hayır, Resulullah(s.a.v.) zühd hayatını hasır ve ibrikten ibaret sanmak, vaiz coşkusunun dışına çıkamayıp asıl hikmeti kaçırmaktır.

 

                 Resulullah(s.a.v.)"ı tanıma ve takip konusunda yönsüzlük ve nakıslık illetini doğuran ilk sebep; Resulullah(s.a.v.) yokluk ile mi  yaşamıştır yoksa yoksulluk ile mi? Bu soruya makul cevap bulduğumuzda "Resulullah(s.a.v.)"in yaşadığı standart düzlemi bilinçli bir tercih midir yoksa şartlar mı Resulullah(s.a.v.)"ı o düzleme gitmek zorunda bırakmıştır" tahkiki yerine oturacak, sevme, takip etme ve bireysel  tercihlerimizde yönlü olabilme maksadına kısmen ermişliğimiz vuku bulacaktır.

 

                  Yokluk; mutlak manada Allah(c.c.)"ın dışında hiçbir ihtiyaç gidericinin gideremeyeceği sadece varlığın zıddı ile tanımlanamayacak haldir. Yoksulluk ise izafi olup zıddı varlıklılık ve zenginlikle tanımlanabilecek bir haldir. Yani buna göre ilim, irfan, hidayet, ahlak gibi değerler yokluk düzleminde değerlendirilirken mal, mülk, makam, mevki gibi dünyevi değerler de yoksulluk düzleminde değerlendirilecektir. Yokluk düzleminde kemale ermiş olan Resulullah(s.a.v.)"in duaları, istemleri, arzuları, istikameti yokluk değerlerini elde etmeye veya muhafaza etmeye yöneliktir. Mekke reisliğinin reddi, Mekke"nin en zenginliğini elinin tersi ile itmişliği v.s. ile Medine"de devlet reisliğine rağmen karnına taş bağlamışlılığı yokluk ve yoksulluk düzleminde algılanılabilecek birer hakikatler silsilesidir. Resulullah(s.a.v.)ın dualrında hep bunu görürüz. Yoksulluktan korkmayan, şikâyet etmeyen ama yokluğu tercih ederek yokluğu sadece Rabbi ile aşabileceğine iman etmiş ahlak ve ruh yüceliğine ermiş yüce bir kişilik(s.a.v). Yoksulluğun hiçbir önem arz etmediğini aslolan varlığa rağmen yokluğu tercih etmek gerekliliğini yaşarak tebliğ eden Nebi(s.a.v.)"Yoksulluğunda zenginlik ve varlık gibi her an geçici bir unsur olduğunu ama yokluğun ancak Allah(c.c.) ile aşılabileceğini varlığa ulaşma imkânına rağmen yokluk düzlemini tercih ederek asıl yoksulluğun, yokluğun fark edilememiş olması olduğunu tebliğ eden Hz. Muhammed(s.a.v.)...

 

                    Evet, Resulullah(s.a.v.)"in evinde günlerce yanmayan ocağın sebebi teslim olunmuş bir yoksulluk hayatına binaen değildi. Tam aksine yokluk korkusu ile varlığa rağmen yoksul gibi yaşamayı göze alarak yokluğu terk etmekti. Resulullah (s.a.v.)"in bireysel hayatında ve evlerinde eksik etmediği yokluk dinamizmi idi. Korkular, telaşlar, mücadeleler, koşuşturmalar bu eksende dönüyordu. Evdeki bitmemesi gerekenler, olmazsa olmazlar, ihtiyaçlar listesinin ilk sırasında olanlar iman, ilim, amel, ihlâs, takva v.s. azıkları idi. Geriye kalanlar dünya gölgeliğini geçiştirecek miktarda oldukları an uğruna her şeyi vermeye değer olmayan yoksulluk giderici metalardı. Bu sebeple hane-i saadet erzaksız da olsa saadet evi olabilmiştir. Çünkü hane-i saadetin erzakı yoksulluk kapısından değil yokluk kapısından geliyordu"Cenab-ı Hakk bizlere  dualarımızda, koşuşturmalarımızda neyi ne adına istediğimizin şuurunu versin . Önce kendimizi ve evlerimizi peygamberlendirsin, Hz. Muhammed(s.a.v.)"in hanesindeki saadeti mü"minlerin evine bahşetsin inşallah. Eğer, bütün insanların dinsizliğe imrenecek bir tek ümmet haline gelme mahzuru olmasaydı, Rahman"ı inkâr edenlerin evlerinin tavanlarını ve çıkacakları merdivenleri, evlerinin kapılarını, üzerine kurulacakları koltukları hep gümüşten yapardık. Onları altına, mücevhere boğardık. Fakat bütün bunlar dünya hayatının geçici metâından ibarettir. Âhiret ise Rabbinin nezdinde Allah"a karşı gelmekten sakınanlara mahsustur. Kim Rahmanın hikmetlerle dolu ders olarak gönderdiği Kur"ân"ı göz ardı ederse, Biz de ona bir şeytan sardırırız; artık o, ona arkadaş olur (Zuhruf/33–34–35–36)

 

 

    *Esmâ Bintu Yezid radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün): "Size en hayırlınızı haber vereyim mi?" diye sordu. "Evet! Ey Allah'ın Resûlü!" dediler.

"Sizden o kimseler en hayırlıdır ki, onları görenler aziz ve celil olan Allah'ı hatırlarlar" buyurdular."(İbni Mace-Zühd)