Velayet-i Fakih, Devlet ve Devrim

Nureddin Şirin

"Ayetullah Muntezeri Üzerinden 'Kanlı Gömlek' Provoları" başlıklı yazımızla ilgili gelen tepki ve yorumların bazıları, şahsımızla ilgili hakaret ve suçlamaları yansıtsa da, aslında gerçekler üzerini örten küllerin daha bir savrulmasına fırsat ve imkan sağladığı için duyduğum memnuniyeti ifade etmek isterim.

Ayrıca İslam İnkılabı"nın ilke, değer ve şiarlarını savunma amaçlı yazdığımız yazıya karşılık, gösterilen tamamen önyargılı, temelsiz ve düzeysiz suçlamaların kendini "devrim savunuculuğu" şeklinde sunması da doğrusu tam bir ironi. Yani bizler, birilerine göre "devrim" değil de "devlet" savunuculuğu yapıyormuşuz; bu kardeşler ise "devrim"i savunuyorlarmış...

Türkiye"deki "Ergenekon" ve "derin devlet" söylemlerinden uyarlama yapılarak, İran"da da derin bir devletin olduğu ve bu devletin gerçek devrimi bloke ve tasfiye ettiği ileri sürülerek, İslam İnkılabı Rehberliği, "Velayet-i Fakih" makamı ve inkılabın koruyucu güçlerine yönelik "yıpratma savaşı" var hızıyla sürdürülebiliyor.

Bu durum yeni değil; yıllardan beri bu savaş nakış nakış dokunmaya çalışıldı. İran"daki cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrası gelişmeler ve ardından Ayetullah Muntezeri"nin vefatı bu savaşta bir sıçramaya yol açtı; öyle ki birileri açısından "velayet-i fakih makamı"nı savunuyor olmak "hahamları ilahlar edinmekle" eş anlamlı hale getirilebildi..!

Birileri nedense bizler için "sloganik" ifadesini kullanmakta pek ısrarlılar. Bunun anlamı, ilmi, mantıki bir temeli olmaksızın, sadece duygulara, heyecanlara dayalı söylem ortaya koymak. Yani ilkesiz, dayanıksız bir gürültü.

İtiraz edenler ise, hangi ilmi temele, hangi ilke ve usule göre bu iddialarını öne sürüyorlar, bunu bilmesek de, yine bunu kendilerinin ilme seviye ve birikimlerine bırakarak ileri sürülen iddialara karşılık belki yine "sloganik" de olsa cevap verme ihtiyacını duyuyoruz.

VELAYET-İ FAKİH

Bize yönelik suçlamalarda bulunanlardan biri Selahaddin ağabeyin yazısının altına yazdığı yorumunda şöyle bir ifade kullanıyor:

"Onlar Velayeti Fakihlerini Rabler edinmiştir" İlahi tehditi algılayabilenlere ithaf ile,

Şimdi böyle bir yorum yazıldığında ilmi, mantıki olabiliyor, öyle mi?

Bu arkadaş Kur"an-ı Kerim okuduğuna ve Kur"an"daki "(Yahudiler) Allah'ı bırakıp hahamlarını; (hıristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i (İsa'yı) rabler edindiler. Halbuki onlara ancak tek ilaha kulluk etmeleri emrolundu. O'ndan başka tanrı yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır" (Tevbe 31)ayetine gönderme yaptığına göre, bizler gibi "Velayet-i Fakih" savunucularını, yahudilerin hahamları, hristiyanların da rahipleri kendilerine "Rabb" ittihaz edinmekle nitelendiriyor"

Bu ayet-i Kerime"nin delalet ettiği anlamı Hz. Resulüllah (s.a.v)"in şu hadislerinde öğreniyoruz:

"Haham ve rahibler kendilerine uyanlara helâli haram, haramı da helâl kıldılar, insanlar onlara uydular. Yahudi ve Hristiyanların haham ve Rahibleri Rabb edinmeleri ve onlara ibadet etmeleri işte bu şekilde olmuştur."

O halde, "Velayet-i Fakih" makamında bulunan kişi, helalleri haram, haramları helal kılıyor ve birileri de ona ittiba ve itaat ederek onu kendisine "Rabb" ittihaz edinmiş, büyük bir şirk ve zulme bulaşmış oluyor"

Acaba hem "Velayet-i fakih" makamına, hem de onu destekleyip savunanlara bundan daha büyük bir bühtan olabilir miydi? Bu mudur Kur"an bilgisi? Bu mudur "sahih sünnet anlayışı?" Bu mudur "Kur"an Müslümanlığı"?"

Bunun manası, "mızrakların ucuna Kur"an takmak"tan başka bir şey değildir? Kur"an"ı araçsallaştırmaktan başka ne anlama gelir bu? Kur"an bizi böyle mi hidayet ediyor, böyle mi Kur"an"ı kendimize rehber ediniyoruz?

Öyleyse;

"Sana bu ilim geldikten sonra seninle bu konuda çekişenlere de ki: Geliniz, sizler ve bizler de dahil olmak üzere, siz kendi çocuklarınızı biz de kendi çocuklarımızı, siz kendi kadınlarınızı, biz de kendi kadınlarımızı çağıralım, sonra da dua edelim de Allah'tan yalancılar üzerine lanet dileyelim." (Al-i İmran 61)

"Mübahele ayeti" olarak bilinen bu ayeti hatırlattıktan sonra, böyle bir iddiayı ileri süren kişiyi/kişileri "mübahele"ye davet ediyor ve diyorum ki;

Eğer "Velayet-i Fakih" makamında bulunan kişi, Allah"ın helallerini haram, haramlarını da helal kılıyorsa ve birileri de ona bu şekilde itaat ederek kendilerine Rabb ittihaz ediniyorsa, Allah"ın ve tüm lanet edicilerin laneti onların üzerine olsun; Eğer böyle değil de, onlara karşı haksızca bir bühtan varsa, Allah"ın ve tüm lanet edicilerin laneti onun üzerine olsun"

Velayet-i Fakih, "adil, muttaki, fakih, salih, müdir ve müdebbir" bir liderin yönetimi/rehberliği demektir. Bu konumda kimi görürseniz görün, bu makama kimi oturtursanız oturtun, sonuçta İslam Ümmeti için böyle bir lider, Kur"an"da ve Sünnet"te öngörülmüş liderdir; aksi ise, ya "ateşe çağıran önderler"dir, ya da "zalim, fasık, facir, fasid ve müstebid" güçlerdir.

Eğer böyle bir iddiayı ileri sürenler kendilerine her kimi lider/rehber ittihaz edinmişlerse, onları tanıtsınlar da, ne kadar "adil, muttaki, alim, müdir ve müdebbir" olduklarını öğrenmiş olalım...

Şu bir gerçek ki, hayatlarında "hidayet rehberi" bulunmayan ve bir hidayet rehberine tabi olmayanlar, sonuçta "hevalarını kendilerine ilah edinmek"ten başka bir şey yapmış olmayacaklardır.

Bizler Kur"an"ın ve Hz. Resulüllah"ın buyruğu üzere; "adil, muttaki, fakih, müdir, salih ve müdebbir" bir lidere ittiba ve iktida etmeyi kendimize Şer"i bir görev biliyoruz. Bu ister Seyyid Ali Hamenei olsun, ister bir başkası. Önemli olan bu vasıf ve liyakata sahip olmasıdır.

KUR"AN HİDAYET REHBERLİĞİNİ NASIL TANIMLIYOR

"Bu (Kur'an), insanlar için basiret (nuruyla Allah'a yönelten ayet)lerdir, kesin bilgiyle inanan bir kavim için bir hidayet ve bir rahmettir" (Casiye 20)

"Şüphesiz ki sen doğru bir yola iletiyorsun" (Şura 42)

"İman eden (adam) dedi ki: 'Ey Kavmim, siz bana tabi olun, ben sizi doğru yola iletip-yönelteyim.'" (Mü"min 38)

"Musa'ya da kitap verdik ve beni bırakıp başkasını vekil edinmeyiniz diye onu İsrail oğulları için bir hidayet rehberi kıldık." (İsra 2)

"Ve onları, kendi emrimizle hidayete yönelten önderler kıldık" (Enbiya 73)

"Ve onların içinden, sabrettikleri zaman emrimizle doğru yola iletip-yönelten önderler kıldık; onlar bizim ayetlerimize kesin bilgiyle inanıyorlardı." (Secde 24)

"Onları, (insanları) ateşe çağıran önderler kıldık. Kıyamet günü onlar yardım görmeyeceklerdir." (Kasas 41)

Bu ayetler ışığında kısaca üç temel ilkeyi benimsiyoruz:

1- Allah"ın peygamberlere gönderdiği kitaplar ve Kur"an-ı Kerim bir hidayet rehberidir:

"Şüphesiz, bu Kur'an, en doğru yola iletir ve salih amellerde bulunan mü'minlere, onlar için gerçekten büyük bir ecir olduğunu müjde verir." (İsra 9)

2- Allah"ın peygamberleri bir hidayet rehberidir:

"De ki: 'Allah'a itaat edin, Resûl"e itaat edin." (Nur 54)

3- Kıyamet gününe kadar her zaman ve toplum için bir hidayet rehberi olacaktır:

"Sen bir uyarıcıdan başka bir şey değilsin ve her kavim için bir hidayetçi vardır." (Ra"d 7)

"İnsanlardan öyleleri vardır ki, hiç bir bilgiye dayanmadan, bir yol gösterici ve aydınlatıcı bir kitap olmadan Allah hakkında mücadele edip durur." (Lokman 20)

"Ey iman edenler, Allah'a itaat edin; elçiye itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de" (Nisa 59)

İnancımız odur ki; bu ayetler ışığında mümin kişinin bir birinden ayıramayacağı üç rehberi vardır ve kulluğunu bunlara ittiba ederek ikame eder: Kitap, Resul ve Hidayet Önderi

SIRAT-I MUSTAKİM

"Kim Allah'a ve Resul'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddıklar, şehidler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır" (Nisa 69)

Rabbimiz Fatiha süresindeki "bizi nimet verdiklerinin yoluna ilet" ayet ile, Sırat-ı Mustakim üzere olmak için "peygamberler, sıddıklar, şehidler ve salihlerin yolunu izleyin, kulluğunuzu bu yol üzere yapın" buyurmaktadır. Peygamberlerin, sıddıkların, şehidlerin salihlerin yolunu tanıyın ki, onlara ittiba ve iktida edebilesiniz.

Peygamberleri ve peygamberimiz Hz. Resul-i Ekrem (s.a.v)i biliyoruz; peki yollarından gittiğimiz ve bizlere "hidayet önderleri" olan sıddıklar, salihler ve şehidler kimlerdir..?

VELAYET-İ FAKİH"E KARŞI OLMAK

İran"da veya dünyanın bir başka ülkesinde birilerinin "Velayet-i Fakih"i kabul etmemesi, onu ne dinden çıkartır, ne de İslam davasından. Velayet-i Fakih"i kabul etmek ve ona uymak bir akaid "Usulu"d din" esası değildir. Bizler "Velayet-i Fakih"i kabul etsin veya etmesin, İslam davasına müdrik her bir Müslüman kardeşimizle, "İslami vahdet" ilke ve kurallarına uygun olarak birlikte hareket etmeyi kendimize Şer"i bir vazife ve sorumluluk biliyoruz. Nitekim sözlerimizden öte, amellerimiz, söylemlerimiz, çabalarımız bunu ortaya koymaktadır...

Şehid İmam Hasan el Benna"nın buyurduğu "ittifak ettiğimiz hususlarda birlikte hareket edelim; ihtilaf ettiğimiz hususlarda ise birbirimizi mazur görelim" şeklindeki ölçüsünü kendimize hayat düsturu edindik. Nitekim "Velayet-i Fakih" makamının da bütün Müslümanlardan istediği ve beklediği budur.

Bizim itiraz ettiğimiz, "Velayet-i Fakih" makamına karşı gösterilen saygısızlık, ileri sürülen bühtan, atılan iftira ve gerçek dışı suçlamalardır. Bir önceki yazımızda esasta vurgulamaya çalıştığımız nokta da burasıdır. Eğer bunun aksine bir anlaşılmaya sebebiyet verdiysek bu bizim ifade kusurumuzdur. Ancak bu makama karşı yapılan saygısızlığı ve bühtanları da hoş karşılamamızı kimse beklemesin. Kimsenin hürmetlerini çiğnemeyiz, kimseye de hürmetlerimizi çiğnettirmeyiz...

DEVLET VE DEVRİM

Birileri ısrarla, artık ne anlama geliyorsa, "biz devletten değil devrimden yanayız" diyorlar. Başta "Rehberlik makamı" olmak üzere, onunla birlikte olanları "devlet" kategorisine koyup buna muhalefet edenleri de "devrim" kategorisinde tanımlıyorlar"

Bilerek ya da bilmeyerek, acaba bundan daha büyük yanıltmaca (tezvir) olabilir mi?

İran"daki son cumhurbaşkanlığı seçimleriyle birlikte, bir "muhalefet" kavramı sıkça kullanılır oldu; muhalefet denilince de "yeşil akım" ve bu akımın lideri olarak sunulan Mir Hüseyin Musevi. Ne yazık ki, Ayetullah Muntezeri de seçim sonrası süreçte beyan ve tutumuyla bu akımın arkasında duruyordu"

Biz daha önce, Mir Hüseyin Musevi ve onunla birlikte zikredilen "yeşil akım" ile ilgili bazı değerlendirmelerde bulunmuştuk. Bazı tekrarlar yapma durumunda kalacağız.

Mir Hüseyin Musevi, inkılapçı Müslümanları hayal kırıklığına uğratan bir söylemle İran"da çirkin bir çığırın sökün etmesine öncülük etmişti. O, seçim konuşmaları sırasında, "bizim için öncelikli olan ne Lübnan, ne de Gazze"dir, bizim önceliğimiz İran"dır" diyerek, hem İmam Humeyni"nin Hizbullah ve Filistin İslami direnişine verdiği önem ve önceliği çiğnemiş, hem de, yine "muhalefet" adı altında Kudüs Günü"nde düzenlenen bir protesto gösterisinde "Ne Lübnan ne Gazze" gibi tamamiyle karşı-devrimci olan sloganların atılmasının önünü açmıştı"

Mir Huseyin Musevi ister kendisini bloke eden ve yönlendirenlerin etkisiyle, isterse kendi kişisel hırs ve gafletiyle açtığı bu kötü çığırın önüne geçemediği gibi, muhalefetin yerleşik sloganı ve tavrı haline gelmesine fırsat vermiştir.

Eğer Musevi ve destekçileri gerçekten "devrim"i kendilerine esas alıp ona göre siyaset ve söylem geliştirmiş olsalardı, herkesten önce "ne Lübnan ne Gazze" diyenlerin ağzının payını kendilerinin vermeleri gerekmez miydi..?

Bugün İran"da Rehber Hamenei"ye karşı oluşturulan muhalefetin temel sebeplerinden biri, bedeli her ne olursa olsun, Hizbullah, Hamas ve İslami Cihad hareketlerinin desteklenmesi olurken, Rehberin temsil ettiği taraf "devlet" ama "ne Lübnan ne Gazze" diyenlerin temsil ettiği taraf "devrim" oluyor öyle mi..?

Mir Hüseyin Musevi, yine seçim konuşmaları sırasında, kendini dinleyenlerden birinin elinde olan Filistin bayrağına karşı "indirin o bayrağı" diyebilme cüretini gösterebilmiştir. Bu ne gaflettir böyle..?

Acaba kendisini İmam Humeyni"nin çizgisinde gösteren Musevi, böyle söz ve tavırlarıyla her şeyden önce İmam Humeyni"nin çizgisini ve devrimin temel ideallerini çiğnemiş olmuyor muydu..?

Siyonist rejim şeflerinin, Amerika"dan Batı ülkelerine kadar, İslam Cumhuriyeti"nin yıkılmasını gözleyenlerin ve bunun için yıllardır çalışıp duran küresel emperyalistlerin gözdesi ve umudu haline gelen bir "muhalefet" hareketi nasıl oluyor da, "devrimci misyon"u ifade edebiliyor? Acaba bu küresel emperyalistler, siyonistler, inkılabın yeminli düşmanları ve Şah Pehlevi"nin oğlu ne zamandan beri İran"da "devrimci bir çizgi"nin arkasında durur oldular..?

İmam Humeyni"nin yolunu, ideallerini ve mücadelesini kendileri için sürekli en büyük tehdit ve tehlike olarak algılayanlar, nasıl oldu da İmam Humeyni"nin yoluna bağlı olduğunu söyleyen birilerine "ha gayret, arkandayız" deme durumuna geldiler..?

Zor değil, haydi İslam Cumhuriyeti ve İslam inkılabının bölgesel ve uluslar arası düşmanlarının, İran"da yaşanan hadiselerle ilgili yaptığı açıklamalara, aldığı tavırlara bi bakalım; siyonistlerin, Amerika"nın, Batı"nın, İslam Cumhuriyeti"ne karşı sayısız cinayetler işlemiş terör odaklarının, İran"daki "muhalefet" ile ilgili yaptığı tüm açıklamaları alt alta koyalım; bakalım ortaya ne çıkacak?

Peki Mir Hüseyin Musevi"nin kendisi veya onun avamdan ve havastan destekçileri, bu küresel emperyalistleri ve Siyonistleri "meyus" eden bir açıklaması ve çıkışı oldu mu şimdiye kadar..?

"Benim sözüm yanlış anlaşıldı, yanlış yerlere çekiliyor. Lübnan ve Filistin"deki direniş her zaman için bizim arkasında olduğumuz bir mücadeledir. Filistin bütünüyle özgürleşinceye kadar da direnişin yanında ve arkasında olacağız. Zira bu İmam Humeyni"den bize kalan bir mirastır" gibi ABD ve İsrail"i ümitsiz bırakan bir açıklaması oldu mu?

İran"da yapılan protesto gösterileri, Mahmud Ahmedinejad yönetimine karşı bir muhalefet mi, yoksa İslam Cumhuriyeti"ne, İmam Humeyni"nin ideallerine ve rehberlik makamına karşı bir sabotaj mı..?

Tahran üniversitesinde İmam Humeyni"nin resmini yırtan eylemler oldu. Bazıları dedi ki, bu İmam Humeyni"nin resmi değil de, Rehber Hamenei"nin resmi idi. İkincisi olsun. İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamenei, Mir Hüseyin Musevi"nin şahsına ve şahsiyetine karşı nasıl bir dil kullandı da, sözde onun taraftarlığını yapanların İslam İnkılabı rehberine karşı yapılan bu küstahça saldırılar karşısında, "böyle bir şey yapanlar, o tür sözleri sarfedenler bizim taraftarımız olamaz, eğer birileri böyle yapıyorsa, biz onlardan beriyiz" deme olgunluğunu gösterebildi..?

Mir Hüseyin Musevi, Ayetullah Muntezeri"nin vefatı dolayısıyla bir gün "yas" ilan ettiğini açıklamıştı. Ardandan Kum"da Ayetullah Muntezeri"nin cenazesini fırsat bilen fasid bir grup İslam inkılabı rehberi aleyhinde yine çirkince sloganlar atabildiler. Peki Sayın Musevi, bu sloganları atanlara karşı nasıl bir tavır takındı..?

Halbuki İslam İnkılabı Rehberi, Ayetullah Muntezeri"nin vefatından sonra yayınladığı taziye mesajında, geçmişte yaşanan tüm sıkıntılara rağmen onu hayırla yad etmişti.

Sayın Mir Hüseyin Musevi"ye tekrar tekrar çağrıda bulunuldu; bu çağrıyı yapanlar, hükümet kanadından değildi sadece. İslam inkılabı ve nizamın düşmanlarından teberri etmesi, onlardan arasını kesin çizgilerle ayırması istendi; peki o ne yaptı? "durun bi dakika! ne ben sizdenim ne de siz bendensiniz" mı dedi..?

Yine Tahran"da öğrenci olaylarının olduğu 10 yıl öncesinde, "muhalefet" lideri gibi ortaya çıkan Abdullah Nuri adlı bir siyasetçi vardı. Eski içişleri bakanı ve bir molla idi. Bu kişi de İmam Humeyni"nin zamanında "etkin devrimci"lerden biri idi. Ama o da, Mir Hüseyin Musevi"nin sözlerinin bir başka versiyonunu dillendirerek "Araplar İsrail ile barış yapmışken biz niye onlardan ileri düşüyoruz ki!" diyerek günümüzdeki Enver Sedat, Hüsnü Mübarek, Mahmud Abbas'ların politik çizgisine parelel düşen bir söylem ortaya koyunca büyük bir tepkiyle karşılaşmıştı...

Ben o zaman cezaevinden "devrimci olmak kolaydır ama devrimci kalmak zor" başlıklı bir yazı yazıp Selam gazetesine göndermiştim.

Birilerinin vaktiyle "devrimci mücadele"de yer alması, onun her zaman için "devrimci" olarak kalması anlamına gelmiyordu.

Bir hadis-i şerifte şöyle buyruluyor:

"Kıyamet günü hesaplar görüldükten sonra cehennem zebanileri bir grubu ateşe doğru götürürken Resulüllah onları görür ve şöyle der: "bunlar benim ashabım" melekler de şöyle cevap verir: "Evet ey Allah"ın Resulü, bunlar senin ashabın, ama sen bunların senden sonra neler yaptığını bilmiyorsun?"

Musevi, İslam İnkılabı"na bağlılık bir kenara, ne yazık ki fasid bir grupun elinde insani erdemlerini de yitiren dirayetsiz, gafil ve şaşkın bir kuklaya dönüştü...

İmam Humeyni, "ben yaşadıkça bu inkılabın namahremlerin eline geçmesine asla fırsat vermeyeceğim" diyordu. Acaba, Mir Huseyin Musevi"nin başını çektiği böylesi bir muhalefet, İslam Cumhuriyeti"nin yönetimini ele almış olsaydı, bu inkılab "namahrem"lerin eline düşmüş olmayacak mıydı..?

"Devlet" değil, "devrim" diyen sizler, sizin "devrim"den anladığınız bu mu? Böyle bir "devrim" mi istiyorsunuz?

Yarın Gazze için yapılacak bir eyleme gitmeden önce "Gazze bizim devrim tasavurumuzda önceliğimiz değil" diyerek geri mi duracaksınız? Halbuki Rehberlik makamı da, "Filistin davası ümmetin eksenidir; her maslümanın Gazzei'yi savunmak için elinden gelen her şeyi yapması vaciptir. Bu uğurda ölenler Bedir ve Uhud şehidleri ile birlikte kabul olacaktır" demişti..!

Eğer İslam Cumhuriyeti nizamı ve rehberlik makamı İslam Ümmeti"ne, Kudüs"e, Filistin"e sırtını dönecek olursa, sizinle birlikte biz de, "batsın böyle bir nizam, batsın böyle rehberlik" deriz...

Daha geçtiğimiz haftalarda Hamas hareketi lideri Halid Meşal Tahran"a yaptığı ziyarette Rehber ile görüşmesi sırasında, Rehberlik makamı ve İslam Cumhuriyeti"nin Filistin direnişinin zaferinde ne büyük bir payı olduğunu bir kez daha dile getirdi. Aynı ifadeleri Gazze zaferinin hemen ardından Tahran"a gittiğinde yine ifade etmişti. Siz Hamas ve İslami Cihad liderlerinin Rehberin karşısında gözlerinin nasıl ışıldadığını gördünüz mü hiç..?

Yine siz, bu direniş liderlerinin Mir Hüseyin Musevi"nin açıklamalarından ne kadar incindiğini biliyor musunuz?

Size göre kim "direniş"in yanında? Direniş kimden güç ve destek alıyor? Yoksa, bu direniş "Yeşil Akım"dan bir umut mu besliyor..?

İslam inkılabı rehberinin üç kırmızı çizgisi vardır; "İmam Humeyni"nin hattı, Ümmet ve Vahdet bilinci, emperyalizm ve siyonizme karşı direniş" İnkılab rehberinde bu üç çizgiden birinin ihlal edildiğine tanık olursanız, varın her şeyi söyleyin...

Hz. Ali'nin buyurduğu gibi, "hakkı tanıyın ki hak ehlini tanımış olursunuz."

Önemli olan kişiler, isimler, makamlar, ünvanlar değildir: her kim hakkın yanında ve hak üzere hareket ediyorsa, onun yanında olalım; her kim hakkı ihlal ediyor ve haktan sapıyorsa onun karşısında duralım...

Bunun için elimizde öncelikle "hakkın miyarı" bulunmalı; bu da "Kitab, Resul ve Hidayet Rehberliği'ne dayalı olmalı...

Önyargılarımız ve buğzlarımız, bizi haksızlığa ve adaletsizliğe sevketmesin...

Rahmetli İmam der ki; "kendileri yukarılara çıkamayanlar, yukarıdakileri aşağı çekerler"

İnşallah bizler böyle olanlardan değilizdir..

velfecr