Yağmur yağdığında kelebekler

Ahmet Taşgetiren
Yüksel Kanar’ın “Yağmur Yağdığında Kelebekler Nereye kaçar?” isimli kitabını birkaç kere yazdım. Küçücük bir kitaptır. Çocuk kitabı. Bilmem yeni baskıları var mı? 

Kaçacak yeri yoktur kelebeğin yağmurda. 

Çaresizlikleri anlatır. Baktım arşive, 8 Nisan 1999’da Yeni Şafak’ta İmam Hatipli kız öğrencilerin çaresizliğini anlatmak için yazmışım. Bingöl’de bir terör saldırısında can veren İHL öğrencisi Nuran’ın şehadeti vesilesiyle. “Nuran’ın yüreği” başlığı altında.  

Bugünlerde yeniden hatırladım yağmur altında kelebeğin çaresizliğini. 

***

11 yaşındaki çocuğun boyacı sandığından elde ettiği gelire ihtiyaç duyan aileler var Türkiye’de. 
15 yaşındaki tamirci çırağının haftalığı ile dönen aile bütçeleri var.
Ailedeki herkesin asgari ücret katkısı ile dönen çarklar var. 
Salgın sebebiyle ekonominin çarkları durduğunda bu küçük ekonomiler(!)in hali nice olur, nice oluyor acaba?

***

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın bir çağrısı oldu: “Hayır yapmak isteyenler gitsin bakkalların veresiye defterindeki borçları sildirsin.” 
Bu bizde bilinen bir gelenek. Hayırsever insanlar giderler, mahalle bakkalındaki veresiye defterini çıkartırlar, hiç tanımadıkları insanların borçlarını öderler. Bakkal rahatlar, borcu silinen kişi, kimseye karşı boynu bükük kalmaz, hayır yapan da kimseyi minnet altında bırakmamış olur. Bunlar bizim infak terbiyemizdir. 

İnfak medeniyetinin sadaka taşları da öyle. Veren de belli değildir alan da, ama yaralar sarılır böylece.

Devlet adına bir şeyler yapılıyor. Yardım paketleri, sınırlı nakdi katkılar var. Belediyelerin yardımı tartışma konusu oldu. Keşke olmasaydı. Devlet denetlesin hiç şüphesiz, böyle zamanlarda bile, insani yardımlar söz konusu olduğunda bile kefen hırsızları çıkabilir, devlet denetlesin elbette. Ama işin içine başka hesaplar karışmasın ve bir tek muhtacın kapısının çalınmasına bile engel olunmasın. Çünkü öyle yapıldığında herkes herkese karşı gardını alıyor, ancak herkesin fedakarlığı ile göğüslenebilecek felaketler karşısında birbirimizi aşağı çeker hale geliyoruz. Bizim küçük hesap kavgalarımız, fedakarlık yarışında olan, fedakarlıktan başka seçenekleri bulunmayan, adeta cephe hattında mücadele veren insanların bile ayrıştırılmasına yol açıyor. 

Ortada gerçekten büyük bir hadise var. 

İster sağlık boyutu ile ele alınsın ister, ekonomi boyutuyla… Virüs malum sadece kendi gücüyle öldürmüyor, altta devam eden başka sağlık sorunlarını kullanıyor. 
Belli ki virüs, insanların mahrumiyetlerini de kullanacak vurmak için… Fukara evlerini, iyi beslenemediği için vücudu zayıf düşenleri… 

Bu iş büyük iş. Bazen kimsenin haberi olmadan dört duvar arasında kıvranıp durur insanlar. 
İşte, 11 yaşındaki çocuğun boyacı sandığı ile kazandığına bakan evler onlardır. Onların binlerce çeşidi tasavvur edilebilir. 
Bu dönemde işinden olan yüzbinlerce insanın her biri böyle bir dramın ipucu gibi görülse yeridir. Onları görmek lazım. Her birinden yola çıkarak bir mahrumiyet iklimine varılabilir. 

Kim varacak, kim yapacak o işi?

Devletin böyle bir envanteri var mı? Bir mahrumiyet envanteri. 

Bu işler sadece devlete bırakılmayacak kadar hayati işlerdir, onu söylemek isterim. 
“Müslüman duyarlılığı”nın tam da devreye gireceği zamanlardayız. Dinin yargılama hüviyetinden ziyade, insan üzerine eğilme, onun insanlık haysiyetini koruma hassasiyetinin devreye gireceği zamanlardayız. Din dilinde bu hassasiyeti öne çıkarma zamanları… 

Eylem planında ise komşuya karşı sorumluluk duygusunu diri tutma zamanlarındayız. Komşuluğu kapı komşuluğundan başlatıp, “evrensel planda” kavrama zamanlarındayız. Onun için İtalya’dakine, İngiltere ya da Amerika’dakine ulaşma, imkânımız varsa oralarda yara sarmak için sargı bezi ya da maske gönderme zamanlarındayız. 
İhtiyacı görme zamanlarındayız. Merhum dostum Fahrettin Tivnikli’yi hatırlıyorum, 1999 depreminde “Deprem bölgelerine çocuk bezi göndersek, en çok ona ihtiyacı var annelerin” demişti.

Eminim bugün sağ olsa, “Maske dağıtalım” der, imkanlarını bunun için seferber ederdi. Ya da otomobilinin arkasındaki paketleri verirken, yanına bir zarf eklemeyi unutmazdı. Keşke “Vefa” kolilerinin yanında bir de “Nakit zarfı” olsa diyorum içimden. Hani kapısı çalınan kişi, bizim görmediğimiz bir ihtiyacı görebilsin diye. 
Muhtarlar seferber olabilir bugünlerde, cami görevlileri seferber olabilir. “Din dili” bugün dua kadar, fukara evlerinin ocağını tüttürme gayreti ile ete – kemiğe bürünmeli, değil mi?

Hani “Korona sonrası hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” deniyor ya… Bugün o günlere yatırım niteliğindedir. Öyleyse rahmet, kardeşlik, sevgi, dostluk yatırımı yapalım geleceğe.
Kelebeğin sığınacağı bir saçak olalım.