Yasal güvence yolunda, hem de CHP’yle...

Ahmet Taşgetiren

Önce Refah Partisi’nin, ardından Ak Parti’nin İslam’la ilişkilerinin “Laiklik karşıtı eylemlerin odağı olma” gerekçesiyle kapatma davaları açıldığı dönemde, ben, CHP’ye bir teklif yapmıştım. O zaman CHP’nin başında Baykal vardı. Ve Baykal’ın CHP’de bir dönüşüm arayışında olduğu ifade ediliyordu. “CHP’de dönüşüm” denildiğinde de akla hep “İslam’la ilişki” konusu geliyordu. Çünkü CHP’nin en çok hassasiyet gösterdiği laiklik ilkesi, toplumun İslam’la ilişkilerini kısıtlayan bir yorum içeriyordu.

Bu arada siyaset alanında CHP oylarının tam da bu yüzden belli bir rakamın üstüne çıkmadığı gerçeği ile karşı karşıya kalınıyordu.

Ben, İslam’la ilişkinin Türkiye için hayati bir mesele olduğu kanaatindeydim. Sonuçta Müslüman bir toplumdan söz ediyorduk. İslam’la doğru ilişki hem iç barış açısından hem dış itibar açısından son derece hayati idi.

Katı laiklik yorumu, Din – Devlet – Toplum ilişkisinde sorunlar ortaya çıkarmaktaydı ve bu alan sağlıklı hale getirilmeliydi.

Bu alanın özgürlükçü biçimde yorumlanması öteden beri CHP’nin direnç gösterdiği bir konuydu.

Sanki “İslam’la ilişki” sadece muhafazakarların hassasiyet alanı imiş gibi bir durdum ortaya çıkmaktaydı.

Ecevit’in “özgürlükçü laiklik” çıkışı bir farklılıktı ama Ecevit de CHP’den kopmuştu.

Evet CHP’ye teklif yapmıştım; bir yazımda “CHP lideri Baykal, Milli Güvenlik Kurulu’na ‘Ülkede iç barışı sağlama noktasında İslam’dan nasıl yararlanabiliriz?’ gibi bir gündem sunsa…”

İktidarda Ak Parti vardı ve AK Parti’nin bunu yapması halinde “Laiklik elden giderdi…” Ak Parti’nin de kapatma gerekçesi olurdu vs…

CHP, “İslam’ı -inanç boyutuyla önemsemese bile- hiç olmazsa ülke çıkarı açısından anlam taşıyan bir değere dönüştürüp bu alandaki kavgayı bitirebilir” diye düşünmüştüm.

Hiç olmazsa “Ülke çıkarı için İslam…”

O zaman olmadı. Ak Parti kapatılma davasında benim ifademle “İpten döndü.” Yine de “laiklik karşıtı eylemlerin odağı olma” gerekçesiyle hazine yardımının kısılması cezasından kurtulamadı. Gerekçelerden biri de başörtüsüne özgürlük için anayasa değişikliği yapmaktı.

Sonunda Ak Parti güçlendi, güçlendi, yargıyı vs hale yola soktu, Cumhurbaşkanlığını aldı ve fiilen “başörtüsü yasağı”nı kaldırdı. Fiilen. Evet. Çünkü Anayasa Mahkemesi’nin, Danıştay’ın kararları orada duruyor.

Ak Parti dünyasında bile muhtemel bir CHP’li iktidardan sakındırmak için, “Bu iş yasal olarak çözüme kavuşmadı, yarın başka bir iktidar gelirse…” gibi konular seslendirilmekteydi. Konu “şimdilik dokunmayalım, nasıl olsa iktidardayız” cümlesiyle noktalanıyordu.

Son zamanlarda “Ak Parti giderse başörtüsü yasağı gelir” sözü iktidar tarafından kitlelerde başka alanlara yönelen arayışları durdurmak için konuşulmaya başlandı. Yani ortada “başörtüsünün fiilen, yani Ak parti iktidarda olduğu için serbest hale geldiği, yasal garanti olmadığı” gerçekliği vardı.

Bu, 6’lı masada da konuşuldu ve “Yasal garanti getirme” noktasına gelindi. Kim yapmalıydı bu çıkışı? Kim yaparsa anlamlı olurdu?

Kılıçdaroğlu’nun “Başörtüsüne yasal güvence” çıkışı buradan doğdu. “Helalleşme” yürüyüşü devam ediyordu. Diğer paydaşlar değil, onun bu çıkışı yapması gerekirdi. İtiraz olursa CHP dünyasından olurdu, onu göğüslemeyi de Kılıçdaroğlu başarabilirdi.

Ben bir ara “Alevi açılımı”nı, CHP’nin değil, Ak Parti’nin yapmasının da, Ak Parti kadrolarının Sünni nitelikleri sebebiyle toplumsal barış açısından daha önemli olacağını yazmıştım.

Şimdi Kılıçdaroğlu bu çıkışı yapıyor. Bence Türkiye için doğru bir denklem. “Siyasi dalaş” olmasa, Tayyip Bey, “siyasi istismar”la suçlamak yerine teşekkür ederdi Kılıçdaroğlu’na.

Ama öylesine kıran kırana bir kazanma – kaybetme trendine girildi ki, rakibin en doğrusuna sahip çıkmak bile mümkün olmuyor.

Her neyse… Kılıçdaroğlu, “başörtüsüne yasal güvence” hamlesiyle kendi tabanının bir kesiminin tepkisini göze almış oldu, yani risk aldı. O kesim bu hamleden önce de “Helalleşme” konusuna biraz mesafeli durmaktaydı. Hatta Kılıçdaroğlu’nun bile geçmişte, özellikle de kamuda başörtüsü konusunda ters çıkışları vardı. Bunları grup dünkü konuşmasında Tayyip Bey enine boyuna sergiledi. Kemikleşmiş duyguları değiştirmek kolay değil. Ama Türkiye’de gerçek bir iç barış için farklı toplum kesimlerini anlamaya, dinlemeye, sorunlara çözüm aramaya büyük ihtiyaç var.

Belki de soru şudur: Daha çok kamplaşarak mı iç barışa ulaşırız, birbirimizi dinleyerek mi?

Bunun cevabı, “Aynı aile içinde bile barış birbirini dinleyerek mi gerçekleşir yoksa anne – baba – evlatların cepheleştiği ortamda mı?” sorusunun cevabı ile aynıdır.

ANAYASAL BOYUTTA

Evet, Tayyip Bey, dünkü grup konuşmasında CHP’yi ve Kılıçdardğlu’nu başörtüsü ve inanç özgürlüğü konusunda deyim yerindeyse yerin dibine batırdı. Haklıydı da.

Ancak, Kılıçdaroğlu’nun hamlesini yine de boşa atmadı. CHP’yi ve 6’lı Masayı meseleyi kanun boyutunda değil, anayasa boyutunda çözmeye davet etti. “Birlikte bir anayasa değişikliği yapalım” dedi. Bu da iyi. Başörtüsü ve kılık kıyafet konusundaki özgürleşmenin bütün partilerin ittifakı ile gerçekleşmesi Türkiye için iyidir. Kıran kırana siyasi kavgaların içinden hayırlı bir sonuç çıkarsa ne kadar iyi olur. Bakalım bu dilek gerçekleşecek mi?