Yaşasın Filistin!

Merve Kavakçı

İslam düşüncesi milliyetçiliğe müsaade etmiyor. Her türlü asabiyeyi yıkmış, yerine din eksenli küresel ve küre-ötesi bir bağlılık anlayışını getirmiş olan Kur'an-ı Kerim en geniş çerçevede bize Rabb ve kul ilişkisini belirliyor.
 

Onun altında birbirimizle olan ilişkilendirilmemizi müslüman, ehli kitap ve müşrikler kategorilerinde yapıyor. İslam'ın dünya hayatına bakışında ulus devletlere yer yok. Nitekim ulus devlet dediğimiz kavram yakın zamanda üretilmiş, zamanlama açısından İslam'ın tarihi ile de örtüşmeyen çok yeni bir kavram. Sosyal bilimci Benedict Anderson'ın bahsettiği "tahayyül edilen" toplumların oluşturduğu ulus devletlerin kökü çoğunluğa göre 19. Yüzyıla, Anthony Marx gibi bazı bilim adamlarına göre de 15. Yüzyıla kadar uzanır. Kur'an'ı mesaj bize milletler olarak yaratıldığımızı hatırlatırken farklılıklarımıza dikkat çekiyor. Bugünkü modern dünyadaki ulus devletin bağlayıcılığını teyit eder bir durum değil bu. Bilakis Rabbimiz de resulü Peygamber Efendimiz de hiç bir milletin diğerine üstün olmadığını bildiriyor. Takvaya ve din kardeşliğine dikkat çekiyor.
 
Hal böyleyken ulus-devletlerin çizdiği sınırlar içinde birbirleriyle iletişim kuran insanların dünyası bizimkisi. Ulus veya millet olmak yetmiyor insan yapımı olan "tanınırlık" için. Bir ulus-devlete aidiyet de gerekiyor. Bundan kasıt şu: milletin bir bireyi olarak mesela seyahat edemiyorsun, ne gerekiyor? Bir devletin belgesi gerekiyor ki ona göre hareket serbestisinden istifade edebilesin. İnsan üretimi bir değerler sisteminin izdüşümüdür pasaport dediğimiz doküman. Ülke sınırları da sanal olarak insan aklı sonucu kendince üretilmiş ve çizilmiştir. Kimi düşünürlere göre kavga da işte tam bu noktada başlar. Toprak üzerinde yarış olmasa kavga da olmaz derler. Ama öyle olmuyor işte. Çatışma başladı ve bitmiyor. Kimilerine göre kavga dinler arasındadır. Varlığı zaman ve mekandan bağımsız olarak tasarlayan İslam düşüncesinde ise bu Hak ile batılın çatışmasıdır.
 
İster seküler pencereden ister dini çerçeveden bakılsın Filistin Devleti'nin bu denli geciktirilmesi hiç bir şekilde meşrulaştırılamaz. BM 1948'de İsrail devletini kurarak attığı adımın Filistinlilere olan borcunu ödeme yoluna girmiştir geçtiğimiz hafta. Onu da isteyerek konsensüs üzerinden yaptığı söylenemez. Ama yine de atmıştır bu adımı. Belki de atmak zorunda kalmıştır desek daha doğru olur.
 
Burada Türkiye'nin oynadığı rol küçümsenemez. Dost düşman herkes bu liderlik rolüne şapka çıkartmak durumundadır. İçte AK Parti düşmanları, dışta Türkiye ve hükümet karşıtları yenilgilerini kabul etmişlerdir. Uzun zamandır ilk defa, asırlardır ilk defa İslam dünyası birlik içerisinde hareket edebilmiştir. Birleşmiş Milletler çerçevesinde Türkiye'nin istikrarlı ve bir o kadar da ısrarcı dış siyaseti meyvasını Filistin'de vermiştir.
 
Zamanı doğru değerlendirelim, nereden nereye geldiğimizi doğru okuyalım: 2001-Cumhurbaşkanı Sezer'in Başbakan Ecevit'in kafasına Anayasa fırlattığı, enflasyonun üçlü hanelere çıkıp ekonomik krize sürüklendiği, TC Başbakanı'nın ABD Başkanı karşısında süklüm püklüm azar işiten çocuk pozisyonunda resim verdiği bir Türkiye. 2012: Batı kadar Doğuya da yüzünü dönmüş, Oryantalistlerin değil kendi çıkarlarını düşünen, ümmet anlayışını seküler dış politikaya eklemleyen, ABD süper gücüne meydan da okuyabilen, Mavi Marmara'yla İsrail'in maskesini düşüren, Filistin'in kurulmasına açıktan destek olan şahsiyetli bir Türkiye.
 
Şimdi Türkiye'nin izinde Rusya, İngiltere, Fransa hepsi İsrail'e tepki yağdırıyor. Bugünler hayal bile edilemezdi değil mi"

yeniakit