’Vandalizm’ İfadesinin Bile Yetersiz Kaldığı Bir Sosyal Çılgınlık

Selâhaddin Çakırgil

Suriye’nin kuzeyinde -ve Urfa’nın Suruç ilçesinin karşı tarafında- bulunan Kobani ilçesindeki kürdlerin korunması adına diyerek ülkenin her bir tarafında yapılan gösterilerin dehşetli bir yakıp yıkmaya dönüşmesi karşısında, zihinler karmakarışık.. Henüz 13-14 yaşındaki çocukları bile ileri süren zâlim ve sefil bir anlayışla, her tarafı yakıp yıkmayı iş edinen ve onlarca insanı, kendi görüşlerine aykırı diyerek en vahşi usûller katleden bir barbarlık..

IŞİD’in vandalizmini protesto etmek ve Kobani’yi kurtarmak gerektiği adına yapılan tahrib gösterilerinde sergilenen vandalizm, IŞİD’e nisbet olunandan hiç de geri değil..

Üstelik, Kobani’deki kürd halkından 190 bine yakın insan, son iki hafta içinde Türkiye’ye zaten sığınmış bulunuyorlar. Orada kalan on bin kadar kişi ise, savaşmayı göze almış, silahlı kimseler, büyük çapta.. Yani, mes’ele, oradaki kürd halkını kurtarmak değil..

Kendisini tatmin için hapishane hücresinden ’Kobani düşerse, devrim olur.. ’ diyen aklını karışıklıkla bozmuş mâlum örgüt liderinin verdiği mesajın ardından, BDP veya şimdi HDP diye anılan partinin liderlerinin ülkedeki kürd halkına yaptıkları, ’sokaklara çıkınız..’ çağrılarının bu noktaya geldiğini görünce, Selahattin Demirtaş, şimdi çaresizlik ve suçluluğunu gizlemek telaşı içinde, ’Biz, böyle bir silahlı eylem, yakıp-yıkma çağrısında bulunmamıştık..’ diyerek suçu  hayalî omuzlara atmanın telaşında.. 

*

Devamlı sorulan, ’Kobani’ye niye yardım edilmiyor?’ sorusu.. Arkasından da şu geliyor: ’Eğer, türkmenlere bir şey olsaydı, Türkiye böyle mi davranırdı? Neler yapardı, neler..’

Bu arada,  PKK’nin Kandil’deki dağ kadrosunun yetkili isimleri, ’Biz dağda savaşmayı biliriz, düz ovada, çölde savaşamayız..’ diye havlu atmışlardı.. Barzanî de, ’Yeteri kadar ağır silahımız yok..’ yok demişti. Sonra, üzerlerindeki baskı artınca, ’Türkiye’den, bize bir koridor açın, Türkiye üzerinden Kobani’ye geçelim..’ demeye başladılar..

Halbuki, bu şehrin adını henüz birkaç ay öncesine kadar, o yöre halkı dışındakilerden kimse bilmiyordu bile..

’Gerekirse, Suriye ve Irak’daki terör örgütlerine karşı asker kullanılması için yetki isteyen tezkere’ye ise, şimdi ’Kobani’ye yardım edilsin, asker gönderilsin..’ bile diyenler oy vermemişlerdi, henüz geçen hafta..

Şimdi ise, askerî müdahale ve diğer yardımlar..

Bu ne biçim tutarsızlık..

Nasıl yardım edilebileceğinden sözedilmiyor.

Kobani, uluslararası hukuk açısından Suriye’ye aid bir ülke.. Oradaki diktatörlük rejimi şimdilik çaresizliğinden dolayı sessiz duruyor. Ama, Türkiye’nin mesela Kobani’ye bir yardımı olsa, Suriye de iki füze atsa, arkasında Rusya ve İran.. Al sana bir bölge savaşı veya dünya savaşı..

Hatırlayalım ki, Birinci Dünya Savaşı, 28 Haziran 1914’de Saraybosna’da, Gavriel Princib isimli bir sırb gencinin, Avusturya- Macaristan İmp. Veliahdi Ferdinand ve eşini öldürmesiyle patlak vermişti, 100 yıl önce bugünlerde.. Ama, o suikasdin böyle bir Dünya Savaşı’na müncer olacağını herhalde kimse öngöremezdi.

Bu arada hatırlayalım..

Ermenistan, Azerbaycan’ın dörtte birini işgal ettiği 22 yıl önceki savaşlar sırasında..

Dönemin TC. Dışbakanı Hikmet Çetin’in anlattığına göre.. Dönemin C. Başkanı Turgut Özal, ’Ermenistan sınırına bir tümen asker gönderilmesi’ konusunu açıyor, Çetin’e..

Aralarındaki geçen konuşmanın özeti şu:

-Niçin asker gönderelim?

*Belki korkarlar..

-Ya korkmazlarsa..

Çetin’in bu cevabı üzerine Özal, ’Ya korkmazlarsa!.’ sözünü bir-kaç kez tekrarlayıp susuyor.

Öyle ya..

Ya korkmazlarsa?

Çünkü, Ermenistan’ın arkasında Rusya var, B. Amerika var, Fransa var, İngiltere var, bütün Batı dünyası var..

*

Kobani konusu da öyle.. Sonunun nereye varacağı bilinmeyen bir karmaşık durum..

Siz buradan bir adım atsanız, sonunda kimlerin nasıl bir tepki vereceği ve nerede saf tutacağını kim kestirebilir?

Dahası, NATO üyesi olan bir Türkiye, NATO’nun da başı olan Amerika’nın dayatmalarının yetersizliğine ısrarla vurgu yapıyor ve ’üzerinde uçuş yasağı olan bir tampon bölgesi  oluşturulsun ve Türkiye’ye sığınan 200 bine yakın insanı evlerine götürelim, kış geliyor, özel  koruma altında alarak duruma bir çözüm bulalım..’ diyor, ama, Amerika’nın hesabında bunlar yok..

Başbakan Davudoğlu ise, 7 Ekim günü bir Amerikan tv. kanalına verdiği mülâkatta, gayet net olarak, ’Bizim şartlarımız ve taleblerimiz yerine getirilmezse, kara ordusunu devreye sokmayız..’ diyordu.

Böylece de, Amerikan planları şimdilik suya düşmüş gibi gözüküyor.. İnşaallah, Türkiye, bu kararlı tutumundan geri atmaz.

Amerikan Dışbakanı J. Kerry ise, ’tampon bölge değerlendirilebilir..’ derken, Beyaz Saray Sözcüsü, ’gündemimizde öyle bir konu yok..’ diyor. Amerikan ve ingiliz askerî yetkilileri de, ’Kobanî’nin IŞİD’in eline düşmesi önlenemeyebilir..’  diyorlar, açık açık..

NATO yetkileri ise, ’gerekirse, Türkiye’ye asker göndermek’ten söz ediyor. Halbuki, Türkiye’nin böyle bir ihtiyacı ve talebi yok..

Ama, onların kendi planladıkları bir düzenlemeyi yapabilmek emelleri var..

*

Kobani  üzerinde bu kadar hassasiyet, niçin?

IŞİD Erbil üzerine giderken, böyle bir hassasiyet yoktu..

Çünkü, orada PKK’nın pek sıcak bakmadığı Barzanî vardı.

Kobani’de ise, PKK’nın Suriye’deki uzantısı olan PYD örgütü var. Onlar orada üç yıla yakın zamandır, bir otonom bölge oluşturmuşlar, Esed rejiminin de göz yummasıyla.. Ve, Esed rejimine karşı silahlı mücadele veren öteki gruplara karşı, Esed rejiminin silahlı güçleriyle işbirliği yaptıkları da gizli değil..

Kobani’deki yenilgi, PKK’nın yenilgisi sayılacağından işte bu ihtimalin doğurduğu bir hışım ve kızgınlık ve çılgınlıkla, Türkiye coğrafyasının bir çok noktasında ortalığı savaş alanına çeviren bir zorbalık sergileniyor..

’Türkiye, PKK’nın Kobani’deki uzantısına yardım etmeli..’ deniliyor.

Türkiye, kendisine karşı 30 yıldan fazla silahlı mücadele veren bir terör örgütüne niye yardım etsin, bunun mantığı açıklanamıyor.

Hattâ, bazıları, ’Erdoğan’ın Islahiye’deki Suriye’li sığınmacılara Bayramın üçüncü günü yaptığı konuşma sırasında, PKK’yı da IŞİD’ gibi bir terör örgütü’ olarak nitelemesinden son derece rahatsızlar.

IŞİD’in nasıl bir korkuya, dehşete dayalı ve sivil kitleleri terörize etmeye yönelik bir mücadele metodunu benimsediği, ortada..

Ama, şu son hadiseler, PKK ve tarafdarlarının da IŞİD’e nisbet olunan terör ve vandallık mantığından hiç de uzak olmadığını gözler önüne bir kez daha sermedi mi?

*

Bu arada sıkça tekrar olunan bir iddia, Türkiye’nin IŞİD’e yardım ettiği iddiası..

Hattâ, alman medyasında, tv. ekranlarında, bir takım istihbarat elemanlarının ağzından, IŞİD’in bizzat Türkiye tarafından kurulduğundan bile söz ediliyor. Hele de, alman medyasının kamuoyunda ’Tayyib Erdoğan Türkiyesi’ aleyhine devamlı, düşmanca ve ürkütücü yayınlar yaptığını hatırlarsak, bunun hangi planın sonucu olduğu, daha bir kolay anlaşılır. Bu iddiayı Batı dünyasının medya organları da aylardır tekrarlıyor ve onlardan alarak, İran medyası da..

Hattâ öyle ki,  Musul’un IŞİD tarafından birkaç içinde elegeçirilmesi sırasında T.C’nin Musul Konsolosluğu’nda rehine alınan  TC diplomatik personeli ve ailelerinden oluşan 49 kişilik bir grubun 102 gün süren tutsaklık süresinde de, bunun bir oyun olabileceği söyleniyordu.

Şimdi.. Birileri bu gibi haberleri zihinlere devamlı şırıngalıyor. Birileri de kesinlikle doğru imiş gibi kabul ediyor bu iddiaları.. Ne tahkik etmek gerekliliği hatırlanıyor, ne de o yönde bir çaba harcanıyor..

CHP Gen. Başkanı Kılıçdaroğlu daha da ileri gidip, 9 Ekim günü, tam bir sorumsuzlukla, ’Hükûmet’in IŞİD’e yardım ettiğini biliyoruz..’ diyordu.

Bu doğru mudur, ayrı bir mes’ele..

Ancak şurası açıktır ki, Suriye ve Irak’da ve Ortadoğu’daki diğer hassas bölgelerde, sözsahibi olmak isteyen her devlet veya güç daima vardır. Amerika, Rusya, Türkiye, İran, Irak, Suûdî,  İsrail, Mısır, Fransa, Almanya, İngiltere, vs.. herkes.. Bu devletlerin veya güç odaklarının o hassas coğrafyadaki sadece bir grupla değil, bütün gruplarla bir takım irtibatlarının olmamasına şaşılmalıdır.

Bu gibi irtibatlar direkt bir yardım mıdır, yoksa belli hedefler için bir özel yönlendirme mi?

Bakını, İran DışBakanlı Sözcüsü Efhemî Hanım,  8 Ekim günü, ’Biz Kobani’ye yardım edebiliriz, ama, Suriye rejiminin izni olursa..’ diyerek, bir taşla birkaç kuş vurmayı hedefliyordu.. Hem belli bir kesimden sempati toplamak ve hem de bu Kobanî’dekileri Esed rejimiyle yeniden ve daha sıkı işbirliğine sürükleyecek bir yöntemi geliştirmek hedefini..

Bazıları, hâlâ, kendilerini PKK’nın itibar noktası olarak gördüğü Kobani’ye indekslemişler, ’Türkiye, eğer türkmenlere bir şey yapılsaydı, böyle mi davranırdı?’ diye soruyorlar ve sadece şu son birkaç yıl içinde olanları bile hatırlamayanları kendi tuzaklarına düşürebiliyorlar.

Irak’da Fellûce, Tuzhurmatu ve Telafer’de, Suriye’de Tel-Aybad, Haleb ve İdlib ve diğer şehirlerde arablar, ezidîler, türkmenler öldürülürken, Türkiye ne yapabilmişti ve ayrıca, bugün Kobani için feryad edenler, o zaman böyle hassasiyetleri yine göstermişler miydi?

Bir başka ülkenin sınırları içinde askerî bir operasyon yapmanın, uluslararası hukuk açısından getireceği problemler düşünülüyor mu?

Demek ki, mes’ele, insanî bir kaygudan kaynaklanmıyor.

’Efendim, ama bizim Kobani’de akrabalarımız var..’

Allah aşkına, 400 yıl birlikte yaşamış halkların, arasına 100 yıl öncelerde çizilen sınırların iki tarafında akraba olarak bölünmüş aileler sadece Kobani için mi sözkonusu?

Diyelim ki, canınız çok yandı da, gösteri yapıyorsunuz..

Buna karşı, girişilen tahrib hadiseleri, yakıp yıkmalar, kendilerinden olmadıklarını düşündükleri nice insanın kafalarını taşla ezerek öldürmeler, IŞİD’e nisbet olunan korkunç vandalizmden daha mı hafiftir?

Kaldı ki, bugün Kobani’de 10 bin civarında PYD veya YPG gücü / PKK’lı; evlerini terketmemekte direnen bin kadar da sivilin olduğu biliniyor.

Kobani ve çevresindeki kürd halkından 200 bin kadar insan Türkiye’ye son iki hafta içinde sığınmış bulunuyor, zâten.. (Başbakan Davudoğlu’nun açıklamasına göre, Kobani ve çevresinden 9 Ekim günü itibariyle 187 bin kişi Türkiye’ye gelmiş bulunuyor.)

Bu bile, tek başına bir büyük yardım değil midir?

Hayır..

Çünkü, PKK, Türkiye’ye minnet duygusu besleyen bir kürd halkı istemiyor. Ve, ’Kobani IŞİD’in eline geçerse, bunun sebebi, Türkiye’nin IŞİD’e karşı açık bir tavır takınmamasıdır..’ diyor, ve çözüm sürecinin devam etmiyeceğini söylüyordu.

Şimdi ortaya çıkan korkunç tablodan ve onlarca ölümlerden sonra HDP Gn. Başkanı Selahattin Demirtaş’ın, şimdi, ’Biz gösteri yapın çağrısı yaptık, ama, tahrib edin, silah kullanın demedik.. Devreye provokatörler girdi..’ demesi, kendisini sorumluluktan kurtarma çabasından başka bir şey değildir. O, gösteri yapmaları ve sokakları terketmemeleri çağrılarından sonra büyük hadiselerin çıkabileceğini öngöremediyse, o da bir ayrı siyaset ve sosyoloji bilmezliktir.

PKK ve diğer örgütler, bugün, IŞİD’i alt edebilmek için, Amerikan bombardımanlarından meded ummakta ve Amerikan bombardımanlarını gördükçe sevinç nârâları atmakta ve Amerika’ya minnet duygularını daha bir pekiştirmekteler.

Ve görünen o ki, IŞİD geriletilirse, bu, Amerikan ve diğer ülkelerin bombardımanları sâyesinde olacak..

Ama, bilinmeli ki, onların derdi, ne Kobani, ne Esed rejimi, ne de IŞİD..

Onların derdi, sadece kendi hedefleri ve planlarının pratize edilmesi düşüncesi..

Nitekim, Amerikan Dışbakanlığı, hedeflerinde Esed rejiminin veya Kobanî’nin kurtarılması gibi planların olmadığını, hedefin şimdilik IŞİD’in geriletilmesi olduğunu resmen ve açıkça belirtmektedirler. Hatırlayalım ki, IŞİD, Musul’u ve diğer yerleri ele geçirirken sessiz kalan USA emperyalizmi, ancak, IŞİD’ın Erbil’i kuşatmak üzere olduğu sırada, ’ileri gidersen vururum..’ ihtarını yaparak, o zamana kadarki yaptıklarına cevaz verdiğini hissettirmişti.

İleride, IŞİD’le de tekrar bir uzlaşmaya varabilirler, Esed rejimiyle zımnen vardıkları anlaşılan uzlaşmada olduğu gibi..

Bugün Amerikan emperyalizmi, Birinci Dünya Savaşı sonrasında, Osmanlı’nın tarihin dehlizlerine gönderilmesinden sonra, Batı dünyasının istediği şekilde düzenlenen Ortadoğu coğrafyasının ve rejimlerinin kendi bilgileri dışında şekillenmesine izin vermek istemiyor, asıl mes’ele bu.. Emperyalist odaklar IŞİD’le de bu konuda anlaşabilirse; yarın IŞİD de müttefik oluverir, devreye bir başkası da giriverir.

*

Gelinen bu noktada, güçlenen ve emperyalist dünya için korku kaynağı olmaya başlayan müslüman halklar ve özellikle Türkiye’nin burnunun yere sürtülmesi hedefinin olduğu;  ve müslüman toplumlara, sadece müsaade edildiği kadar rahat ve huzur yüzü görebileceklerinin ve sergilenen çılgınca ve barbarca hareketlerle dünyaya, müslüman toplumların gerçekte kendi kendilerini idareden âciz olduklarının mesajı verilmek istendiği unutulmamalı.. Emperyalizmin dünyaya vermeye çalıştığı bu mesajın utancından uzak kalabilmek, ’Biz İslam Milleti’ndeniz..’  diyen her müslüman toplumun  kaygusu olmalıdır.

Yazık ki, o idrak noktasından çok uzakta olduğumuzu, çılgınca sergilenen şu son barbarlıklar da bir kez daha ortaya koyuyor ve başlarımız eğik, diğer toplumlar karşısında.. Ve, sergilenen şu son sosyal çılgınlıklar, bu yakıp yıkma, kamu ve özel kişilere aid talan, tahrib ve cinayet hadiselerine ’linç psikolojisi’yle katılan ve biraz akl-ı selîm sahibi olanları daha sonra utandıracak ve ’Biz bu hadiselerin içinde nasıl olmuş da yer almışız!..’ dedirttirecek kadar seviyesizdir.

haksöz