Viyana"ya başka türlü girmek, ve.. -1

Selâhaddin Çakırgil

10-19 Nisan 09 günleri arasında, Almanya"nın orta-batısında Belçika- Hollanda sınırından 70-80 km. içerdeki  Köln"den başlayan ve 1200 km. kadar doğudaki Viyana"ya kadar uzanan bir yolculukta idim..

Gidiş otomobille, dönüş trenle..

Gidişte, 30 yıl öncelerden beri tanıdığım ve Afganistan"da komünistlere karşı verilen  savaşlara fiilen katılmış ve de o savaş günlerine dair birçok kitabı yayınlanmış olan Bahaeddin Yıldız ve de Krefeld"deki çabalarıyla dikkati çeken kardeşlerimizden Mücahid Yıldız"la birlikteydim.. 

Yol boyuyla ilgili bazı tesbitleri aktarmam gerekiyor..

Önce, Köln"den başlıyayım..

Köln, -uluslararası yazışmalarda esas alınan ingiliz alfabesinde (ö) harfi olmadığından- Koeln, Cologne ve Colonia diye da anılan bir şehir..

Köln, 16 federe eyaletten oluşan Federal Almanya"nın Kuzey Rhein Westfalia (Nord Rhein Westfalen/ NRW)  Berlin, Hambur ve Munchen/ Munih"den sonraki dördüncü büyük şehri.. Yaklaşık 1,3 milyon nüfuslu.. Yaklaşık 80-90 bin kadarı Türkiye"liler olmak üzere, 200 bin kadar yabancının yaşadığı, yabancı düşmanlığının çok fazla hissedilmediği bir şehir..

Esasen, tarih boyunca, Ren (Rhein/ Rayn)  Nehri vadisinin bir ırklar ve kavimler kolleksiyonu halinde, yığınla kavimlerin gelip geçtiği bereketli topraklar olduğu biliniyor..

Köln"de büyük bir katedral vardır.. Almanya"da her şehirdeki en büyük katedral"e, büyük kiliseye "Dom" denilir.. Gotik mimarî tarzının da dünyadaki en seçkin örneklerinden olan "Köln Domu" ise, 780 yıllık geçmişiyle, bütün Almanya"nın da en eski ve en büyük Dom"u olarak bilinir. Hristiyanlarca da kutsal mekan olarak olarak bilinen (Beyt-ul"Muqaddes/ Jerusalem) Kudüs"ün müslümanların elinden kurtarılması için düzenlenen nice "Haçlı Seferleri"nin de bu mekanda yapılan âyinlerle yola çıkarıldığı da, tarihî rivayetlerden.. (O günkü şartlarda taa buralardan, Kudüs"e doğru yola çıkmayı  at sırtında göze alabilmek çok büyük bir macera değil mi?)

Napolyon"un, Mukaddes Roma -Germen İmparatorluğu"na karşı 200 yıl öncelerde, 1806"da Ulm"daki  savaşı kazanıp İmp. Franz"ın sadece Avusturya Kralı unvanını kabule mecbur bırakması, yani "Mukaddes Roma-Germen İmparatorluğu"nu 800 yıl sonra tarihe gömmesi ve bir Rhein Federasyonu"nu kurmasından sonraki çeyrek yüzyıllık çalkantılı dönem sonunda, 1840"da, Köln Domu"nun kulelerinin tamir edilip bugünkü şekliyle hizmete açılması, âdeta , "Napolyon İstilası" günlerine duyulan bir tepki olarak yükselen alman nasyonalizminin bir bayram ve coşku günü olarak değerlendirilmişti.

Yani, Köln böyle özellikleri olan bir şehir..

*

Hristiyanlık, her yerde, en etkin tarihî güç odağı..

Köln- Frankfurt üzerinde Montabaur Şatosu"na da değinmek gerekiyor..

Burası. 220 km."lik Köln- Frankfurt otobanının yaklaşık ortasında, yolun sağında 3-4 km. kadar içerde yer alan bir mekan.. Montabaur ismi almanca değil.. Latinceden gelme bir kelime ve Baur dağı/ tepesi mânasında bir isim..

Bu isim, gerçekte, Beyt"ul-Muqaddes"te / Kudüs"deki bir tepenin adı imiş.. Ve oraya 900 yıl öncelerde giden ve uzun yıllar orada bulunan Haçlı"lardan Montabaur tepesinde vazife yapmış olanlar geri döndüklerinde de aynı yerde birlikte yaşamak dilemişler ve bu şato onlara tahsis edilmiş.. Onlar da bu şatoya Kudüs"teki o tepenin adını vermişler.. Şatoda bulunan bir kitabede bu tarihî geçmiş teferruatıyla yazılmıştır..

Haçlı Seferleri"ne katılanlar, kendi kültürlerinde, âdeta, "ermiş" kimseler durumunda değerlendiriliyorlar, hatıraları saygıyla korunuyor.. Bugün sekuler bir rejim olduklarını her ne kadar ileri sürseler bile, buralarda, hristiyanlık, sadece tarihe değil, günlük hayata da, en azından kültür değerleri ve ölçüleri itibariyle damgasını vuran bir güç..

Kemalist /laikler ise, bütün bir tarihi yok sayarak ve âdetâ,  tarih 1923"den başlıyormuş gibi bir katı diktatörlük uygulamasıyla, bizim tarihin derinliklerindeki geçmişimizi yok saymayı en büyük hedef edindiler ve her şeyi, yeni dönemin "tek isimli, tek resimli, tek heykelli, ebedî şef ilkelliği"nin temelleri üzerinde kurmaya çalıştılar ve o temeller üzerinde durmaktaki kör inadlarını hâlâ da da sürdürüyorlar..

*

Frankfurt"a gelince.. Hessen eyaletinin başkenti de olan ve Main Nehri kıyılarındaki bu şehir, bugün her ne kadar daha çok, Avrupa borsalarının  ve bankaların  en büyük merkezi durumunda ise de, hristiyanlık tarihindeki yeri itibariyle de epeyce önemlidir.. Tarihte, Hristiyanlığa yön veren ünlü konsillerden birisi de, bu şehirde aktedilmişti..

Ayrıca, Alman Birliği"nin kurulması öncesinde, 1848"de, -dönemin güçlü prenslerinin etkisiyle, etkisiz hâle getirilmiş olsa da-  Paul Kilisesi kararları ve devamı, Frankfurt"u Alman tarihinin önemli kararlarının alındığı bir mekâna dönüştürmüştür.. Prens Bismarck"ın Alman Birliği"ni sağlama yolunda giriştiği savaşlardan önce, Hessen topraklarında 4 prenslik ve dükalık, bir kontluk ve bir de bağımsız Frankfurt site devleti vardı ve ancak 1866"daki Prusya- Avusturya Savaşı"ndan sonra Prusya, bölgeyi kontrol altına alabilmişti..

Frankfurt, aynı zamanda Goethe"nin de yaşadığı ve adına bir üneversitenin de tesis olunduğu bir şehirdir..

Franfurt"ta şehrin en merkezî yerinde, Büyük Tren İstasyonu"nun yakınında, Munchener Str. üzerinde, Diyanet"e bağlı güzel bir câmi ve müştemilatı da bulunmaktadır.. Bu arada orada sahiblerinin çoğu Türkiye"li, Pakistan"lı ya da arab diyarlarından müslümanlar olan restoranlar da vardır. Ve bunlar isimleriyle bile, size mahiyetlerini hissettirirler.. Yani, bir müslüman bu şehirde, en azından bu konuda fazla bir sıkıntı ve yabancılık çekmez..

*

Müslümanlar, izbelerde de olsa, hayatın bir tabiî parçası..

Frankfurt"tan 100 km. kadar doğudaki Würzburg"a vardığımızda ikindi vakti idi ve namaz için, o civarda bulunduğunu öğrendiğimiz bir mescidi aramaya koyulduk.. "Navigation"un gösterdiği adreste öyle bir mescid yoktu..

Geceleri, otoban kenarından geçerken bu şehri biraz yukardan seyredenler için aşağıda, eski Piskoposluk Sarayı  ve diğer tarihî mekanlar ışıklandırmayla daha bir gözalıcı manzara teşkil eder.

Würzburg"da aradığımız mescidi bulabilmek için, epeyce dolaştıktan sonra, bir sokağın başındaki tabelâda "Moscheeweg" yazısını gördük.. Yani, (Câmi/ Mescîd yolu)..

"Kircheweg" (Kilise Yolu) gibi sokak isimlerine Almanya"da sık sık rastlanır da, "Mescid Yolu" ismine ilk kez rastlanıyordu. Demek ki, Würzburg belediyesi, müslümanların bu şehrin tabiî bir parçası olduğunu kabullenmişti.. (Müslümanların yaşadığı diğer alman şehirlerindeki belediyelerin de bu örneği devam ettirmelerinin yolu böylece açılmış sayılabilir..)

Biz mescid ararken, "Moscheeweg"i bulmuştuk, ama, Mescid"i bulmakta epeyce zorlandık..

Sonunda, bazı âşinâ isimlere telefon edilerek mescidin yeri öğrenildi.. O civardaki bir apartmanın zemin katında idi, Mescid.. Ama, hiç bir tabelâ veya işaret konulmamıştı.. Dahası, tamirât dolayısiyle kapalı idi..

*

Böyle olunca.. Yol üstünde, 200 km. kadar uzaktaki Regensburg"a direkt gitmek yerine, 50-60 km."lik bir uzatmayla biraz kuzeydeki Nürnberg"e yöneldik..

Orada, o gün, bir câmiin açılışının da olacağını duymuştuk.. Açılış tamamlanmış olmalıydı, ama, yine de o mekanı görebilirdik.. 

*

Nürnberg, nazimle Amerikan militarizminin nihaî hesablaşma merkezi

Nürnberg, Almanya"nın özellikle son yüzyılında önemli bir merkez..

Nürnberg ile Fürth şehirleri bugün birleşmiş durumdadırlar.. Ama, bu iki şehri 1831 yılında birbirine bağlayan 6 km."lik demiryolu, anyı zamanda Almanya"nın ilk demiryolu idi.. (40 yıl sonra, 1870"de ise, demiryolları, 20 bin km."ye ulaşıyor ve bu demiryolu ağı, Alman Birliği"nin kurulmasında özellikle de sosyo-ekonomik açıdan, büyük bir rol ifade ediyordu..)

Müzeleriyle, rokoko ve barok mimarî tarzının seçkin örneklerini oluşturan manastır ve bazilikalarıyla ünlü olan bu şehr, Adolf Hitler"in führer/ lideri olduğu  Nasyonal Sosyalist Hareket"in de genel karargâhı idi ve burada, müstahkem bir kaleyi andıran bir binası vardı..

İkinci Dünya Savaşı sırasında, bu şehir Amerikalılarca şiddetle bombardıman edildiği halde, bu merkez, özellikle tahrib edilmemişti.. Çünkü, Amerikalılar Hitler"i esir alabilirlerse,  bu binada yargılamayı düşünüyorlardı..

Ama, Hitler, onlara bu fırsatı vermiyecek ve Berlin"deki sığınağında eşi Eva ve Propaganda Bakanı ünlü Göbbels gibi birçok yakın çalışma arkadaşlarıyla birlikte intihar edip, geride kalanlara da, cesedlerinin yakılması talimâtı vererek, o lezzeti taddırmayacaktı.. Ama, savaşın galibleri yine de, Hitler"in yerine geçen Herman Göring ve Nasyonal Sosyalist Hareket"in diğer önde isimlerini ve ünlü alman komutanlarını yine, Nasyonal Sosyalizm"in merkez karargâhı olan bu büyük binada yargılanacak ve bunların pek çoğu savaş suçlusu olarak kurşuna dizileceklerdi.. (Yargılama esnâsında, sanıklarca, yargılama usûllerine aykırı davranıldığı itirazı yapıldığında, Savaş Mahkemesi"nin Amerikalı Başkanı"nın, "Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor.."  demesi meşhurdu ve ilginçtir, bu sözlerin benzeri, 27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi"nden sonra kurulan Yüksek Adalet Divanı adıyla Yassıada"da tezgahlanan düzmece mahkemenin Başkanı"nca da Menderes ve arkadaşlarına karşı aynen tekrarlanıyordu.. Evet, o yargılamaların da Nürnberg Yargılamaları kadar "âdil" (!?) olduğunu bu vesileyle bir daha hatırlayalım..)

*

Nürnberg"deki "mescid"e vardığımızda, insanın içini ferahlatan bir mâbedle karşılaşmak güzeldi.. Tertemizdi.. Halıları yeni, temiz ve duvarlar sâde idi.. Bazen, çoğu aynı muhtevanın farklı hat uslûblarıyla yazılmış tabloları câmilerin sağına soluna serpildiğini görmek, burada tekrarlanmamıştı..

Cemaatin çoğu, arab müslümanlarından oluşuyordu.. Çoğu mescidlerde, özellikle lavabolarda görülen olumsuz görüntüler ve ağır kokular burada yoktu.. İnşaallah, bu dikkat hep sürdürülür.

Konferans salonu, büyükçe bir kütübhanesi, çayevi ile güzel bir mekan.. Câmi içinde hâkim olan ağır gülyağı kokusunun ise, herkes tarafından beğenilmeyebileceği, aynı kokudan herkesin hoşlanmayacabileceği de bu arada gözönünde bulundurulur mu, bilmem..

Orada, bazı cemaaten ve câmiin "hademe-i hayrât"ından diye nitelenebilecek bazı şahıslarla epeyce bir sohbetten ve çay ikramından sonra..

Yola revan olduk, yeniden..

Tuna (Donau) Nehri"nin akış istikameti boyunca doğuya doğru ilerliyerek, Avusturya sınırına yakın ve kiliseleriyle, büyük binalarındaki mimarî uslûbla ve Tuna üzerinde kurulmuş olan 900 yıllık taş köprüsüyle uzaktan bir Ortaçağ şehri görünümü veren  Regensburg"a vardığımızda, hava kararmış ve şehrin ısıkları yanmaya başlamıştı.. Buradaki görmeye değer mekanları daha önce görmüştüm.. Ve gece karanlığı da bastığından oraları yeniden görmeye imkan yoktu..

Regensburg, Kardinal Ratzinger"in, yani şimdiki Papa 16. Benedicktus"un da doğum yeri..

Daha da önemlisi, Papa olduktan sonra doğduğu şehre gelmiş ve Hz. Peygamber (S)"i ağır şekilde eleştirdiği konuşmasını bu şehrin üniversitesinde yapmıştı..

Burada şunu da eklemeliyim ki, Viyana"ya doğru yaklaştıkça yani Almanya"nın güney doğusundaki şehirlerde de, sağda solda, sık sık görülmekte olan heykellerde, kralların, kardinallerin, komutanların atlarının ayakları altında, ezilen "düşman" askerleri motiflerinin  sarıklı veya fesli olarak resmedildiğini ve "hilal"lerin ayak altında ezildiğini de görmek, onu gören her insana bulunduğu yere göre bir takım mesajlar vermekte, tabiatiyle.. Yani, Osmanlı"nın taa Viyana"ya doğru yaklaşması üzerine, bu civardaki hristiyan halk kitlelerinde de, mukabil psikolojik savunma mekanizmalarının maddî izleri heykellere yansıtılmış..

*

Ve yolumuza devam ettik.. Ve sınır şehri sayılabilecek Passau"ya ulaştık..

Orada , yarım saat kadar eğleştik..

Passau, daha çok İtalyan şehirlerini andıran ve her köşesinde italyan pizzacılarının ve dondurmacılarının bulunduğu düzenli, temiz bir şehir..

Orada birisi geldi yanımıza ve selam verdi.. "Ağabey bir dinî toplantıya mı gidiyorsunuz?" diye sordu.. Bunu, yol arkadaşlarımızın genelde sakallı olmasından çıkarmış olmalıydı.. Kendisinin Adanalı olduğunu söyledi..

TIR şoförlüğü yapıyor ve 25 seneye yakın zamandır Regensburg"da yaşıyormuş..

Hal-hatır sormalar, işler nasıl gidiyor gibi klişe sözler üzerine sohbet biraz derinleşti..

Ekonomik buhran yüzünden, Türkiyeli tanıdıkları arasında da, "haram-helâl" gözetmeden bir kazanç yolu ve yaşayış tarzı izlendiğinden yakınıyordu, muhatabımız.. Özellikle (Romanya, Slovenya, Bulgaristan, Macaristan, Polonya vs. gibi) eski Doğu Avrupa ülkelerinin Avrupa Birliği"ne dâhil olmalarının bu durumu ateşlediğini söylüyordu, Adanalı arkadaş.. "Onlar orada 50-100 euro kira veriyorlar, ben burada 700 euro kira veriyorum.. Bizim 1500 euro isteğimiz bir TIR nakliyatı için, onlar 500-600"la yetiniyorlar; bu da her şeyi alt üst ediyor.. Bu Almanya bitti artık.. Dahası, böyle olunca, hayatı kazanmak için, İslamî hasasiyetler de daha bir unutulmaya başlandı.. Ama, ben şahsen, çocuklarıma helâl olmayan bir kazançla bir şeyler götürürsem, bunun darbesini yerim diye korkuyorum.."

Adanalı genç, bazı ilginç şeyler daha söyledi.. Tahmin edebileceğiniz bir terör örgütünün kendilerine sunduğu imkan ve tuzaktan sözetti.. 95 cent olan mazot  için, sahte kuponlar, litresi 45-50 centten satılıyormuş.. Büyük indirim.. Bunun anlaşılması da pek kolay değilmiş..

Ancak, "Bu, helâl olur mu?" diye kaygulanıyor.. Kendisinin de İmam-Hatib"in ilk bölümünde okuyup, sonra Sanat Okulu"na geçtiğini ve İmam-Hatib tahsilinden zihninde fazla bir şey kalmadığını filan da ekledi..

Bu kişinin söylediklerinin ilginç tarafları olsa bile, bunu, orada bize anlatmasının ve bizden bir takım "okey"ler almaya kalkışmasının sebebini de kavramak ayrı bir zorluktu..

Ona "Allahaısmarladık.." deyip, o noktada, benzin istasyonundan aldığımız, küçük vasıtalar için gerekli olan "7 euro"luk otoban geçiş bandrolunu cama yapıştırıp, yola koyulduk..  (Avusturya"da otobanlar ücretli olduğundan, bu kuponların alınması zarurî..)

Bir süre sonra, Avusturya"ya girdiğimizi farkettim.. Bunu, vardığımız bir benzin istasyonunun ışıklı tabelasındaki fiyatlar hatırlatmıştı.. Çünkü, 20-30 km. önce,  Almanya"daki  ışıklı panolarda benzin fiyatları 127 cent iken, burada 92 cent gösteriyordu.. Yani, litrede yaklaşık 35 cent kadar bir ucuzluk.. Çünkü, Avusturya, akaryakıttan az vergi alıyordu..

Bu konu üzerinde konuşarak giderken, yolumuz artık, Linz"e doğru ilerliyor ve Linz"e varmadan, derin vâdiler arasından, ışıklı kasabalar ve köyler arasından, dağbaşındaki bir kamp yerine doğru ilerliyorduk..

*

Müslüman coğrafyalarında niye olmasın, bu birlik?

Bu vesileyle bir yürek sancımı dile getirmeliyim..

40 yıl önce, "Avrupa Birliği gerçekleştiğinde gümrükler, sınırlar kalkacak, tek para birimine geçilecek, Lizbon"dan arabasına binen bir kimse, hiçbir vize almak gereği duymaksızın ve sınır kontrolüyle karşılaşmadan Varşova"ya, oradan da Atina"ya varacak ve oradan da Roma, Madrid üzerinden Lizbon"a dönebilecek.." denildiğinde, bunun hayali bile bize bir ütopya gibi geliyordu.. Evet, sadece 40-45 sene öncelerde..

Ve amma, o ütopya gerçekleşti..

Ama, tersine; yüz sene öncelerde, Bosna"dan Hacc"a gitmek isteyen bir müslüman, tek -Osmanlı- kimlik kartı ile hiç bir vize gereği duymadan taaa Hicaz"a varabilirken; bu gün, bir müslümanın aynı yolculuğu karayoluyla yapabilmesi için, 7-8 ülkeden vize almaya mecbur.. Ve müslüman coğrafyaları arasındaki bu vize zorlamalarını hangi güçlerin hangi niyetlerle koyduğunu ve bunların bertaraf edilmesinin hiç de zor olmadığını düşünüp, müslüman coğrafyalarında iktidar makamlarında bulunan ve bu acıyı yüreğinde hissetmesi gereken birisi olarak düşündüğüm bazı şahsiyetlerin bu yönde gereken adımları atmalarını temenni ettim..

(Devam edeceğim, inşaallah..)