Vekalet veya vesayet savaşları ve...

Selâhaddin Çakırgil

Miladî takvimin 2016’ncı yılına girilirken.. Özellikle Paris, Londra, Brüksel ve Madrid gibi Batı Avrupa başkentlerinde, terör tehdidi, yeni yıl çılgınlıkları üzerine bir gulyabanî korkusu gibi abandı, kitle psikolojisi daha bir manipule edilmeye çalışıldı.

Yılbaşı geceyarısı sonrasının soğuk havasında sessiz Paris caddelerinde devriye gezen güvenlik güçlerini ziyaret eden Fransa Devlet Başkanı F. Hollande‘Benim birinci vazifem, sizleri korumak.. Onun için Irak ve Suriye’de onları bombardımanlarımızla ezmeye devam ediyoruz’  diyordu.

Paris’deki kitleleri, Irak ve Suriye’deki bir hayalî korku ile sindirmek ve hattâ teslim almaya çalışmak, köleleştirilmek istenmesi, ilginç değil mi?

***

Daha da ilginç olanı ise...

Irak’ın şimdiki Dışişleri Bakanı İbrahim Caferî’nin Türkiye’ye gözdağı vermeye kalkışan sözleri.. Caferî, ‘Eğer Türkiye, Musul civarındaki güçlerini çekmezse, askerî yöntemleri de düşünmek durumunda kalabiliriz’ diyor.. ‘Bağımsızlıklarını ve ülkelerinin toprak bütünlüğünü korumak’ adına...

Caferî efendi! Bu yaldızlı sözlere haydi, eyvallah diyelim de Fransa Devlet Başkanı’nın Irak ve Suriye’yi ezmekte oldukları şeklindeki net sözlerine ne diyeceksin? Ve Rusya’nın Suriye’yi ezip geçmesine haydi, ayrı ülke diyorsan.. B. Amerika, İngiltere, İspanya, Almanya ve Avustralya savaş uçaklarının Suriye’den ayrı olarak Irak toprakları üzerindeki zorbalıklarına da var mı bir itirazın ve bir askerî yöntemle karşı çıkmak düşüncen? 

Dahası, Putin’in Hazar Denizi’ndeki savaş gemilerinden fırlattığı füzelerin, İran ve Irak hava sahasından geçip Suriye’deki hedefleri vurmasına açıkça izin veren tavrınızı nasıl izah edeceksin?

Kaldı ki, Türkiye’nin askerlerini de DAİŞ’e karşı peşmergeleri eğitmek üzere, davet eden, senin sistemin.. Ama o eğitim veren güçleri korumak üzere, oraya 600 kişilik bir koruma birliği gönderilince mi hışımlanıyorsun?

Davutoğlu, Caferî’ye cevaben, ‘O kadar gücünüz varsa, önce Musul’u DAİŞ’in elinden kurtarın’ demiş.. Doğru ama noksan..

Çünkü, denilmesi gereken asıl söz herhalde şöyle olmalıydı?

- ‘Caferî ve İbadî Beyler.. Kandil Dağları sizin ülkenizin içinde değil mi? Yıllardır, orada çöreklenen PKK güçleri, Türkiye’yi tehdit ederken, onlara niçin sessiz kalıyor ve onları orada barındırıyorsunuz? Ama, biz müdahale etmek istediğimizde, hemen ülkenizin toprak bütünlüğünü hatırlıyorsunuz.’

Anlaşılıyor ki, vekalet veya vesayet savaşları denilen usûlle, birilerinin planları adına savaşlara girmek yanlışına sürüklenmeyi İbrahîm Caferî bile içine sindirmiş gibi..  

Caferî gibi, Saddam rejimine karşı uzuuun yıllar mücadele vermiş ve müslüman kimliğiyle bilinen bir ismin bile böylesi bir oyuna gelmesi, gerçekten de esef edilecek bir durumdur.

***

Merhûm Hasan Karakaya için:

Hasan’ı 1976-77’lerde Millî Gazete’de yazdığım yıllarda tanımıştım. Gazetenin birinci sahife mizanpajını o yapıyordu.

Aradan yıllar geçti..

Yurt dışındayken, 2000’li yılların başında Vakit’teyken yollarımız yeniden kesişti. 2008’in son aylarına kadar Vakit’te günlük yazılar yazarken, tlf. görüşmelerimiz olurdu.. Sonra koptuk..

5 ay kadar önce, bir yerde karşılaşmıştık..

Özellikle 28 Şubat 1997 zorbalığı ve sonrası dönemde, sırtını darbecilere dayayarak saldırganlıklarını tırmandıranlarla girdiği kalem mücadelelerinde, Hasan, halk kitlelerinin hıncını yansıtan sert ve hattâ sınırları zorlayan polemik yazılarıyla daha bir öne çıkmıştı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suudî rejimine gezisini izlemek üzere gittiği sırada, Medine’de geçirdiği bir kalp kriziyle dünyamızdan ayrılmış.. Dün Fatih Camii’nden on binler tarafından uğurlandı.

Hasan’ın vefatı üzerine A. Şık gibi bazıları, şahsî kinlerini itiqadî zemine de kaydırarak ‘Eğer varsa, mekanı Cehennem’dir.. diye, kendi inanç dünyasındaki kayganlığı da sergilemişlerdir.

Herkes kendi tıynetinin gereğince davranır, tabiatiyle..

Hasan’a rahmet ve ailesine,ve Y. Akit’teki mesai arkadaşlarına sabr-ı cemîl diliyorum.

stargazete